Türkiye her geçen gün yeni bir memleket hikâyesinden geçiyor. Açık Radyo’nun karasal yayınına son verildiği, faili malûm cinayetlerin üzerinin kapatıldığı, çocuk katliamlarının at başı gittiği memleketimizde insan, tarihin tekerrürünü kırmanın umuduyla yaşıyor. Bu sorunlar; yaşananların aslında toplumun kollektif belleğinden kaynaklanan davranış bozuklukları
Nesim Ovadya İzrail’in ilk kez 2011 yılında yayımlanan Krikor Zohrab 1915 Bir Ölüm Yolculuğu kitabı Kor Yayınları tarafından yeniden yayımlandı. Osmanlılık, Türklük, Ermenilik; millet ve ihanet kavramları altında on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyılın ilk on beş yılının panoramasını çizen
Sanat hamiliği, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, önce sarayın, ardından devletin, günümüzde özel kuruluşların, daha da önemlisi koleksiyonerlerin desteğiyle sürüyor. Sanatçının ve eserinin korunması, kendisinden sonra gelen kuşaklara aktarılması, koleksiyonların yalnızca sanatseverin mülkünde değil, kamuya açılmasıyla daha bir işlerlik kazanıyor. 700 Eserlik Bağış Bu doğrultuda şunu
“Gürültüyle geliyor, her şeyin aniden çöktüğü görülüyor.” Vergilius; Aeneas destanı, 525 Publius Vergilius Maro (İÖ.70-İÖ 19), Roma edebiyatının kanonik eseri Aeneas destanında, asırlar öncesinden tanıdık sözcüklerle çizmiş depremi… 6 Şubat depremi, tıpkı Dante’nin Komedya’sında kendine yol gösterici olarak seçtiği Vergilius’un dile getirdiği
Hayatı boyunca estetik olanın izini süren bir zihindi Haşim Nur Gürel. Estetik değeri geçmişle bugünü birleştiren bir skala içinde benimseyen anlayışı, sanatsal üretimin türlü alanlarına atılımcı bir sükunetle iştirak etmesiyle görünerek entelektüel bir tutumun izlerini taşıyordu İlk kişisel sergisini 1966 yılında gerçekleştiren,
Nedir küratörlük? Neyi iyi eder? Neyi öne çıkarır veya neyi gizler? Geçmişle bugün arasında nasıl köprü kurar, âna nasıl tanıklık eder? Sanatçının gözü müdür, sanatçının düşmanı mı? Neyi düzenler? Neyi şekle sokar? Eserleri olduğu gibi “aktaran” mıdır, yoksa manipüle eden mi? Sanat
Hastalıkların ve toplum içinde yalnızlıkların her geçen gün arttığı post modern dünyada sanat bize nefes aldıran en önemli zenginliklerden. Paralel olarak; artan sanatsal üretim, aynı oranda değeri tartışılan kalitesiz ürünlerin piyasada el değiştirmesini beraberinde getirdi. Aslında kötü bir şey değil bu; arzın
Avrupa sağından Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar her yerde yabancı düşmanlığı, ırkçılık, narsist liderler, milliyetçilik ve demokrasiden gittikçe uzaklaşan siyasetin merkezine çöreklendiği (Bkz: Finchelstein, Federico. Faşizmden Popülizme. Çev. Ali Karatay. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021) günümüzde, Orhan Pamuk’un 1901 yılının hayali Osmanlı adası Minger’deki
1402’de Timur’un Anadolu’yu işgaliyle zayıflayan Osmanlının, çok sevilen sahil kasabası Bodrum’da, Rodos’lu Saint Jean şövalyeleri tarafından inşa edilen Bodrum Kalesi, alanında görece dünyanın en ayrıcalıklı müzelerinden biri olarak kabul edilen Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor. Diğer adı Saint Peter olan
Kavramın doğasındaki “avarelik” kısıtlı mekanda yerine getirilemese de aynı kavramın kilometre taşlarından “durup düşünerek olayları değerlendirmeyi, ince zevklerin keyfini çıkarmayı ve günü dermeyi” görece yavaşladığımız bu dönemde nasıl becerebiliyoruz? Peki yavaşladık mı sahiden? Yoksa aynı etkinlikleri dört duvar arasında gerçekleştirerek yalnızca mekanlarımızı