"Sorbus", The Sorbus Group Show (still), 2015. Video, Death to The Curator, Kunsthall Oslo, 2021.

Artık Herkes Küratör!

//

Nedir küratörlük?

Neyi iyi eder?

Neyi öne çıkarır veya neyi gizler?

Geçmişle bugün arasında nasıl köprü kurar, âna nasıl tanıklık eder?

Sanatçının gözü müdür, sanatçının düşmanı mı?

Neyi düzenler? Neyi şekle sokar?

Eserleri olduğu gibi “aktaran” mıdır, yoksa manipüle eden mi?

 Sanat eserlerinin yorumlayıcısı mıdır?

Yoksa sanatçının kendisi mi?

Küratör kimdir?

Küratör eserin şifacısı mıdır?

Küratör editör müdür?

Küratör kim değildir?

Küratör ile çevirmen arasında bir benzerlik var mıdır?

 Küratörsüz sergi olur mu?

Küratörün eğitimi nasıl olmalı?

Küratör belirli bir alanda, zaman diliminde veya sanatçıda uzmanlaşmalı mı?

Küratör düzenlediği eserlere nasıl bir katma değer katar?

Küratör eserin şifacısı değildir tabii; güldürmeyin lütfen!

ALİ AKAY (MSGSÜ Sosyoloji Profesörü, Küratör)

Kelimenin kökeninde iyileştirme işlemi var, evet. İsa’nın işlevi bu. “Care”den gelmekte. Ama bugün hiçbir iyileştirme işlevi olduğunu düşünebileceğimizi sanmıyorum. Öne çıkardığı bir şey varsa eğer küratörün, o da, herhalde, kendi öne sürdüğü konusu veya kavramıdır. Bu küratörün seçimi olabildiği gibi, var olan bir sanatsal durumdan (akımdan) veya bir sanatçının geliştirmiş olduğu yaratıcılığın ortaya koyduğu bir durumdan da yararlandığı olmuştur. Küratör; sergiyi tasarlar, düşünür, geliştirir, tekrar düşünür, hangi sanatçıların içinden geçeceğini de not etmeye başlar, şemalar ve diyagramlar çizer; metin ortaya çıkmaya başlar. Kimi zaman sanatçılar öndedir ve onların üzerine düşünür, müzakereler başlatır ve bunların neticesini uygular kimi zaman ise tersi olacaktır. Ama en güzel sergiler kanımca sanatçılar üzerinden düşünüldüğü vakittir; onların eserlerini yan yana getirmeye başlama süreci ise yazma süreci gibidir. Bir başlandığında arkası gelecektir. Bir de bugün “para bulma” işlemi ortaya çıktı ki, benim neslime bu uzak bir yaklaşım. Bu işlemi daha çok başkaları yapardı.

Küratör; geçmiş ile bir köprü kurmak zorunda olmaktan çok geçmişi bugüne taşımayı tercih eden biri. Geçmiş bugüne gelmezse, geçmişin o var olmuş geçmişte, tarihte kalması çok da ilginç olmayabilir, kanımca. Michel Foucault’nun “epistemeleri” ve “şimdiki zaman tarihini” düşünelim bir kez; o zaman daha anlaşılırdır ne demek istediğim.

Küratörün sanatçının gözü mü düşmanı mı olduğu sorunuza, sanatçının düşmanı olacak bir küratör olmaz diye yanıt veriyorum. (Başka işlevlerden kişiler olabilir: sanat alanından geçenler ve tabii düşmanlık yapanlar, yalan söyleyenler vb.) Bu nedenle küratör, sanatçıların ne düşmanıdır ne de gözüdür! Küratör, sergiyi düzenler elbet. Şekle sokmak biraz tuhaf geliyor bana. Düzenlemek, yan yana koymak. Bir heterojen beraberlik yaratmak ve başka bir şekilde bir kitabıma gönderme yaparsam: “Birleşmeyen bir sentez” (YKY.) ortaya çıkarmaktır.

Küratörlerin sanatçının eserlerini manipüle etmesi bana olumsuz bir hareket olarak geliyor. Herhalde küratörler sanatçının eserlerini bir manipülasyon eylemi içine sokmazlar. Zaten bu yapılmaktaysa bunun zararlı bir eylem olduğu söylenebilir. Eseri bir bağlama sokmak ile manipüle etmek arasında çok fark vardır. Küratör, eseri “aktarmaz,” belli bir bağlamın içinde “gösterir.”

Sanat eserlerinin yorumlayıcısı mıdır? Yoksa sanatçının kendisi mi? Yorumlama bana göre çok dindar bir yöntemsel yaklaşım. Yorum daha çok teoloji fakültelerinden kalma bir pratik olarak bugüne geldiğinde de felsefi alanda daha muhafazakâr düşünürlerin yaptıkları bir düşünce eylemi olarak gözükmekte. Deleuze’ün “yorumlamayın” olarak adlandırdığı felsefesi bunu bu şekilde ele almaktaydı. Psikanaliz, rüya yorumcusu, şaman yorum yapmaktadır; o yüzden, belki de “ifade etmek” olarak adlandırmak benim için daha güzel olacaktır.

Kendisine her “küratörüm” diyen “bugün küratör olmakta.” Bu platform bu kadar dikkatli bir şekilde ele alınması gereken bir konuya hızlıca bakıp geçme yeri değil bence. Başlı başına bir dönem konusu. Bunun için ayrı bir dosya açmanız gerekmektedir, kanımca. Küratör eserin şifacısı değildir tabii; güldürmeyin lütfen! Şifa ile küratör arasında kurulan anakronik köken benzerliğinden bugünü anlatmak nasıl mümkün olacaktır ki? Kırık çıkık uzmanı da olabilirdi (gülerek).

“Şifacı baba” diye düşünürsek, o zaman ya Şifacı baba gibi bir markaya doğru dönmek ya da türbelere doğru uzanmak gerekecek. Küratörün editör olup olmadığı konusundaki farkı bir küratöre bir de bir editöre sorarsanız o zaman en güzel cevabı belki onlardan alabilirsiniz. Küratör ile çevirmen arasında bir benzerliğin olup olmadığı konusunda da yine onlara sormalısınız.

Küratörsüz sergi elbette olur; zaten daha önceleri küratörlü sergi diye bir sergi yoktu, bilhassa Türkiye’de. Küratörün eğitimi nasıl olmalı ya da küratör belirli bir alanda, zaman diliminde veya sanatçıda uzmanlaşmalı mı sorusunun cevabı sayfaları tutacak bir yazının ve hatta bir “yüksek lisans tezinin” konusu bile olabilir. Peki küratör düzenlediği eserlere nasıl bir katma değer katmalı? Katma değeri mi! Ne tuhaf bir tabir “sanat alanı” için. Her ne kadar “sanat alanındaki” güç ilişkileri (P. Bourdieu sosyolojisinin tabirini kullanmaktayım) kapitalize edilerek dönüşüm göstermeye başlamış olsa bile, yine de tuhaf bir tabir olmaya devam etmekte, bence. Ürünler için söylenen bir tabiri sanat alanına çekmek biraz garip geliyor bana, bazen galeriler veya koleksiyoncular için ürün gibi gözükebilir eserler ama bu tabir olsa olsa eserin ancak ürün ile farkını anlamamaktan kaynaklanabilir sadece. “Katma değer” bir ürünün değerini ve marjını arttırmak demek. Bu yaklaşım, sanatçının eserine kem gözlerle bakmaya doğru götürür. Esere değer katmaktan çok eserin, ürün haline sokulmasıyla, değerini düşürür. Küratörler herhalde böyle bir yaklaşımı benimsemezler, umarım.

Ali Akay

Tüm isimleri ya da nesneleri bir araya – öyle ya da böyle –toplamak küratörlük müdür?

FIRAT ARAPOĞLU (Sanat tarihçisi/Eleştirmen, Akademisyen ve Küratör)

Kanımca sanat dünyasında iki olgunun birbiriyle eşanlamlı düşünülmesinden ortaya çıkan bir karmaşa mevcut: Küratörlük ve Sanat Yazarlığı/Tarihçiliği. Aslında her ikisinin ortaklaştığı yönler elbette mevcut; örneğin özünde her iki alan için de sanat sevgisinin temel motto olması bir realite, ama günün sonunda sanat dünyasında üstlendikleri kimlikleri farklı fonksiyonlara işaret ediyor. Tüm isimleri ya da nesneleri bir araya – öyle ya da böyle – bir arada toplamak küratörlük müdür? Bu argümana bu satırları okuyan çoğu kişinin yüksek sesle HAYIR dediklerini duyar gibiyim. Elbette bunun bir metodolojisi olmalı. Ama, bu konuda hiç de böyle olmayan durumlara rastlamıyor muyuz?

Bir sanat yapıtını edinme, koruma ve sergileme müzeciliğin temel fonksiyonlarını tanımladığı kadar, küratöryel pratikleri de kapsamaktadır ve 1960’ların sonlarından bu yana bağımsız küratörlerin açtıkları büyük ölçekli sergiler, çeşitli mekanlarda gerçekleştirilen kurumsal sergilere alternatif bir dil oluşturmuştu. Ama zamanla bu alternatif sergileme dilinin sanat dünyası tarafından – tüm alternatifleri belirli bir süre sonra absorbe eden kapitalist modernite gibi – kendine mal edildiğine tanık olduk. Bunun nedeni de kurumsal dil ve alternatif dil arasındaki yakınlaşmaydı, zira her ikisinde de temelde paylaştıkları bir edim bulunuyor: Seçmek – Gerçi hayatın hangi alanında seçme edimi bulunmaz ki? Bu aşamada bir olguyu tasarlama (oluşturma) ve sergileme (seçme) edimleri sanatçı, küratör ve sanat yazarı arasında kurulabilecek bir korelasyondur. Sanırım sürekli sorgulanan konu, bu çıldırmış kapitalizm ekseninde seçme edimlerinin nasıl yapıldığına dair günden güne artan sorulardır.

Postmodernist yazarların birçoğu, çağımızda artık özerk alanlardan söz etmenin imkânsız olduğunu vurgulamaktadır ve bunu gerekçelendirirken iş birliğine ve kolektiviteye dayalı üretim alanı içerisinde birçok özerk alanın eridiğini öne sürerler – Sınıf farklılıklarının eridiğini iddia edecek kadar ileri gidenler de mevcuttur. Peki, küratörün ve sanatçının özde rolü aynı mıdır? Her ikisi de ele aldıkları bir konuyu arka arkaya dizerek montajlarken, aslında çoğul bir fonksiyonu mu işaret etmektedir? – Sinema ya da tiyatrodaki kolektivite gibi. Peki tüm rolleri tek bir potada eritmek hem olası mıdır hem de arzu edilir bir olgu mudur? – Andreas Huyssen “interdisiplinerlik” için, tüm disiplinleri birleştirmenin bir tür tek bir disiplin üretmek olduğunu işaret ediyordu, Alacakaranlık Anıları’nın Türkçe çevirisinde olmayan bir makalesinde.

Küratörü konuşurken bence üç temel özelliği ön plana almak gerekiyor: Birincisi kurumsal bir desteğin varlığı/yokluğu, ikincisi küratör figürünün bağımsız olup, olmadığı ve üçüncüsü sanat eleştirisinin – eğer hâlâ varsa – kurumsal bağlamda bu olguları tartışmaya açacak bir isteğinin var olup, olmadığı – Bu son soru ben dahil olmak üzere, küratörlük ve sanat eleştirmenliği pratiklerini aynı anda yürütmeye çalışan araştırmacı/akademisyenler açısından oldukça önemlidir.

Küratör, sergi düzenleyicisidir. Temelde bunu idealize etmenin de yermenin bence çok bir anlamı yok. Neticede modernitede ihtiyaçlar ekseninde yeni uzmanlık alanları ve iş bölümleri ortaya çıkmaya devam ettikçe adı küratör ya da başka bir şey olsun bilgiyi/nesneyi seçen, düzenleyen ve sunan iş bölümleri olacaktır. Örneğin bir editörü ele alalım ve bu editör iyi bilinen bir yayınevinin kültür-sanat bölümünden sorumlu olsun. Neticede onlarca özgün ya da derleme çalışma bu editörün gözünden geçecektir ve/veya radarına girecektir. Belirli bir seriyi düzenlemek isteyen editör ise bunlar arasından bir seçki yapacaktır. Editör kurumunu bu noktada idealize edecek ya da yerecek midir? Sanırım küratör konusunun bu kadar gündeme gelmesinin nedeni, görsel sanattaki sanat nesnesinin meta fetişizmi bağlamındaki değer potansiyeli ve bu potansiyel etrafında örgütlenen medya gücünün varlığıdır.

Küratör, serginin önüne geçer mi? Bu sorunun cevabı sanatsal pratiğin kendisinde değil, pazarlama departmanında olacaktır. Sergilenen sanat nesnelerinin yerini, vereceği pozlara kadar dikkat eden küratörler almışsa, orada bir “yıldızın” varlığından söz edilebilir, çünkü sunulan şey nesne değil, bir “gösteri” olacaktır. Öte yandan küratörün hem teknik hem idari hem de yazınsal birçok görev tanımının olduğunu belirtmem gerekiyor – Bu, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bambaşka sömürü mekanizmalarını gündeme getiriyor. Ama aslında özünde küratör her biri farklı nesneleri belirli bir tema, kronoloji, jenerasyon ve coğrafya ekseninde birleştiren bir isim olarak düşünülmeli. Bu açıdan 1969 yılında Berne Kunsthalle’den istifa etmesinin ardından sergiler düzenlemeye başlayan Harald Szeemann ilk bağımsız küratör olarak kabul ediliyor. Szeemann’ın getirdiği yenilik politik ve eleştirel formların, sadece yüksek sanat olarak sunulmamasıydı ve zaten, enstalasyonlar, efemeral malzemeler 1970’lerden bu yana küratöryel tercihlerin içine dahil olmaya başlamıştı. Öte yandan sanırım küratörlüğün sanat dünyasındaki kritik pozisyonu, bir grup sergisini sanki bir tekil gösteriymişçesine sunduğu varsayımına dayanıyor. Yani küratörün serginin önüne geçerek, birincil pozisyon aldığı tezine. Bu teze göre eğer küratör “auteur” olursa, sanatçı otonom kimliğini yitirecektir.

Sanat pratiğini gündelik dünyadan yalıtarak, korunaklı alanlarda, seçkin zümre için sunmak sadece küratörün değil, sanat dünyasının diğer bileşenlerinin de problemidir. Küratörün bu noktada tüketim olgusuna hizmet edip etmediği sorgulanabilir. Bir küratör verili bilgilerle hareket etmeyip, sanatçılar ve sanat nesnelerinin örgütlenmesini diyalektik süreçlerle inşa ederse, bu yenilikçi ve öncü olacaktır. Küratör ve sanatçı ilişkisinin lojik, etik ve estetik sınırlarının da önemli olduğunu düşünüyorum. Her iki figürün birbirlerini yanlış sosyolojik ve sanat tarihsel ilkeler üzerinden manipüle etmemesi gerekiyor ve ayrıca hangi eserin, nasıl gösterileceği konusunda karşılıklı bir mutabakatın çok önceden belirlenmesi gerekiyor. Bu açıdan diyalog çok önemli ve diyalog ekseninde iletişim ve müzakere önem kazanıyor.

Fırat Arapoğlu. Fotoğraf: Elif Kahveci.

Ne büyük bir beklenti ne ağır bir görev tanımı, değil mi?

M. ÖZALP BİROL (Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü)

Günümüzün sanat ortamında küratör belli konuları seçen, bu konulara yeni ufuklar açmak amacıyla seçtiği sanatçıların eserlerini, o sanatçılarla sağladığı mutabakat çerçevesinde bir araya getirip birbiriyle ilişkilendiren kişidir. İçinde bulunduğumuz sistem, bütün bunların yanında küratörden, projenin sanatçı ve sanat kurumuyla ilişkiler dahil, her adımının yönetilmesini bekler. Çok zor… Ne büyük bir beklenti ne ağır bir görev tanımı, değil mi?

Ama aslına bakılırsa, küratörün Antik Roma’dan bugüne devam eden bir koruma ve kapama görevi olduğunu söyleyebiliriz. Bu işlevlerin masumiyetinin, birbiriyle ilişkilerinin ve küratörün neyi gizlediğinin sorgulanmasıysa, sanat-erk-siyaset bağlamında ayrı bir tartışma konusu. Bir konunun yeni boyutlarını, yeni açılımlarını ortaya çıkaran, yorumlayan ve sorunlara çözümler öneren kişi demek daha kapsayıcı bir tanımlama olur.

Küratörlük bazen geçmişle bugün arasında köprü kurmayı ve âna tanıklık etmeyi de içerir ama bu her zaman zorunlu olmayabilir. Küratörün zamanla, konularla ilişkisi kadar, sanatçıyla ve sanat kurumlarıyla ilişkisi de önemli ve üzerine kafa yorulması gereken bir husustur. Küratör sanatçının ne gözüdür ne düşmanı… Sürecin yöneticisi, sanatçının paydaşıdır. Sergi düzenler, onun gerçekleşmesini mümkün kılar.

Seçilen parçalarla bir bütün oluşturabilmek ise analitik düşünme becerisi, yaratıcılık, konuyla ilgili bilgi, donanım ve stratejik iletişim gerektirir. Bu durum, yeni ve çok yönlü bir yaratı sürecidir. Bana göre küratör, seçtiği konuyla ilgili yorumunu bir araya getirdiği eserlerden oluşturduğu bütünle yapandır. Dolayısıyla editörlük de küratörün iş tanımının bir parçasıdır.

Eserlerine yer verdiği sanatçılarla, kurguladığı bağlamda mutabık kalması elbette önceliklidir. Bu bağlam ve yaklaşım çerçevesinde, eserlerin o konuyla olan bağlantısını, olması gerektiği gibi aktarandır. Küratöre eserin “şifacısı” demek ise biraz abartılı bir tanımlama olur. İlle de “şifa” sözcüğü üstünden gideceksek; bence, eser, varlığıyla içinde yer aldığı projeye anlam katar, şifa verir. Küratör, seçtiği konu ve hazırladığı kurguyla bunun etkisini artırır ve farklı boyutlara taşır. Her zaman bir küratöre ihtiyaç olmayabilir. Sanatçı kendi sergisinin küratörü olabilir.

Küratörün başarısı, seçtiği eserleri nasıl bir yaklaşımla bir araya getirdiğinde yatar. Bu öyle bir yaklaşım olmalıdır ki hem o eser bağımsız olarak kendi mesajını versin hem de içinde bulunduğu bütüne, küratörün seçtiği ve odaklandığı konu bağlamında, yeni bir boyut katsın. Dolayısıyla burada, çevirmenlik gibi daha doğrusal bir eylemden ziyade daha karmaşık bir süreç işler. Bu nedenle de bir küratörün eğitimi, donanımı nasıl olmalıdır diye düşününce ortaya büyük bir paket çıkıyor. Görsel sanatlar, sanat tarihi, arkeoloji, mimarlık, tasarım, endüstri ve tasarım mühendisliği gibi alanlarda eğitim görmüş, uzmanlaşmış olmak ve bu uzmanlığı dijital teknolojiler, işletme, yöneticilik ve ilişki yönetimi becerileriyle taçlandırmak küratörlük için uygun bir paket gibi gözüküyor.

M. Özalp Birol

“Sen bu serginin komiseri değil misin?”

OSMAN NURİ İYEM (Sanatçı, Yönetmen ve Evin Sanat Galerisi Kreatif Direktörü)

Kelimenin kökeninin Latince curare’den geldiği gibi, öğrencilik yıllarımda Türkiye’deki sanat dünyasında serginin komiseri olmaktan geldiğini söyleyenler de boldu. Hatta bir grup sergisindeki bir iş, polise şikâyet edildiğinde, karakola çağırılan küratöre polislerin ‘Sen bu serginin komiseri değil misin?’ diyerek, onu sorumlu tutmak istemeleri üzerine, küratörün ‘hayır küratör, küvezden gelir, yaptığımız iş sanatçıyı bir bebek gibi sarmalayıp kendisini en iyi ifade etmesine olanak tanımaktır’ demesinin hikâyesini bile dinledim ben bu ülkede.

Bugün Berlin’deki meşhur gece klubü Berghain’in kapısındaki bodyguard’ın ‘ben buranın küratörüyüm, içeri girenleri belirleyerek o gecenin tonunu belirliyorum’ diye verdiği röportajdan, butik bir dükkânda satılacak ürünleri belirleyenlerin de kendilerine küratör demesine şahit olmak mümkündür. Sanırım içinde bulunduğumuz gerçek ötesi (post truth) dönemde, birçok kelime gibi içi kerelerce boşaltılıp doldurulan, her kullananın başka anlamlar yükleyebildiği bir kelimeye dönüşmüştür küratörlük de biraz.

Ama gelelim gerçek bir küratörden neler bekleyebileceğimize; öncelikle bir sergiyi bir araya getiren, sanatçıları ve yapıtları ortak kavramlarda buluşturan, bu esnada kılı kırk yararak serginin düzenlenmesi, mekânın tasarımı gibi birçok unsuru isterse bilfiil ele alıp, isterse de bazı görevleri başka insanlara devredebilen, katalog-kitap tasarımı ve içeriği hakkında söz ve fikir sahibi olması gereken, sergiyi gezenlerin ne beklemesi ve nasıl gezmesi konusunda kılavuzluk eden kişidir bence. Ama bir küratörün bir sergiyi ve yapıtları nasıl ele alacağının, o serginin neye ihtiyacı olduğuyla şekilleneceğini de unutmamalıyız; her konu, her mekân, her oluşum kendi dinamikleriyle gelecektir masaya.

İlginizi çekebilir:  Deprem Yazgı Değil

Geçmişle bugün arasında köprü kurması, küratörün sanat tarihine olan yetkinliği ile alakalıdır, ki bu bence işin olmazsa olmazıdır. Ele aldığı konu hakkında, daha önce çalışmış sanatçılardan, daha önce düzenlenmiş sergilere kadar hâkim olması işini hakkıyla yapmasına izin verir. Geçmişten gelen yapıtların günümüzde farklı okumalarına vesile olur. Seçtiği yapıtların bir aradalığı ve serginin tasarımı, yapıtların tek tek daha iyi anlaşılabilmesine de olanak vermelidir, bir bütün olarak ortaya konanın, tekil parçalardan daha anlamlı olmasına da. Mesela Lizbon’da bulunan Berardo Collection Müzesi’nde ‘Constellations: A Choreography Of Minimal Gestures’ isimli bir sergi gezmiştim, küratörler koleksiyondaki yapıtlardan kimilerini bir araya getirerek ‘constellation’lar yani takımyıldızlar oluşturmuşlardı, Benjamin’in bu konudaki bir fikrinden yola çıkarak. Her yapıt kendi kendine görülebildiği ve okunabildiği gibi, küratörlerin önerisiyle bir arada da görülüp, okunabiliyordu. Tabii bunun için ‘ben küratörüm’ diyen birinin, sanat tarihi, dünya tarihi, sosyoloji, felsefe, psikoloji, hatta malzeme ve sergi kurulumu gibi meseleler üzerine dahi sıkı bir birikim sahibi olması gereklidir.

Günümüzün neoliberal düzeninde ne yazık ki, her zaman bu koşullar yoktur; küratöre bazen bir koleksiyon verilip oradan bir dizgi çıkarması beklenir, bazense ticari kaygılar küratöre baskı uygular. Günün sonunda herkes karnını doyurmak zorundadır.

Küratörsüz sergi tabii ki olur; birçok sanatçı kişisel sergisini kendi planlar, hatta katalog yazısını bile yazabilir. Sanatçı grupları ve inisiyatifleri de küratörsüz olarak bir araya gelip sergiler düzenlerler. Dahası galeriler ve müzeler, bünyelerinde kendi çizgileri ve planları dahilinde birçok sergiyi de küratörsüz olarak düzenlerler. Yani küratör hem olmazsa olmaz değildir, hem de doğru dinamikler ve koşullar sağlandığında bir serginin en önemli öğelerinden biridir. Tabii, bu noktaya bir de şöyle bakmak lazım, küratör sanatçıların önüne geçiyor mu geçmiyor mu; büyük bir sergiyi içindeki sanatçılarla mı hatırlıyoruz, yoksa sadece küratörüyle mi sorusunun cevabını sanırım hepimiz biliyoruz.

Kendi adıma konuşmak gerekirse, daha önce sergilerde küratör sıfatıyla hareket etmiş olsam da meslek olarak kendime bir küratör demem, diyemem. Koşullar gereği sergi bazlı küratörlük yapmak başka bir şey, meslek olarak küratör olmak başka bir şey. Tıpkı her galericinin veya sanatçının işini aynı özen ve emekle yapmadığı gibi, her küratör de aynı özeni ve emeği sergilemez. Seçili eserleri dizip üzerine yazı yazmak başka bir iş, bir fikir ortaya koyup, bunun etrafında doğru sanatçılar ve doğru yapıtları dizerek, bir konuya eğilmek bambaşka bir iş.

Dediğim gibi çağımız kavramların içlerinin kerelerde boşaltılıp, doldurulduğu bir çağ, o yüzden insanların kendilerini nasıl tanımladıklarına bakarken, öncelikle bu tanımların altını ne kadar doldurabildiklerine bakmak lazım. Yoksa hakkıyla şahane sergiler düzenleyen küratörlerin de hakkını yemiş oluruz.

Osman Nuri İyem

Belli bir donanıma, vizyona, sahip olmayan kişiler küratörlük için gerekli vasıflara sahip değildir

BİLLUR TANSEL (Açık Diyalog İstanbul Kurucu, Küratör ve Yazar)

Küratör birlikte çalıştığı sanatçı ve kurumlara, içinde bulunduğu topluma ve dünyaya karşı belli sorumlulukları olan kişidir, aynı zamanda da bir vizyoner, bir fikir önderidir. Öne sürdüğü söylemler bu bakımdan değerlendirilmelidir. Küratoryal süreçte, araştırmalarda büyük önem taşır küratör; gündemdeki konuları takip etmeli, kendini ve üzerinde çalıştığı projeleri geliştirmeye devam etmelidir. Belli bir donanıma, sorumluluk bilincine, vizyona, etik ve prensip anlayışına sahip olmayan kişiler küratörlük için gerekli vasıflara sahip değildir. Bunu en doğru değerlendirecek kişiler ise izleyiciler ve sanat eleştirmenleri olmalıdır.

Küratör sanatçı ile birlikte düşünür, onun söylemini, kendisininkiyle buluşturarak, en etkili biçimde izleyiciyle buluşturmayı amaçlar. Dolayısıyla bir mercekten bakıldığında, küratörün; sanatçı ile iş birliği içinde ortak bir söylem geliştiren elçi olduğu söylenebilir belki. Hans Ulrich Obrist, The Guardian gazetesiyle yaptığı bir röportajda “küratörü hiçbir zaman sanatçıya bir rakip olarak düşünmedim; ben küratör olduğumda sanatçılara yardımcı olmayı istiyordum. Kendi çalışmamı katalizör ve/veya antrenman arkadaşlığı olarak düşünürüm” demişti.

Küratörlük bu doğrultuda bir nevi misyon olarak düşünülebilir; iyi bir formasyon ve vizyon gerektirir; farklı alanlarda eğitim, deneyim önemlidir. Bu formasyon zamanın ruhu, gündemi ile birlikte ustaca harmanlanabilir ve izleyiciyi de içine alabilecek nitelikte söylemlerle ortaya konabilirse; amacına ulaşmış olur. İyi bir küratör işini tutkuyla, sorgulayarak ve aklını kullanarak yapar. Her şeyi izleyiciye hazır olarak vermez, onu meraklandırır ve araştırmaya teşvik eder.

Latince kökeni “curare” iyileştirmek, onamak anlamına gelen küratörlük, sanat yoluyla izleyicilere içinde bulunduğumuz dünyadan bir kaçış imkânı sunar çoğu zaman; içine isteğimiz dışında fırlatıldığımız bir dünyaya alternatif bir dünya tasavvuru içerir. Orta çağ döneminde, “curare” papazların ruhlara gösterdiği ihtimam olarak anılırken; 18. yüzyılda sanat koleksiyonları ve eserlerine ihtimam göstermek olarak kullanılmış. Günümüzde ise küratörlük mesleği çerçevesinde en az dört farklı anlam olduğu düşünülebilir diyor, İsviçreli küratör Hans Ulrich Obrist ve bu dört anlamı şöyle dile getiriyor: “sanat mirasını korumak ve saklamak, yeni işler seçmek, sanat tarihiyle olan bağımızı devam ettirmek, eserleri düzenlemek ve sergilemek.” “Ama” diye ekliyor, aslında küratörlük bu saydıklarımdan çok daha fazlası çünkü 1800’lerde sergilere çok az izleyici giderdi; şimdi ise milyonlarca izleyici var. Artık kitlesel bir araç ve ritüel. Sergileri küratörler hazırlıyor ve bu yolla onları izleyiciler için, olağanüstü deneyimler haline getiriyorlar.

Sanatçılar ve küratörler sanat yoluyla yepyeni olasılıkları mümkün kılar. Sanat, beraberinde getirdiği yaratıcılık, nefes alma alanı, renkler ve farklı söylemlerle izleyicileri sarıp sarmalar. Sanatçı ve küratör ise izleyiciyi kendi tasavvurlarındaki alternatif dünyaya davet ederler. Sanat; alternatif bir dünya, nefes alma/keşif alanı ve yeni olasılıklar ihtimalini beraberinde getirdiği için, izleyici için bir ümit niteliği taşır. Bu nedenle sanatla yaşamak izleyiciye iyi gelen ve vazgeçemediği bir hayat biçimi haline gelir.

Neyin ön plana çıkacağı, neyin gizleneceği küratör tarafından belirlenir, ama çağdaş sanat izleyiciyi merkeze alır… İzleyicinin donanımı, bilgi birikimi de eserlerle ilişkisini birebir etkileyen unsurlardan bir tanesidir. Ama serginin başarısı ortaya koyduğu öncü söylemlerde ve arkasında bıraktığı kalıcı izdedir. İzleyiciyi konfor alanından çıkartıp aksiyon almaya teşvik edebilirse ve hafızalarda yerini muhafaza edecek nitelikte ise hedefine ulaşmıştır.

Sanatçı bir eser üretirken kendi tarihselliğini, sosyalliğini ortaya koyar. İnsan geçmişle bugün arasında bir köprü görevi gördüğü için sanatı yoluyla da bunu ifade edecektir. Bu sebeple; her eser belli bir tarih ve yaşanmışlığı beraberinde getirir. Çağdaş sanat günün ruhundan beslenir ve yaşanmışlıkları kendi yorumuyla gözler önüne koyar.

Burada yakın geçmişle günümüz arasında nasıl bir köprü kurulabileceğine bir örnek verecek olursak; 26 Mart-31 Temmuz tarihleri arasında, Alsancak/İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde devam etmekte olan ve küratörlüğünü yürütmek üzere davet edildiğim bir sergi üzerinde birlikte düşünebiliriz.

“Mitler ve Hayaller” adlı serginin konsepti Fransız Psikanalist ve Filozof Felix Guattari’nin 1989 senesinde öne sürdüğü “ekozofi” ve “autopoïese” kavramları üzerine kurgulandı ama söylemi hâlâ oldukça gündemde; çünkü kitap yazıldıktan otuz üç sene sonra, içinde bulunduğumuz dönemde halen işaret ettiği ve çözüm önerdiği küresel sorunla (ekolojik tehlikeler) karşı karşıyayız; hatta bu sorun maalesef çok daha ciddi boyutlara gelmiş durumda. Dolayısıyla Elgiz Koleksiyonu’ndan yaptığım seçkide farklı ülke ve kültürlerden gelen sanatçıların o dönemden günümüze bu mevzuyu nasıl ele aldıklarını inceleme fırsatı doğuyor.

Buna bir örnek; sergide yer alan bir sanatçı ve eseridir. Bu bağlamda; Piero Gilardi isimli İtalyan sanatçı ve aktivistin 1965 senesinde henüz ekolojik kaygılar su yüzüne çıkmadan üzerinde çalışmaya başladığı ve insanlığa bir uyarı niteliğinde ürettiği yapay doğa halıları (Tapetti Natura) ele alınabilir. Sanatçı bu eserlerini doğal biyotoplar yok olduktan sonra kullanılabilecek alternatif doğa yerleştirmeleri olarak kurgulamıştır. Sanatçının, “Sibernetik bireysel canlı hücreler” olarak adlandırdığı bu eserleri: çakıl taşları, meyveler, sebzeler ve taze otlar halinde şekillendirilmiş köpük kauçuktan oluşan, ziyaretçilerin üzerine oturabileceği veya basabileceği küçük “doğa” parçaları olarak kurgulanmıştır. Gilardi bu söylemle doğayı bir tip tüketim ürünü olarak dikkatlere sunmuş ve belki de doğanın özelleştirilmesi önerisi üzerinde durarak, “doğa kime ait olacak” sorusu üzerinde düşünülmesini amaçlıyordu. Gilardi’nin doğa örtüsünün bir simülakrası olarak adlandırdığı bu kurgudan ancak on altı yıl sonra, 1981 senesinde Fransız Felsefeci Jean Baudrillard, gerçeklik, simgeler ve toplum ilişkisini ele alan “Simulacres et Simulation” kitabını yayınlamıştır.

İdeal anlamda, sanatçı ve küratörün ortak çalışmaları; iki yönlü ilham kaynağı teşkil eden ve iki tarafın da çalışma azimlerini arttıran itici güç niteliği taşımalıdır.

Belki farklı küratörler farklı yöntemlerle düşünüp, çalışabilir ama etik olan; sanatçıyı sürece dahil etmesi, kurgu üzerinde birlikte düşünmesidir. Ancak o zaman aralarında bir söylem bütünlüğü ve bir diyalog imkânı doğabilir. Eğer aralarında iyi ve sağlıklı bir diyalog, ortaklık kurabilirlerse, bu ilişkiler uzun dönemlere yayılabilir, farklı projelere dönüşebilir. Bu her ikisi içinde geliştirici ve yüceltici bir sürece dönüşebilir ve bu sayede, birbirlerini daha yukarıya taşıyabilirler.

Küratörün eserin şifacısı olduğu belirtilebilir mi bilmiyorum ama ona emanet edilen eserin ihtimamla, en güvenli ve en doğru biçimde sergilenmesinden sorumludur. Bunun dışında bazı küratörlerin; günümüzde yaşanan sorunlara işaret etmek ve önerilerde bulunmak suretiyle toplum şifasını gözettikleri öne sürülebilir. Küratör birçok konuda ehil olmalıdır ve birçok rol ve sorumluluk üstlenir. Küratoryal süreçte yapılması gereken her şeyi a’dan z’ye yönetir ve takip eder; sergi söyleminin takipçilere en doğru ve etkin şekilde aktarılmasını amaçlar. Ama bunu yaparken izleyiciye her şeyi açık ve net olarak aktarmaz, her zaman kendini geliştirme, konuyu sorgulama ve araştırma için alan bırakmalıdır. Küratör; gerektiğinde birçok farklı rolün yanında, iyi bir gözlemci, iyi bir organizatör, iyi bir yazar, iyi bir akrobat, iyi bir toplum bilimci, iyi bir lider, iyi bir editör, iyi bir kriz yöneticisi, çözüm üreticisidir, iyi bir ekonomisttir.

Küratör ile çevirmen arasında birçok bakımdan benzerlikler vardır ama küratör salt çevirmen olarak düşünülemez, projeye kattığı birçok unsur vardır; asıl olarak projenin özünü, eserler aracılığı ve mekânın tözü ile birlikte düşünerek en etkin biçimde ortaya koymak ister. Aralarındaki benzerlikler açısından değerlendirildiğinde; küratör de bilgi birikimini, estetik donanımını ve kendi yorumunu ekleyerek, sanatçının söylemini izleyiciye açıklar ve bu bakımdan, onları orta noktada buluşturan bir aracı olarak düşünülebilir. Bunun için tıpkı çevirmenin yapması gerektiği gibi; anlatacağı şeyi doğru algılaması ve en doğru ifade biçimi ile maharetle anlatabilmesi gerekir.

Küratörsüz sergiler yapılsa da günümüzde küratörün rolü oldukça önemlidir. Bulunduğumuz zaman ve konjonktürde küratörün sorumlulukları her geçen gün artmaktadır. Birçok bakımdan küratör günümüzde projelerin her yönüyle sorumluluğunu üstlenen, her aşaması üzerinde büyük özen ve çaba ortaya koyarak gerçekleşmesini mümkün kılan kişidir.

Küratör farklı alanlarda eğitim almış olabilir; felsefe, sanat tarihi, mimarlık, ekonomi, sanat yönetimi, sosyoloji alanlarında eğitimler de destekleyici nitelikte olacaktır. Ama küratörlerin dünyada olup bitenleri takip etmesi büyük önem taşır. Sadece çeşitli uluslararası kültür ve sanat kurumlarında, fuarlarda, bienallerde, trienallerde olanları değil, aynı zamanda dünya aktüalitesini izlemesi, bol bol araştırma yapması gereklidir. Eğitim ve araştırmaların sürekliliği önemlidir; küratör bu manada daimî bir öğrencidir ve etrafındakileri de projeleri kapsamında organize ettiği kültürel etkinliklerle eğitmeye, bilinçlendirmeye, araştırmaya teşvik etmelidir.

Belli bir alanda, zaman diliminde uzmanlaşmak küratörün kendisini doğru konumlandırması açısından önemlidir. Bu yolla kendisini ve izleyicisini daha da geliştirebilir. Sergi kurgusunun bağlı olduğu söylem ve felsefe büyük bir önem taşır.

Billur Tansel

Küratör yalnızca koordinatör ya da organizatör değildir. Olmamalıdır!

DERYA YÜCEL (Küratör, Sanat Yazarı, Akademisyen ve AICA Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi)

Küratör yalnızca koordinatör ya da organizatör değildir. Olmamalıdır. Küratörün sorumluluğu, kültür endüstrisi içinde yer alan ve farklı işlevler taşıyan odaklar arasında sanat aracılığıyla iletişim kurmaktır. Sanatçının yaratıcı duyarlılıkları ve mesajları, kurumların misyon ve amaçları ile izleyicinin alımlama süreçlerinin tümünü dengeli biçimde ortaya koymakla sorumlu olan küratörlük, deneyime bağlı bir yaratıcılığı da gerektirir. Küratör “eserin” şifacısı değildir ama belirli bir çerçevede kılavuzu/elçisi olabilir.

Küratör editör değildir. Ancak editörlerin bazı görev ve sorumluluk tanımları küratör ile benzerlikler içerebilir. Fikirleri gözden geçirmek, seçmek, düzenlemek, yorumlamak, iş birliği yapmak, iletişim kurmak, yaratıcısına sadık kalarak ve kendi sınırları içinde etik kurallara uyarak gerekli müdahaleleri yapmak, zaman ve bütçe takvimi çalışmak, vb. editörlükte olduğu gibi küratörlükte de kişisel nitelik ve yetkinlik önemlidir.

Küratör ve çevirmen arasında bir benzerlik varsa bu “yorum”lama pratiği olabilir. Argümana ve bilgiye dayalı, farklı perspektiflerden bakmayı öneren yaratıcı yorumlama zihin açıcı olabilir. Dolayısıyla leziz bir çeviride olduğu gibi küratöryal sergilerde de bireysel yöntemler, kişiye özgü yaklaşımlar ve metotlar bütünün niteliğini artırabilir. Küratörsüz sergi elbette olur. Sanatçı ve küratör ya da kurum ve küratör iş birliği yani birlikte çalışmak her iki tarafın da inisiyatifinde gelişir. Küratörün eğitiminde, eğitimden çok donanımı nasıl olmalıdır sorusu bana daha uygun gibi geliyor. Bu da bir kişinin aynı kimlik içinde teorisyen, düşünür, akademisyen, yazar, eleştirmen, finansör, PR ve iletişim uzmanı, muhasebeci, psikolog, avukat, elçi, hamal, teknisyen olmasının mümkün olup olmadığını sormak gibi… Sanat, siyaset, tarih, kültürel incelemeler, sosyoloji, psikoloji gibi uzayabilecek bir geri plan var evet. Ancak yalnızca eğitim değil, ilgi, merak, beceri, kabiliyet, yaratıcılık, donanım ve deneyimin beslediği bir figür küratör.

Küratör belirli bir alanda, zaman diliminde veya sanatçıda uzmanlaşmalı mı konusunda kanımca herkes kendi döneminin tanığıdır. Bu tanıklığın içinde de öncelikli sorumluluğunuz sanatçılara karşı olmalıdır. Sanatçılar üzerine uzmanlaşmak, sanatsal diyaloğun canlı tutulduğu, görüş ve düşünsel açıdan ise paralel duruşların çevrelediği bir ilişkiler bütünü gerektirir.

Çağdaş sanat alanında etkinlik gösteren bağımsız ya da “görece” bağımsız küratör, sanatsal ve düşünsel izleği ile paralel olan yaklaşımları sunmayı, görsel sanat pratikleri içinde yaratıcı ya da yaratıcı ortağı olarak daha aktif bir rolü benimser. Görece bağımsız diye vurguluyorum çünkü var olan sanat sistemi içinde tamamen bağımsızlık gibi bir olgu çok gerçekçi değil.

Estetik, sanatsal, politik, ekonomik, toplumsal, bilimsel değişimlerle sanatçıların düşünceleri ve üretimleri arasındaki koşutlukları ve karşıtlıkları aramak, değerlendirmek ve bunları açıklayan, geniş kitlelerle paylaşan sergiler/içerikler oluşturmak küratörün sorumluluğudur. Küratörün bir katma değeri olacaksa bu da sergi formu içinde “büyük” düşünceler üretmek yerine, düşüncelere ulaşmada farklı yollar önermek, sergide duyumsanabilir bir atmosfer yaratmak, ana arter dışında da var olan bir belleği kaydetmekle olabilir.

Derya Yücel
Previous Story

border_less ARTBOOK DAYS 12-15 Mayıs’ta

Next Story

Decollage Art Space’te Yeni Sergi

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.