Görsel: Instagram / @sehirtiyatrolari

“Tuhaf” Bir Darbenin Gölgesi – “Hepimizin bir 12 Eylül Hikayesi Yok mu?”

//

Bazı olaylar toplumsal hafızada öyle derin yer eder ki, aradan yıllar da geçse, o gün nerede olduğunuzu, ne yaptığınızı çok net hatırlarsınız. 12 Eylül 1980 de Türkiye için böyle bir gündü. Yaşı tutan herkes, eminim, darbe ilan edildiği an nerede olduğunu, ne yaptığını hala dün gibi hatırlıyordur. Şirin Gürbüz’ün “Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık” ı, darbenin içinden çıkmış ender oyunlardan, hem de yeni.

Ben, Nişantaşı’nda anneannemin evindeydim. İki hafta sonra okullar açılacak, ilkokul 2. sınıfa başlayacaktım. Radyoda çalınan marşlarla uyandım. Sonra açıklama yapıldı. Sokağa çıkma yasağı ilan edildiği için Suadiye’deki evimize dönemedik. Teyzelerimin biri, Büyükada’da mahsur kaldı. Annemin bir arkadaşı, gazeteci olduğu için yasağa rağmen sokağa çıkabiliyordu. Evde canım sıkıldığı için Vosvos’u ile evde canı sıkılan kendi küçük kızını benimle oynamaya getirdi. Arıza ve kavga çıkardım. Babası gelip kızı geri götürmek zorunda kaldı.

Oyunda Can Alibeyoğlu, Caner Bilginer, Ebru Üstüntaş, Hazal Uprak, Kamer Karabektaş, Kutay Kırşehirlioğlu ve Radife Baltaoğlu rol alıyor.

Bu 12 Eylül’le ilgili 7 yaşındaki bir çocuğun kendi kadar küçük dramasıydı. Ama ülkenin sonraki 40 yılının gidişatını belirleyecek bu mega olay, bir sanat dalı olan dramaya, yani tiyatro sahnesine şaşırtıcı derecede az yansıdı. Baskının içselleştirilmesi ve korku sebep oldu mutlaka buna.

Darbe Etkisinde Hayatlar

Şirin Gürbüz’ün “Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık”ı, darbenin içinden çıkmış ender oyunlardan, hem de yeni. Yönetmen Emre Koyuncuoğlu metinle Nilüfer Belediyesi ve Mitos Boyut’un ortak düzenledikleri bir yarışmada ödül alan oyunlardan biri olarak tanışmış, çok etkilenip sahneye taşımaya karar vermiş. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bu sezon sahneleniyor. “Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık”, parçalı bir biçimle yazılmış; bu formu darbenin en iyi başardığı misyonuyla, “hayat parçalama”yla bire bir örtüşüyor.

Görsel: Instagram / @sehirtiyatrolari

Hikâye, bir ailenin farklı zamanları ve karakterleri üzerinden ilerliyor. Bir takım “yasa dışı” faaliyetlere bulaştığı için kız kardeşiyle yeğeninin evinde saklanan bir dayı, genç oğlu eve gelmeyince onu aramaya çıkan ve sokaktan toplanıp işkencede ölen hemşire anne. Aradan geçen yıllardan sonra genç oğlanla o zaman hamile olan kız arkadaşının kızının babasıyla tanışması ve onu hayatında olmadığı için suçlaması… Adamın bir trafik kazasında ölmesi ve kızın babasının ikinci kızının; sakat, astrolojiye meraklı, evden neredeyse hiç çıkmayan bir genç kız kardeşin varlığını öğrenmesi. Kurulan dostluk. Büyük kızın, babaannesinin kemiklerini çıkartıp şehir şehir gezdirerek insanların hafızasını tazeleme misyonu ve bu yüzden hapse girmesi. Aradan geçmiş 30 küsur yıl sonra bir şekilde hala darbe etkisindeki hayatlar…

Hepimiz Bir Ağırlığın Altında Kalmadık mı?

Tam da böyle olmadı mı? Bire bir ilişkili olsun olmasın, bu ülkede yaşayan her aile bir şekilde bu ağırlığın altında kalmadı mı? ‘Resmi’ rakamlara göre gözaltına alınan 650 bin, fişlenen 1 milyon 683 bin, askeri mahkemelerce yargılanan 230.000, vatandaşlıktan çıkarılan 14.000, açlık grevlerinde 14, işkence ve sorgularda ölen 171, idamı istenen 7000 küsur ve idam edilen 49 kişiyle aileleri dışında kalan herkes de bir şekilde bir travma yaşamadı mı? Yakınını kaybedenler dışında korkudan suskunlaşmış, o dönem sessiz kalmış ya da ayrıcalıklı olmuş insanlar da
ailelerine türlü çeşit travma yüklemediler mi? Her ailenin bir 12 Eylül hikayesi yok mu?

Görsel: Instagram / @sehirtiyatrolari

Üç Nesil Üzerinden Aktarıyor

Şirin Gürbüz’ün oyunu yaşananları 3 nesil üzerinden aktarıyor. Emre Koyuncuoğlu’na kulak verelim: “12 Eylül Askeri Rejiminin /bir darbenin, parça parça ettiği hayatlar, aileler, geriye kalan bölük pörçük hafıza ve tüm bunlarla kurulmaya çalışılan bir gelecek, oyunun konusu. Böyle bir metin, sahneleme açısından da yeni bir form arayışı demekti. Sahnede özgün bir dil ve bir estetik oluşturma fikri, oyunun yakın tarih eleştirisi barındırıyor olması ve o tarihin aşina olduğumuz bir perspektifinden değil de, çok içerden/aile içinden anlatılıyor olması, benim bu
oyunu sahneye koymayı istememin nedenidir.”

Görsel: Instagram / @sehirtiyatrolari

Seyirci Dedektif Olursa

Emre Koyuncuoğlu bence tiyatromuzun en donanımlı, yetenekli ve özgün yönetmenlerinden biri. Gerçek bir entelektüel ve interdisipliner. İzlediğim her rejisi (Irk Bitig, Lysistrata, Afrika Dansı…) bir yönüyle aklıma kazınmıştır. Onun bir rejisini izlerken her detayın onun oyunu çözümlemesinin, kavramsallaştırmasının ve sentezinin bir sonucu olarak sahnede bulunduğunu, hiçbir şeyin rastgele olmadığını bilir, buna göre vaziyet alırsınız. Böylece oyun izleme eylemi bir tür hazine avına, ipuçlarını birleştirerek rejinin izini sürme oyununa dönüşerek sizden aktif bir seyirci yaratır. Rejileri kafayı çalıştırmanızı sizden dümdüz talep eder, ve bu, iyidir.

İlginizi çekebilir:  BM İklim Değişikliği Konferansı Sanatçıları Buluşturdu
Görsel: Instagram / @sehirtiyatrolari

Bu rejisinde de, örneğin oyunun sembolik bir gerçeğini, “kaygan zeminde” ilerlemesini cisimleştirmiş, sahne su üzerinde kaydırılan sabitlenmemiş mekan parçalarından oluşuyor. Her şey, her mekân, her zaman dilimi, tek bir sahnede toplanmış, böylece adeta oyunun parçaları teyellenerek bir araya getirilmiş. (Dekor Tasarımı yine tiyatromuzun en yeteneklilerinden Barış Dinçel). Gölge kavramı çok önemli sonra. “Görüntüyü Leyla’nın bilinçaltı ve kendi gölgesinde kendini görme biçimi olarak yerleştirdim. Bulanık sisli geçişler, hayaletler, gerçek-üstü, gerçek-dışı varoluşlarla gerçeği yan yana yerleştirmek istedim” diyor Koyuncuoğlu ve gelişigüzel gibi görünmeleri son derece bilinçli seçilmiş bir takım gölgeler, hayaletimsi görüntüler usul usul suya yansıyor.

Oyunculukları ve Kurdukları Dayanışma İlişkisi

Sakat küçük kız kardeşin soyutlanmış heykel gibi korseleri, iskeletler, yerleştirme olarak sahnede, aynı zamanda birer de karakterler. Oyunun parçalı yapısı gereği 10-15 dakika var olup sonra bir daha görmediğimiz karakterler var, bunlar çok özel ve iyi oyunculuklar gerektiriyor ve bu başarılmış. Fakat iki başrol, yani iki kız kardeş, Ebru Üstüntaş ve Hazal Uprak oyunculukları kadar aralarında kurdukları gerçek dayanışma ilişkisiyle sahnede dönenlere büyük katkı sağlıyor.

Ebru Üstüntaş 

“Bir dişil estetiği olan, birbirine ince iplerle narince teyellenmiş oyun sahneleri, hunharca şiddetin olduğu bir gerçeği anlatıyor. Metin öyle yazılmış…Ben de böyle bir metni o hassasiyetle acının yerleştiği derinliğinin farkında olarak, sahnelerimizde bu oyunla çok bilinçli bir şekilde dişi bir estetik önerisi olan yeni bir politik tiyatro dili öneriyorum. Tamamen yazarın yaptığı gibi iki kızın adımlarını ve dayanışma önerilerini takip ediyorum. Oyunun 80’li dönemin harabesini aktaran hikayesinin iki kız tarafından toparlanıp aktarılmaya dönüşmesini ve ilişkilerinden toplumsal bir önerinin oluşmaya başlamasını seviyorum. Oyunda “ucubelik, gariplik” bilinçli olarak var. Tanımlanmamış ama aşina olunan, bir aradalıkları bazen garip gözüken sahnede ara alanlar yaratarak politik/ütopik bir alan oluşturuyorum” diyor yönetmen.

Hazal Uprak

Çok “Tuhaf” Bir Oyun

Oyundan çıktığımda ilk düşündüğüm ve ağzımdan çıkan şey “çok tuhaf” bir oyun olduğuydu. O ilk an kendi düşüncemi anlamakta zorlamıştım ama sonra her şey yerli yerine oturdu. “Kimse Öyle Şeyleri…” tuhaf çünkü parçalı bir metin, farklı bir form anlayışını deniyor ama tuhaf çünkü konu ettiği şey ve onun ülke insanlarının sonraki 40 yıl hayatlarına sirayeti tuhaf. Hepimizi derinden etkilemiş, her aileyi bir şekilde beklenmedik yerlere savurmuş bir darbe ve toplum olarak kolektif bilinçaltımıza gömmüşüz, “artık öyle şeyleri konuşmuyoruz”. Hatta galiba, hiçbir zaman ihtiyaç duyduğumuz kadar konuşmadık. Tiyatroyu böyle bam tellerimize bastığında,
hafızamızı yokladığında, hatırlattığında, sorguladığında, derdini sanatçıların sağduyusu sayesinde doğru, yaratıcı, estetik ve de kafa yorduran bir biçimde aktardığında seviyorum. “Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık” bunların hepsini başarıyor.

Görsel: Instagram / @sehirtiyatrolari

“Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık” Aralık ayı boyunca Müze Gazhane Meydan Sahnesi’nde.

Biletler için: sehirtiyatroları.ibb.istanbul

Previous Story

Ardan Özmenoğlu Sanatçı Kitabı ve Sergisiyle Anna Laudel’de

Next Story

Avrupa Konseyi’nden Yeni Kavala Kararı

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.