Okurlarımız “Sessiz Sedasız Açık Hava Müzesi İMÇ” başlıklı haberimizi hatırlayacaktır. Şehrin gizemli köşelerinden İMÇ’nin duvarlarını süsleyen dünyaca ünlü sanatçılarımıza ait eserleri konu aldığımız haberin ardından Sirkeci’den Karaköy’e, Beşiktaş’tan Kadıköy’e uzanan, şehrin yapılarında özenle saklı seramik ve mozaik panoların izini sürmeye devam ediyoruz. Yolumuz bu kez Şehrin Panoları Arşivi’nin kurucusu Nurtaç Buluç ile de kesişiyor.
Sirkeci’den Başlayan Sanat İzi
İlk durağımız Sirkeci’deki Doğubank İşhanı… 1953 yılında iş insanı İzzet Şefikzade tarafından inşa ettirilen hanın yan cephesinde bulunan mozaik pano, Bedri Rahmi Eyüboğlu imzası taşıyor. Bedri Rahmi’nin kamusal alandaki ilk mozaik panosu olan eser, aynı zamanda 1950’li yılların mimarlık ve sanat birlikteliğinin en erken örneklerinden biri. Türk resminin en önemli figürlerinden ressam, yazar ve şair Eyüboğlu, bu dönemde mimar, sanatçı dayanışmasında öncü bir rol üstleniyor. Onun kamusal alanlarda pek çok yapıda karşımıza çıkan mozaik panolarına dair Şehrin Panoları Arşivi’nin kurucusu, sanat tarihçi ve arşivci Nurtaç Buluç, “Dünyaca ünlü sanatçımız, sanatın ancak mimari ile bütünleşirse göçebelikten kurtulacağını vurgular,” diyor. Buluç, Bedri Rahmi’nin 13 Mart 1952’de, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Mozaik Hakkında” adlı yazısından şu alıntıyı paylaşıyor:
“Son günlerde tamimıyle dal budak salan mimar ve ressam işbirliği fikri Amerika’da ve Avrupa’da tatbik edilmeğe başlandı. Şurası muhakkak ki herhangi bir tablo ya en güzel ışığı, en uzun ömrü, en büyük seyirci kalabalığını kısaca hayata karışma gücünü sağlayan mimaridir. Mimar eli değmedikçe resim bir göçebe hayatı yaşamağa, daha doğrusu yaşamadan diri diri gömülmeğe yahut da loş müze salonlarında uykuya dalmağa mahkûmdur.”
Döneminde pek çok sanatçıya ilham olmuş eserin, günümüze kadar ulaşabilmesi ise hiç kolay olmuyor. Çok uzak değil bundan 4-5 yıl önce Doğubank İşhanı’nın dış duvarlarında yapılan tadilat çalışması sırasında hanın duvarlarını süsleyen yapıtın üzeri yalıtım malzemeleri ile kaplanarak; yerine, “Doğubank” yazıldı. 1957 tarihli mozaik pano, bu tahribatı fark eden mimar ve restoratör Seda Özen Bilgili’nin İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’ne başvurusu ve kurulun incelemelerinin ardından eski haline getirildi.
Sirkeci’den Karaköy’e Bedri Rahmi Eyüboğlu Mozaikleri
Doğubank’ın ardından bir sonraki durağımız Karaköy… Karaköy alt geçidinin iskele çıkışı tarafında bulunan Aksu İşhanı’nın üzerinde de yine bir Bedri Rahmi Eyüboğlu rölyefi karşılar İstanbulluları… 1965’te Salih Tatlıcı tarafından yaptırılan yapıyı biri dış, diğeri iç mekânda iki Bedri Rahmi eseri süsler.

Sanatçının beton ve camı bir arada kullanarak yapının dış cephesi boyunca tasarladığı Tatlıcılar Rölyefi ne yazık ki yılların verdiği tahribata yenik düşmek üzere. Etrafına asılan koca koca reklam panoları arasında ilgili ve meraklı gözlere göz kırpan, soyut geometrik ve tekrarlayan motiflerin düşen parçaları şimdilerde etrafına sarılan bir ağ yardımıyla korunmaya çalışılıyor. Acil restore edilmeye ihtiyaç duyan eseri fotoğraflarken yanımıza yaklaşan bir bina görevlisi, “Dökülüyor ama çok para istiyorlar. Kim yaptıracak, kimse o kadar parayı verip yaptırmaz,” diyor. Ancak ünlü ressamın bugüne kadar kıymeti pek anlaşılmamış, devasa reklam panoları arasına sıkıştırılmış bu değerli rölyefinin daha fazla parçasını yitirmeden hızla restore edilmesi şart… Bedri Rahmi’nin yapıdaki bir diğer mozaik panosu Kağnı’nın ise Tatlıcılar Rölyefi’ne göre daha iyi ve korunaklı durumda… Kübist soyutlama tekniğiyle üretilen, figüratif ve folklorik ögeler içeren eser, Aksu İşhanı’nı ziyaret edenleri sessiz sedasız karşılamaya devam ediyor.
Dilerseniz kamusal alanındaki sanatsal izleri takip ettiğimiz haber dizimizin bu bölümüne Bedri Rahmi Eyüboğlu örnekleri ile nokta koyalım. Sözü, yaklaşık beş yıldır tuttuğu titiz arşiv ve sosyal medyadan yaptığı özenli paylaşımlarla şehrin kültürel mirasının izini sürerek, farkındalık yaratan Şehrin Panoları Arşivi’nin kurucusu Nurtaç Buluç’a bırakalım. Ve genç araştırmacının Türkiye’nin 20 farklı şehrinde, 90 farklı sanatçı/atölye imzası olmak üzere toplam 700’e yakın seramik-mozaik pano bilgisi bulunduran değerli arşivin detaylarına dair aktaracaklarına kulak verelim…
Şehrin Panoları Arşivi’nin Doğuşu
Şehrin Panoları bu yıl beşinci yaşını kutluyor. Yine de hiç bilmeyenler için hikâyenizi en başa saralım istiyorum. Böylesi kapsamlı bir arşiv oluşturma düşüncesi ilk nasıl ortaya çıktı?
Şehrin Panoları, Türkiye’de bulunan ve 1950’lerden itibaren uygulanmaya başlanan mimarlık-sanat işbirliği örneklerinin dijital bir arşiv projesidir. hikâyesi de 2019 yılında, iki sanat tarihçisi, arşivcinin kişisel ve bağımsız bir arşiv projesi olarak ortaya çıkıyor. Birer hobi ve merak ile başlayan seramik-mozaik tutkusu, zamanla mesleki motivasyon ile bir projeye dönüşüyor, şu anda da yalnızca bir arşiv web sitesi olmanın çok ötesinde anlamlar kazanıyor. Mimari yapılar üzerinde yer alan bu eserlerin fotoğrafları Instagram, Twitter gibi sosyal medya mecraları üzerinde dağınık bir şekilde paylaşılıyordu, bizim de yola çıkış amacımız hem sanatçısı bilinmeyen bu eserlerin sanatçılarını ve hikâyelerini araştırmak hem de tek bir çatı altında bir araya getirerek bu bilgileri muhafaza etmek oldu. Kısacası birer kültürel kent-toplum hafızası olan seramik-mozaik panoların, mimarlık-sanat tarihi serüveni içerisindeki yerini saptayıp, dijital arşiv ve envanterleme çalışmaları ile bir metadata oluşturarak tek bir ara yüzde bu eserlere görünürlük kazandırmaya çalıştık. İstanbul’da yaşadığımız için öncelikle Kadıköy, Üsküdar, Beyoğlu, Beşiktaş, Fatih, Şişli gibi semtlerdeki panoları araştırmaya başladık ve sokak sokak gezerek mahalle aralarına sıkışmış eserleri bulmaya çalıştık. Bu panolar bazen yapının dış cephesine, girişine tasarlandığı gibi bazen de apartmanın içerisinde, asansör civarına tasarlanmış oluyor. Yani aslında biz de gezerken nasıl bir eserle karşılaşacağımızı bilmeden yola çıkıyorduk. Kişisel olarak ve İstanbul odaklı yola çıktığımız bu projeyi, Şehrin Panoları web sitesi ve sosyal medya hesaplarını açarak birer kitle kaynak projesine dönüştürmeyi hedefledik. Yaptığımız duyurular ve paylaşımlarla Türkiye’nin farklı şehirlerinde birçok takipçimiz mimari yapılar üzerinde yer alan bu eserleri fark etmeye ve fotoğraflarını bizimle paylaşmaya başladı. Şu anda Şehrin Panoları arşivinde Türkiye’nin 20 farklı şehrinde, 90 farklı sanatçı/atölye imzası olmak üzere toplam 700’e yakın seramik-mozaik pano bilgisi bulunuyor.

Kamusal Alanda Sanatın Hikâyesi
Projenin okuyucular tarafından daha anlaşılır olması adına kamusal alanda sanatın hikâyesi hakkında da bir şeyler söylemek gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası değişen siyasi ve ekonomik koşullar 1940’lardan itibaren dönemin mimarlık anlayışını da etkiliyor. Avrupa’da başlayan ve paralel olarak Türkiye’de de uygulanan strüktürü sadeleşen modern mimari yapılarda, çağın sanat hareketleri etkisinde üretilen seramik ve mozaik eserler birer plastik öge olarak cepheyi hareketlendirmek adına brütalist yapılarda yer almaya başlıyor. Panonun mimari ile bütünleşip, yapının kullanım amacına uyması büyük önem taşıyor. Örneğin Beril Anılanmert’in Silahlı Kuvvetler Rehabilitasyon Merkezi’ne tasarladığı seramik pano işlerinde tedavi görenlerin yaşadıkları travmayı anımsatmayacak renkler kullanılması tavsiye edilmişti. Bu örnekte olduğu gibi yapının işlevi ile panonun teması arasında bir ilişki daima düşünülmüştür.
Mimarlık ve sanat birlikteliğinin modernizmin getirmiş olduğu sıradanlığa, yalınlığa bir çözüm olarak ortaya çıktığı, plastik sanatların bu yapılara dahil edilmesi ile bir renk ve değer katma amacı güdüldüğü söylenir. Bu yorum biraz masum kalsa da kısmen doğru diyebiliriz. Kamusal sanat dediğimiz olgu, mekânı estetize edip, izleyicinin farkındalığını artırmaya yönelik bir amaca hizmet eder. Dolayısıyla kamusal alanda sanat eseri, kişinin bulunduğu alanla ilişki kurmasını güçlendirerek toplumsal hafızayı yaratır. Her toplum kendi hafızasını kendisi oluşturur. Aynı zamanda inşa edilebilen, en baştan yaratılabilen bu olgunun iktidar ve hafıza arasında güçlü bir ilişkisi bulunuyor. Özetlemem gerekirse kamusal alana taşınan sanat eserleri iki farklı bakış açısıyla okunabilir. Birincisi cephesi sadeleşen bu büyük boyutlu yapıların İkinci Dünya Savaşı sonrası yaratılan ulus kimlik inşasında iktidar için bir propaganda alanına dönüşmesi; ikincisi ise dönemin sanatçılarının eserlerini satacağı bir platformun henüz kurulmamış olmasından kaynaklı maddi kaygılarının olması ve yeni bir iş alanı olarak mimari yapılara kendi sanat eserlerini yerleştirmesi olarak okuyabiliriz.
Arşivin büyümesini tetikleyen ne oldu?
Sanıyorum kamusal alanlar üzerinden toplum için tasarlanan bu sanat eserlerinin belli bir dönem unutulması ve görenlerin de bu yapı üzerinde neden yer aldıklarını bilmemesinden kaynaklanıyor. Projenin salt seramik-mozaik panolara odaklanması, sosyal medya üzerinden insanların karşısına çıkarak dikkat çekmeye başlaması ile belki her gün önünden geçtikleri, gördükleri bu panolara olan meraklarını artırdı ve aslında kıymetli birer sanat eserleri ile birlikte yaşadıklarının farkındalığını oluşturdu. Bununla bağlantılı olarak gelişen süreçte sosyal medya ve e-posta yolu üzerinden farklı şehirlerde, semtlerde yaşayan kişilerden bizlere gelen pano fotoğrafları giderek artmaya başladı, arşiv veri tabanımız gittikçe zenginleşti ve zenginleşiyor…

Bu arşivin yeri ve önemi ile ilgili neler söylersiniz?
Şehrin Panoları, somut bir dünya olan mimari yapılar ve seramik-mozaik panolar üzerinden gidiyor ama onun asıl alt metnini okuyabilmek lazım. Proje yalnızca bunları belgelemekle kalmıyor, temel amacı görsel, sözel ve yazılı bilgi ve belge mirasını derleyerek, muhafaza ederek ve bu bilgiyi erişime sunarak birer kitle kaynak hareketine dönüşüp kent hafızasının kültürel mirasına katkıda bulunuyor. Bir yandan proje dahilinde panoların sanatçıları ile de görüşmeye başladık. Arşivimizde en çok panosu bulunan seramik sanatçısı İlgi Adalan’ın arşivini derleyip, sözlü tarih çalışmaları gerçekleştirip www.ilgiadalan.com adlı bir web sitesi kurduk. Yine organik olarak gelişen bu süreçte diğer seramik sanatçıları ile arşiv ve sözlü tarih çekimleri gerçekleştirdik. İzmir’de Mehmet Tüzüm Kızılcan, Bingül Başarır ve Mustafa Tunçalp ile bir araya gelerek onlardan bu hikâyeyi dinledik; arşiv, belgeleme ve sözlü tarih çalışmaları ile Şehrin Panoları bağımsız çalışmalarını geliştirdi.
“Arşiv Bir Devinim Halinde”
Yani arşiv bir devinim halinde diyebiliriz; bir apartman içinde yer alan isimsiz seramik panoyu keşfetmek, sonra sanatçısını araştırmak, apartmanda hangi mimar/müteahhit ile çalışıldığını öğrenmek, seramik panonun hangi istek/amaçla oraya tasarlandığını soruşturmak derken aslında çok büyük bir panonun ufak bir parçasını öğrenmiş oluyoruz. Bu büyük pano da, 1950’lilerde başlayan ve günümüzde az da olsa devam eden kamusal alanda sanat yani mimarlık-sanat ilişkisi ve dönemin toplumsal bir okumasıdır. Şehrin hafızasında bulunan panoların, kentsel dönüşüm veya diğer sebeplerle binalar ile birlikte yıkılması bizlerin de hafızasından silinerek o dönemin kültürünün yok olması tehlikesini getiriyor. Bu kültürün hafızasını oluşturmak, onu korumak ancak belgeleme ve muhafaza etmek ile mümkün kılınabilir.
Arşivi oluştururken nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?
Mimarlık-sanat örnekleri 1950’lerden 1990’lara kadar uzanmakta, erken dönem örneklerinin birçoğu maalesef günümüze ulaşamamış. Biz projenin başında İstanbul’da belgeleyebileceğimiz eserlerin bir envanterini çıkardık ve güncel durumlarını tek tek fotoğrafladık. Günümüzde olmayan eserlerin fotoğraflarını da başka kaynaklardan bulmaya çalıştık. Her panoda adres, sanatçı, mimar, yapım yılı gibi temel envanter bilgilerini araştırdık ve web sitesine yükledik. Sosyal medyadan projeyi duyurduktan sonra Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen panoları da siteye eklemeye devam ettik, ediyorum. Şu anda projeyi tek başıma yürütüyorum ve 2024 Haziran ayında İzmir’de panoların olabileceği Alsancak, Karşıyaka ve Balçova ilçelerine gidip sokak sokak gezerek 20’den fazla panoyu belgeledim. Çok şanslıydım ki bu panoları yapan sanatçılar Mehmet Tüzüm Kızılcan, Bingül Başarır ve Mustafa Tunçalp ile sözlü tarih görüşmesi gerçekleştirdim. Hiçbir destek almadan, bağımsız olarak yürüttüğüm bu projede umuyorum ileride destek alarak daha da geliştireceğim.

İnsanların size bu konuda gösterdiği desteği neye bağlıyorsunuz?
Aslında apartman, otel, bir kamu binası, iş hanı gibi günlük hayatlarında sıklıkla karşılaştıkları yapılarda gördükleri sanat eserlerinin tek bir çatı altında muhafaza edilmesi, belgelenmesi sanırım bu desteği ve güveni veriyor. Arşivler ancak onu saklayabilecek bir domiciliation yani bir mekan ile oluşuyor, bu da Şehrin Panoları’nda sosyal medya ve web sitesi olarak bir mekansallığa kavuşuyor.
Daha önce kayda geçmemiş, Şehrin Panoları ile tanınan örnekler var mı?
1950-60’larda yapılan erken dönem örneklerinden olan büyük kamu yapıları, otel, iş hanları tanınıyordu. Şehrin Panoları ile çoğunlukla İstanbul, Ankara ve İzmir dışındaki şehirlerde bulunan, büyük şehirlerde de mahalle aralarında kalan veya özel olarak bir konut yapısının içine tasarlanan yapılar tanınmaya başlandı.
Türkiye’nin Seramik-Mozaik Sanat Haritası
Biraz arşivi detaylandırmanızı istesem… Örneğin hangi şehirler, mekânlar, sanatçılar öne çıkıyor…
İlk mimarlık-sanat işbirliği örnekleri İstanbul ve Ankara’da ortaya çıktığı için bu şehirler ön planda, daha sonra İzmir geliyor. Bu şehirler dışında Adana, Antalya, Balıkesir, Burdur, Bursa, Çanakkale, Denizli, Edirne, Eskişehir, Kocaeli, Kayseri, Malatya, Mersin ve Yalova’da da örnekler bulunuyor. Erken örnekler genellikle otel, iş hanı, hastane, banka şubesi, üniversite, restoran, fabrika, kültür merkezleri, apartman gibi yapı türlerine tasarlanıyordu fakat içlerinde en yoğun işbirliği apartmanlar olarak karşımıza çıkıyor. Sanatçılar ise erken dönemde Füreya Koral, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Ferruh Başağa, Sabri Berkel, Ercüment Kalmık, Sadi Diren işleri bulunuyor. Daha sonra Cevdet Altuğ, Attila Galatalı, Gencay Kasapçı, Bingül Başarır, Erdoğan Ersen, Hamiye Çolakoğlu, Nasip İyem, Ülkü Bora, Erdinç Bakla, Ruzin Gerçin, Arzu Karamani, Mustafa Tunçalp, Seniye Fenmen, Cemil Eren, Mehmet Tüzüm Kızılcan, İlgi Adalan, Jale Yılmabaşar, Tülin Ayta, Yalçın Tokay, Mustafa Pilevneli, Mediha Akarsu, Beril Anılanmert ve adını şu anda hatırlayamadığım birçok sanatçının seramik-mozaik pano işleri bulunuyor.
İstanbul’un Sanat Belleği
Biraz da İstanbul’u konuşalım istiyorum… İMÇ Çarşısı aslında çok bilinen bir örnek… Onun dışında şehrin pek çok yerinde, örneğin Kadıköy’de ve 4. Levent’te öne çıkan örnekler de var. Farklı yapı türlerini kapsayan bu örneklerle ilgili neler söylersiniz?
İstanbul’da İMÇ Çarşısı, 4. Levent gibi açık kamusal alana tasarlanan örnekler modern mimarlık ve yeni sanat dilinin erken dönem işbirlikleridir. Yapı modernist olsa da panolar folklorik, geleneksel ve Anadolu’dan kültürel ögeler barındırarak yerel unsurları, uluslararası bir dille aktarır. Şehrin mekanları, modern dilin bir göstergesi olur; sergi ve galerilerde izleyiciyle buluşan eserler, kamusal yapılarda da modern sanatın yayılmasında kullanılır. Yapıt bir galeride ziyaretçisini beklemek yerine, izleyicinin günlük yaşam pratiğinde bu kamusal yapılarda sergilenip, kendisine bir yer açıyor. Orada bitmiş ve sunulan bir eser olarak değil, yaşayan ve dönüşen bir deneyim alanı olarak var olmaya devam ediyor…

Türkiye’nin modernist yapılarına ilk seramik pano tasarlayan sanatçılardan olan Füreya Koral, kaynağını Türk çini geleneğinden aldığını söylüyor. Bir devrim yapılması gerekliliğini söyleyerek hat, çini, kumaş motiflerini kendisine referans alarak stilize soyut tasarımlarıyla bir atılım yapıyor. Mimari mekana değer kazandırma fikri ile giriştiği bu eserler, çağdaş mimari mekana soyut getirmiştir; “Anadolu topraklarında geleneği olan form değil, duvar çinisidir” der. İMÇ’deki soyut seramik panosunda da bunu görebiliriz. Erken dönemde örnekler üretmiş olan Bedri Rahmi Eyüboğlu da Mimarlık-sanat hikâyesine 1940’lı yılların başında duvar resimleri ile başlar. İstanbul’un Bizans eserlerindeki mozaik süsleme sanatından etkilenerek kendi sanat pratiğinin zeminini oluşturur. 1953’te Sirkeci Doğubank İşhanı’nın dış cephesine kamusal ilk mozaik panosu bulunur. Sanatın ancak mimari ile bütünleşirse göçebelikten kurtulacağını söyleyen Eyüboğlu, genellikle Anadolu’dan aldığı folklorik ögeleri kullanır. Daha ileride 1980’lerden itibaren müteahhit kimliğinin ortaya çıkması ile sanatçılara tanınan özgürlük kısıtlanmaya başlıyor aslında, apartmanın sahibi veya müteahhit tarafından ısmarlama işler gelmeye başlıyor. Panolar sadece apartmanların biricikleşmesi, tablo gibi bir eser asılması düşüncesi ile sipariş edilip yerleştirilmeye başlanıyor. Tabii ki yine sanatçının kendi üslubunu bu panolarda görebiliyoruz fakat artık 80’ler 90’larla birlikte seri bir üretim haline geliyor.
Kentsel Dönüşüm ve Sanat Eserlerinin Korunması
Bir yandan da İstanbul’da son yıllarda en çok konuşulan konuların başında kentsel dönüşüm geliyor. Kentsel dönüşümle yıkılan binalardaki mozaikler nasıl korunuyor? Ya da korunuyor mu? Şehirde böyle örnekler var mı?
Sosyal medyanın iyi yanlarından biri belirli konular hakkında bir farkındalık yaratabilmek. Şehrin Panoları ve başka mimarlık, sanat sayfalarının yaptığı paylaşımlar ile kamusal sanat eserlerine gösterilen duyarlılık daha arttı. Gösterilen bu sahiplenici tutumlar sayesinde büyük zarara uğramış veya yıkılmak üzere olan sanat eserleri yine sosyal medya platformları, mail üzerinden ilgili veya yetkili kişilerle paylaşılıyor. Tabii ki bu paylaşımlar sonrasında ne kadar bir önlem alınıp, eserler koruma altına alınıyor bilemiyoruz, belki de çok azı korunabiliyor. Fakat bu alanda yapılan en önemli çalışmalardan biri KUDEB ve Kadıköy Belediyesi’nin işbirliği sayesinde yürürlüğe giren 25.01.2024 tarihli Meclis Kararı’na göre “Kadıköy’de kentsel dönüşüme giren yapılarda yer alan sanat eserlerinin korunması” kararı olmuştur. Emeği geçenlere tekrar teşekkür ediyoruz. Böyle bir kararın yürürlüğe girmesinde toplumun gösterdiği hassasiyeti atlamamak gerekiyor. Kamusal alandaki katılımcı sanat pratiği, sanatın müze, galeri gibi kapalı ortamlar yerine, günlük hayatın içinde, halkın ulaşabileceği mekânlarda, izleyiciyi katılımcıya dönüştürerek deneyimlenmesine olanak veren bir pratiktir. Şimdilik Kadıköy Belediyesi sınırları içindeki kentsel dönüşüm yapılarını kapsıyor bu koruma. Umuyorum bu karar yakın bir zamanda tüm Türkiye’deki yapılar için uygulanır.
*“Sessiz Sedasız Açık Hava Müzesi İMÇ” başlıklı yazıyı okumak için linki tıklayabilirsiniz.