Bir akşam sadece şöyle bir, sadece bir göz atmak için elime aldığım Tiraje Sözlüğü, beni kendine öyle bir bağladı ki, bitirdiğimde zihnimde yalnızca bir sanatçının hikâyesi değil; aynı zamanda bir dönemin ve benzersiz bir sanatçı duruşunun izleri kalmıştı. Küratör ve sanat tarihçisi Dr. Necmi Sönmez’in, Fahrelnissa Zeid Sözlüğü ve İlhan Koman Sözlüğü ile başladığı sanatsal yolculuk, Tiraje Sözlüğü ile doruğa ulaşmış. Yayıncısı Doğan Kitap’ın bu tür sanatçı odaklı eserleri yayımlama geleneğini övgüsüz geçmek mümkün değil. Dr. Necmi Sönmez’in bir dizi haline gelen sözlük çalışmaları çok kıymetli.
Sanat Simsarları ve Ressamların Ressamı
Tiraje Sözlüğü kitabı Tiraje Dikmen’in yalnızca sanatçı olarak kimliğini değil, aynı zamanda onun hayata karşı direnişini ve sanatını varoluşsal bir tavır olarak nasıl şekillendirdiğini anlatıyor. Tiraje’nin sanat piyasasına ve simsarlarına mesafeli duruşu, onu “ressamların ressamı” yapan en belirgin özelliklerden biri olarak öne çıkıyor. Sanat piyasasına karşı duran bir sanatçı, “ressamların ressamı” olmayı nasıl başardı? Sanat piyasasının tuzaklarına meydan okudu ve kendi kozasını örüp orada var oldu. O Tiraje. “Gökkuşağı” anlamına gelen bu Farsça ad, onun siyah-beyaz ağırlıklı eserleriyle yan yana geldiğinde bir çelişki gibi görünse de, aslında Tiraje’nin hayatındaki ve sanatındaki katmanları anlamanın anahtarı. Paris ve Büyükada arasında gidip gelen, zamanlar ve mekânlar arasında savrulan bu özel ressam, kendine ait bir dünya yaratırken, sanatını ve yaşamını ayırt edilemez bir biçimde iç içe geçirmiş.
Gökkuşağının Çelişkisi
Siyah-beyaz desenlerindeki derinlik, onun toplumsal olaylara duyduğu duyarlılığı, yalnız bir sanatçı olarak hem bireysel hem de kolektif bir hikâye anlatıcısı olduğunu gösteriyor. Tiraje’nin resimleri, yalnızca sanat nesnesi değil, hayatın ta kendisi gibi… İlk bakışta bir karşıtlık gibi görünen siyah-beyazın ve adındaki gökkuşağının çelişkisi, aslında onun hayatındaki katmanların bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Halepçe Katliamı’ndan, Paris’in Devrimcilerine
Büyükada’daki Art Déco tarzı aile köşkü, Marmara Denizi’ne kadar inen rengarenk bahçesi ve Paris’in hareketli sanat dünyası… Bu mekânlar, Tiraje’nin hem kişisel hem de sanatsal yolculuğunu şekillendiren unsurlar. Ancak Tiraje için mekânlar yalnızca fiziksel birer alan değil; geçmişle bugünün, hatıralarla hayallerin kesiştiği birer koza gibi. Necmi Sönmez, bu mekânların sanatçının eserlerine nasıl yansıdığını titizlikle incelemiş ve Tiraje’nin hafızayı bir sanat biçimine dönüştürüşünü gözler önüne sermiş. Eserleri, figür ile soyut arasında gidip gelirken, toplumsal olaylardan bireysel anılara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Cezayir Protestoları’ndan Halepçe Katliamı’na, Paris’in devrimci havasından Büyükada’nın dinginliğine kadar, Tiraje’nin sanatı toplumsal tanıklığın sessiz bir kaydı gibi. Necmi Sönmez, bu eserlerin ardındaki hikâyeleri titizlikle araştırırken, onların yalnızca bir sanat yapıtı değil, aynı zamanda birer hafıza nesnesi olduğunu da ortaya koymuş.
Tiraje Sözlüğü
Tiraje’nin hayatı, yalnızlık ve direnişin iç içe geçtiği bir hikâye. Bir huzurevinde ölümünün üzerinden 11 yıl geçmiş olmasına rağmen çözülemeyen miras davaları, kayıp eserleri, hem sanatçının kişisel dünyasındaki karmaşıklığı hem de sanat dünyasının çelişkilerini bir kez daha hatırlatıyor. Kitapta Tiraje’nin ailevi ilişkilerindeki iniş çıkışları, sanat piyasasına meydan okuyan tavrını, vefasızlıklara karşı gösterdiği duruşu, sanat ortamındaki yalnızlığını ve sessiz mücadelesini okuyacaksınız. Bunlar Tiraje Sözlüğü’nden bana kalan ama yetmeyenler. İşte onları da Dr. Necmi Sönmez yanıtlıyor.
Ben önce ismi ile başlamak istiyorum söyleşimize tuhaf ve güzel bir çelişki. Tiraje’nin siyah-beyaz ağırlıklı çalışmaları ile “gökkuşağı” anlamına gelen adı arasındaki zıtlığı nasıl yorumluyorsunuz?
Bu karşıtlık kitabı kaleme alırken aklıma geldi. Yaşamı da öyleydi, Büyükada’daki köşkün giriş katı ile üst katı arasında da dağlar kadar fark vardı. Paris’teki atölyesine bunun sürdüğünü gözlemlemiştim. Siz sorduğunuzda aklıma geldi, Paris’te 20 yıl dokunulmamış bir atölyenin merdivenlerinden nefis Chanel kostümüyle indiğini gördüğümde şaşırmıştım. Ama bu galiba Tiraje’nin yaşam biçimiydi. Sanki zamanlar arasında gidip geliyordu. Bunu onun için bunların bir karşıtlık olduğunu düşünmüyorum. Çünkü konuşurken de otuz, kırk yıl öncesinin detaylarına girmekten hoşlanırdı. Hiç unutmuyorum, bir gün bana Aliye Berger’in şapkalarının güzelliğini anlatmıştı. Kurdeleleri, renkleriyle. Sanki dün görmüş gibi detaylarını konuşuyordu. Dayamayıp sormuştum, nasıl hatırlıyorsun diye. “Göz unutmaz ki” demişti… Böyle konuşan, yaşayan biriydi.
Kitabı yazarken zorlandığınız, sizi en çok düşündüren ya da sizi üzen ne oldu?
2000’lerden beri konuşmalar yapıyorduk. Birçok konuyu, Lévy, İstanbul, Paris sanat ortamında yaşadığı zorluklar, bitmez tükenmez miras meseleleri, aile kavgaları… “Ben öldükten sonra yazarsın, şimdi boş ver” derdi. Kitabı yazarken bunlar birden üzerine eğilmesi, değinilmesi gereken konular olarak gündeme geldi. Nasıl bir karar vermem gerektiğini düşünürken çok zorlandım. Çünkü kavradım ki, zaman denen o garip mekanizma benim karşımda kapı gibi duruyordu. Nasıl açacaktım bu demir kapıyı? Tiraje’yi, onu taklit etmeden ama onun istediği gibi anlatmak kolay değildi. Mükemmeliyetçi olduğu için mutlaka bir detay, bir kusur bulurdu.
Tiraje’nin Büyükada’daki evini “koza” olarak tanımlaması, elbette mekânla duygusal bir bağ kurduğunu gösteriyor. Paris ve Büyükada arasındaki yaşamını karşılaştıracak olursak, bu iki mekân onun kişiliğinin ve sanatının hangi yönlerini ortaya çıkardı?
Paris’teki muhteşem atölyeyi, ablasının Büyükada’daki köşkü satışa çıkarması üzerine bırakmış, baba ocağını kurtarmak uğruna müthiş bir mücadeleye girmişti. Yaşamının ilk çeyreği, Büyükada ve Şişli’de, 1946-85 arası Paris’te, 1985 sonrasında da Büyükada’da geçti. Bence bu onun sanatındaki üç dönemin temsili olarak yorumlanabilir. Yaşadığı yerler onun sanatını yakından etkiledi. İstanbul’da, Paris’te de dönemin akımlarına, modalarına uymadan, kendi bildiği yolda ilerleyerek çalıştığı için yalnız bir yolda yürüyordu.
Kitapta Tiraje’nin “ressamların ressamı” olarak tanımlanmasını açıyorsunuz. Bu tanımın yalnızca onun eserlerini değil, sanata olan yaklaşımını da kapsadığını düşünüyor musunuz?
Sanat Tarihi’nde “ressamların ressamı” deyimi, çalışmaları genel sanat kitlesinden çok, yaratıcılar, diğer sanatçılar tarafından takdir edilen, izlenen yaratıcılar için kullanılır. Kandinsky’yi, Paul Klee’yi herkes tanır ama onlarla aynı dönemde yaşamış olan Johannes Itten’i pek tanımazlar, Warhol, Lichtenstein büyük isimlerdir ama Philip Guston yalnızca resim meraklıları tarafından tanınır. Tiraje de geniş kitlelerin değil, belli bir çevrenin tanıdığı, takip ettiği bir ressamdı. Çünkü soyut ile figür arasında gidip gelen özel, öznel bir görsellik geliştirmişti. Tablolarındaki, desenlerindeki dinamizm büyüleyici olduğu kadar mistik bir adanmışlıkla da sarmalanmıştı. Bu farklılık yüzlerce, binlerce resim arasından onun çalışmalarının ön plana çıkmasını sağladığı için böyle bir tanımlama yapma gereğini duydum.
“… ve Markiz’de Dehşetli Güzel” Sayısı şimdi hem basılı hem de dijital versiyonuyla satışta!
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
“Düşünün ki Retrospektifi Bile Açıl(a)madı”
Türk resim sanatında kadın sanatçılarımızın konumu, sizce Tiraje’nin kariyeri boyunca nasıl değişti? Tiraje bu değişimden nasıl etkilendi ya da bu değişimi nasıl etkiledi?
Tuhaf gelebilir ama Tiraje “kadın sanatçı” konusunda farklı düşüncelere sahipti. Onun için ressamın kadın ya da erkeğinden çok, iyi ressam ya da vasat ressam vardı. Bu konu hakkında epeyce konuştuk. Türkiye’de de Fransa’da da kadınların hak ettikleri yeri alamadıklarını düşünüyordu. Birçok kere erkeklerin tacizlerine uğradığını da dolaylı olarak ima etmişti. Tiraje’nin resimleri 1950’lerden itibaren Paris’de epeyce ilgi gördü. Önemli kitaplara, koleksiyonlara girdi. Türkiye’de ise ancak 1980’lerde ismi duyuldu. Ama sadece kadın sanatçıların gösterildiği birçok grup sergisine katılmayı reddettiğini biliyorum. Günümüzde kadın sanatçılara olan ilginin onun için bir artı değer yarattığını düşünmüyorum. Düşünün ki kapsamlı bir sergisi, retrospektifi bile açıl(a)madı.
Tiraje’nin eserlerinde toplumsal olayları ele alışı ile kişisel izolasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her zaman toplumsal gelişmeleri yakından takip ediyordu, düzenli olarak L’Humanité ve Cumhuriyet okurdu. Resimlerine bu gelişmeleri konu etmesi onun yaşadığı zamanın tanıklığını üstlenmesiyle ilgili, Cezayir protestolarını, Paris öğrenci ayaklanmasını, Kürtlerin göçünü, Halepçe Katliamı’nı resimlerine geçirmiş bir sanatçı. Ama kişisel olarak bağımsız durmayı tercih ediyor. Partilerden, gruplardan, derneklerden nefret ettiğini biliyorum. Bir gün şaka ile karışık komünist mi, sosyalist mi olduğunu sorduğumda, biliyorsunuz Fransa’da bunlar Türkiye’deki gibi tabu temalar değildir, son derece soğuk bir tavırla “böyle sorular kimseye sorulmaz” demişti.
“Sanat Simsarlarına Resti Çekmişti”
Tiraje’nin sanatı, salt bir sanat eseri olarak değil de bir yaşam biçimi- sanatta ve hayat duruşu- olarak değerlendirilmeli diye düşünüyorum naçizane. Kitabınız beni bu değerlendirmeye götürdü demek daha doğru olur. Siz ne düşünürsünüz?
Evet bu doğru bir tanımlama. Ama sanat bence nesneye, maddeselliğe bağlı değildir. Sanatı tarihin tüm karmaşık dönemlerinde varoluşun temel nesnesi yapan manevi bütünlüğüdür. Bunu sanat piyasasının, galerilerin tuzaklarından, manipülasyonlarından korumak zor bir mücadeledir. Bedel ister. O yüzden Tiraje’yi, onun sanatını bir tür doğruluk mücadelesi olarak tanımlamak yanlış olmayacak. Unutmayalım ki, para, ün, satış gibi karakter bozan olgular karşısında her sanatçı duramaz. Sanat piyasası sanatçıyı yutar. Tiraje tüm bunların karşısında hayır derken inanılmaz derecede etkileyiciydi. Daha 1955’te Paris’te kendisiyle çalışmak isteyen sanat simsarlarına resti çekmişti. Kendisi ve Lévy’nin resimleri için gelen tüm ahlaksız teklifleri geri çevirdi. Türk sanat piyasasının, simsarları, aracıları, sahtekârları onunla uğraştılar. Ama o her zaman duruşunu korudu. Kendi resmini ve Lévy’yi piyasaya, müzayedelere, fuarlara düşürmedi. Bunu önemli bir hayat dersi olarak değerlendirmek gerekir.
Tiraje’nin eserleri ve arşivi üzerinde süren hukuki süreçlerde son durum nedir?
Bu zor bir soru, çünkü mahkemelerin nasıl ilerlediği hakkında herhangi bir bilgi alamıyoruz. Skandallar, sorunlar, garipliklerle dolu bir süreç. Beni en çok üzen, koruma altındaki bu köşkün eşyalarının başka yerlere taşınıp, mekânın ve bahçenin Büyükada mafya sisteminin eline geçmesi. Tek tesellimiz, resimlerin Mimar Sinan Üniversitesi’nin koruması altında olması. O kadar üzülüyorum ki, Ada’ya gitmek, Bahçelerönü sokaktan geçmek içimden gelmiyor.
“… ve Markiz’de Dehşetli Güzel” Sayısı şimdi hem basılı hem de dijital versiyonuyla satışta!
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.