Avrupa sağından Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar her yerde yabancı düşmanlığı, ırkçılık, narsist liderler, milliyetçilik ve demokrasiden gittikçe uzaklaşan siyasetin merkezine çöreklendiği (Bkz: Finchelstein, Federico. Faşizmden Popülizme. Çev. Ali Karatay. İstanbul: İletişim Yayınları, 2021) günümüzde, Orhan Pamuk’un 1901 yılının hayali Osmanlı adası Minger’deki altı ay süren veba salgınını, beş yüz küsur sayfada, salgın, devlet ve isyan ekseninde geçen yeni romanı Veba Geceleri, on dokuzuncu yüzyıldan bugüne -tamamlanamamış- Türk Modernleşmesini, roman sanatının kurgusal özgürlüğünden güç alan bir bakış açısıyla okuyor. Faşizmin popülist bir örtüde yeniden üretildiği yirmi birinci yüzyılda, modernleşme sürecini tamamlayamamış çok kültürlü ulus devletlerin kimlik ve aidiyet gibi kırmızı çizgilerini masaya yatıran Orhan Pamuk’un romanı; hafıza, hatıra, kimlik ve milliyetçilik bağlamında hem bir tarihi roman hem de edebi bir metin olarak incelenebilir.
Bitmeyen Tartışmalar
Kısa bir giriş yaparsak; Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Veba Geceleri’nin, 23 Mart itibariyle kitap raflarında yerini aldığını ve piyasaya çıkarılmadan birkaç hafta önce yazarı tarafından hazırlanmış on kısa videonun Yapı Kredi Yayınları’nın YouTube kanalında gösterildiğini söyleyebiliriz. Orhan Pamuk’un -kitabın arka kapağında yazıldığı ve yazarın demeçlerinden bilindiği gibi- beş yıldır üzerinde çalıştığı, yazdıklarını son bir yılda toparlayarak sona erdirdiği Veba Geceleri üzerine pek çok görüş yazılıp çizildi. Kimileri; yazarı, yazının ana karakterlerinden Kolağası Kâmil üzerinden Atatürk’e hakaret etmekle suçladı. Kimileri eleştirilerini daha farklı bir boyuta taşıyarak, Orhan Pamuk’u seneler önce 1915 Olayları üzerine verdiği demeçler sırasında olduğu gibi şimdi de yeni romanı üzerinden Türklüğe ve Cumhuriyet’e düşmanlığını devam ettirdiğini söylediler. Yazarı oryantalist bir romancı olarak gören bu görüşlerin yanında, Minger isminin İngilizcedeki olumsuz anlamına referans verilerek kitabın ileri bölümlerinde kurgulanan Minger Cumhuriyeti’ni Türkiye Cumhuriyeti’yle özdeşleştiren ve sanatçının bu şekilde Türkiye Cumhuriyeti’ni aşağıladığını iddia eden yazılar yazıldı. Romanı usta edebiyat tarihçisi Jale Parla, 1901 senesinin ilkbaharında Osmanlı İmparatorluğu’nun yirmi dokuzuncu ili Minger Adası’nda ortaya çıkan veba salgınını, ölüm korkusundan karantina karşıtlığına, Türk Milliyetçilerinden Rum Milliyetçilerine, karantina isyanlarından ihtilale hayat, ölüm ve aşk konularına eğilerek anlatan eseri, modern epik roman olarak nitelerken, The New York Times, “O ne bir ideolog ne bir siyasetçi ne de bir gazeteci. O büyük bir romancı,” sözleriyle yazarı yüceltti.
Adı Üstünde “Roman”
Modernleşmeye ve milliyetçiliğe herkesin farklı anlam yüklediği bugünün dünyasında Pamuk gibi yazarları tekmil kişinin takdir etmesinin mümkün olmayacağı anlaşılır bir durumdur. Bu çok doğaldır. Başka türlü olması düşünülemez. Bir yazarın eserleri aracılığıyla politik görüşlerini aktarması da son derece anlaşılabilir bir durumdur. Bunun da başka türlü olması beklenemez. Kolağası Kâmil’in Atatürk’le, Minger kabadayısı Ramiz’in Çerkes Ethem’le veya Minger Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyeti’yle “taban tabana aynılığı,” eserin ancak bir roman olduğu, bir başka deyişle kurgu ürünü bir metin oluşunun unutulması halinde kabul edilebilir. Bu kabul de akla çok yatkın değildir. Evet; Kolağası Kâmil ile Mustafa Kemal arasında benzerlikler vardır, Çerkes Ethem ile Ramiz arasında benzerliklerin olduğu gibi. Minger’deki bağımsızlık ihtilâlini ulus devletlerin bağımsızlıklarını kazanma hikâyeleriyle, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma hikâyesiyle ilintili bulmak da mümkün olabilir. Ancak Veba Geceleri’ndeki olay örgülerinin içeriği dikkate alındığında bunların sadece benzerlikten ibaret olduğu görülür.
“Modernleşmeye ve milliyetçiliğe herkesin farklı anlam yüklediği bugünün dünyasında Pamuk gibi yazarları tekmil kişinin takdir etmesinin mümkün olmayacağı anlaşılır bir durumdur. Bu çok doğaldır. Başka türlü olması düşünülemez.”
Olguyla kurgunun bu kadar iç içe geçerek neyin olgu neyin kurgu olduğu konusundaki kafa karışıklığının, Orhan Pamuk’un ifadesiyle “roman sanatının kendi yaşadığımız hikâyeleri başkalarının hikâyesi gibi, başkalarının yaşadığı hikâyeleri de kendimiz yaşamışız gibi yazabilme hüneriyle” alâkalı olduğunu düşünüyorum. Yazar, Gazete Duvar’a verdiği röportajda, romanında anlattığı kurgunun elbette alegorik bir yanı olduğunu ama bunun sanıldığı kadar önemli olmayıp, Minger Adası’nın Türkiye’yi temsil eden bir alegorinin çıkış noktası olarak okunamayacağını söylüyor. Alegori varsa bunun olsa olsa sömürge sonrasının milliyetçiliğinin ve milli devletlerinin kuruluşunun alegorisinin olabileceğinin altını çizen Pamuk, sadece Arnavut, Kürt, Arap ve Türk milliyetçiliğinin değil, Sırp, Yunan ve Bulgar milliyetçiliğinin de ilgisini çektiğini ifade ediyor. Ayrıca, ulusal dil konusunun Türk milliyetçiliğinde Veba Geceleri kitabında işlendiği kadar belirleyici olmadığını, milliyetçi seçkinlerin milli devletin dilini halk gibi evlerinde konuşmadıklarını, bu tavrın kendisi için romanında daha önemli bir yerde konumlandığını ve romanının pek çok gerçek vaka, kuramsal soru ve kurguyla yazıldığını aktarıyor. 1901 yılında bir Osmanlı adasında yaşamanın nasıl bir şey olabileceğini, insanları buna inandırmayı, o dünyanın ayrıntılarına yaklaştırmayı istediğini vurguluyor.
Komplo Teorileri
On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılların Romantik Manzara Ressamlarının tuvallerinde gibi kelimelere dökülen, bir başka ifadeyle kelimelerle imgenin oluşturulduğu Veba Geceleri’nin kurgusal dünyasının gerçek olanı ne kadar yansıttığı ya da yazarının satır aralarında aslında ne demeye çalıştığı üzerine yaklaşımları ve komplo teorilerini bir kenara bırakırsak romana getirilen diğer eleştiriler ne zaman yeni bir Orhan Pamuk romanı çıksa, karşılaşılabileceğimiz türden. Bir Orhan Pamuk romanını sonuna kadar okumayı başaramayanlar, romancının kurgularını benimseseler de dilinde bocalayanlar, yazarın Türk dilini gerektiği gibi bilmediğini düşünenler veya metinlerini gereğinden fazla uzun yazdığına inananlar, bazen bir paragrafı bulabilen cümlelerden yılmış okurların düştüğü çıkmaza kapılmış olabilirler. Paragrafların uzunluğu konusunda değil de kitabın tamamının uzunluğu konusunda onlara katılıyorum. Orhan Pamuk, atlas bir halıyı dokurcasına ördüğü mahir anlatılarını çok uzun tutuyor (örneğin Masumiyet Müzesi’ni çok beğenmeme rağmen son 100 sayfasını okumakta oldukça zorlanmış, Avrupa Müzecilik Tarihi açısından çok değerli bilgileri atlamıştım). Beş yüz altı yüz sayfalık uzun romanlar bir on dokuzuncu yüzyıl romancısının okurlarına belki daha katlanılır görünebilirken bu tavır bizim için çoğu zaman yorucu oluyor, hap bilginin benimsendiği sabırsız milenyum çağında çoğu zaman takatsiz bırakıyor. Bununla birlikte kendisi de bazı açılardan bir on dokuzuncu yüzyıl romanını andıran beş yüz küsur sayfalık Veba Geceleri’nin, 1901’de Minger Adası’nın Arkaz şehrindeki karakterlerin yaşadığı korkuya benzeyen Korona günlerinde, belki daha bir sabırla okunabileceğini, sayfalarının o kadar da göz korkutmayabileceğini biliyorum. Bir paragraflık cümleler konusunda Latince bilen bir okur olarak sıkıntı çektiğim söylenemez. Kanımca Pamuk, metinlerini, zengin sıfat cümleciklerinin bağlaçlarla asıl cümleye iliklendiği bir Türkçeyle kuruyor. Latince kaynaklı Batı dillerinde, dolayısıyla on dokuzuncu yüzyıl romanlarında sıklıkla görülen bu dilsel yapının, bize yorucu görünmesi, dilimizin Latinceyle aynı kökten gelmemesi, kanımca.
Postmodern öğelerin yanında realist ve romantik metinleri anımsatırcasına ilerleyen Veba Geceleri, anlaşılmak için okurundan belirli bir çaba gerektiren Latince veya Eski Yunanca metinler gibi, anlaşılmak için okurundan bir çaba, gerçekle kurguyu ayırabilecek bir tarih bilgisi istiyor.
Minger
Romanın başlangıcını özetlersek; hayal kadar güzel, klasik bir Doğu Akdeniz adası Minger Adası’nda veba salgınının ortaya çıkmasıyla Padişah Abdülhamit, Sağlık Başmüfettişi Bonkowski Paşa’yla yardımcısı İlias’ı salgını kontrol altına alması için buraya gönderir. Seçkin Doktor Nuri ve eşi Pakize Sultan da salgını durdurmak için adaya gönderilenler arasındadır. Pakize Sultan, II. Abdülhamit’in saray hapsinde tuttuğu ağabeyi V. Murad’ın küçük kızıdır. Akıllı ve eğitimlidir, amcasına karşı pek de olumlu duygular içinde olduğu söylenemez. Türklerin ve Rumların yarı yarıya Minger ada vilayetinin nüfusunu oluşturduğu yerde, milliyetçi genç Osmanlı subayı Kolağası Kâmil bütün özgürlük hayallerinden henüz azade, âşık olduğu Zeynep’le evlenmek istemektedir. Adayı cevval Vali Sami Paşa yönetir, murakabe müdürü sessizce işini yapar, herkes II. Abdülhamit’in hafiyelerinden korkar. Orhan Pamuk’un kitabının başında ve sonundaki harita sayesinde, (Minger Adası’nın en önemli bölgesi) Arkaz’ın, bir agoranın (şehir meydanının) sağında ve solunda birleşen Türk ve Rum mahallelerinden müteşekkil olduğunu daha kitabı okumadan hayalimizde canlandırabiliriz. Adayı ziyaret edeni, daha oraya ayak basmadan, uzaktan, Minger’in kendine özgü pembe mermerinden gelen pembemsi bir siluet ve bu pür ahenkte, kuleleriyle masal gibi göğe sivrilen Arkaz Kalesi karşılar. (Minger Adası’nın Arkaz’dan başka Teselli, Zardost, Kefeli, Herete, Çifteler ve Nebiler Köyleri, Eldost Dağları, Dumanlı, Adak Dağı gibi başka bölgeleri de vardır.) Sonra at arabalarının, gümrüğün, salgından sonra oluşturulacak karantinahanenin bulunduğu liman, arkasında Splendid Palas oteli, Bitmemiş Saat Kulesi, Hamidiye Meydanı, Hamidiye ile İstanbul Caddeleri, Postane, Vilayet ve Vilayet Meydanı’yla birlikte geniş bir agora izlenir. Sol tarafta kalan, daha çok Müslüman tebaanın yaşadığı bölgede; Vavla, Camiönü, Germe, Kadirler, Taşçılar, Gülerenler ve Çite gibi mahallelerin, daha yukarılarda ise Bayırlar, Tuzla, Taş Madeni ve Turunçlar gibi üst mahallerin olduğu bilinir. Romanın başlıca karakterlerinden Zeynep’in evi buradadır. Müslüman mahallelerinde, Veba Geceleri’nin önemli bir bölümünü oluşturan tekkeler de yer alır. Kadiri Tekkesi, Halifiye Tekkesi, Zaimler Tekkesi ve Bektaşi Tekkesi’nin bulunduğu Müslüman bölgesinde, ileride adada iktidarı ele geçirecek Şeyh Hamdullah karakteriyle tanışırız. Müslümanların yaşadığı mahallelerin şehir meydanına yakın bölümünde Yeni Cami, Kolağası’nın Evi, Askeri Rüştiye, Kör Mehmed Paşa Camii ve Hamidiye Hastanesi yer alır.
“Postmodern öğelerin yanında realist ve romantik metinleri anımsatırcasına ilerleyen Veba Geceleri, anlaşılmak için okurundan belirli bir çaba gerektiren Latince veya Eski Yunanca metinler gibi, anlaşılmak için okurundan bir çaba, gerçekle kurguyu ayırabilecek bir tarih bilgisi istiyor.”
Rumların ağırlıklı yaşadığı diğer (karşı) bölgede ise Hora, Hrisopolitissa, Petalis, Kofunya mahalleleri, yukarılarda ise Eyoklima, Dantela ve Flizvos mahalleleri bulunur. Aya Yorgi Kilisesi, Theodoropulos Hastanesi, Vali’nin sevgilisi Marika’nın evi, tavernalar, plaj ve ayrıca Garnizon da yine Rum mahallerindedir. Türk ve Rum mahallelerinin içi içe geçtiği şehir meydanında Sultan ve Doktor kocasının ve Minger Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Kolağası Kâmil (Paşa) ve zevcesi Zeynep’in kalacakları Vilayet binasından başka, Rum İlkokulu, Kurabiyeci Zofiri’nin yeri, Aya Triada Kilisesi, Messageries Maritimes Acentesi ve (kalanı okurun keşfedeceği) daha pek çok ayrıntı vardır.
Romanın asıl kişiliklerinin üzerinden geçersek; romanı okumaya başladığımız ilk yüz sayfada önce, romanın birinci tekil şahıstan konuşan) anlatıcısı Mina Mingerli ile tanışırız. Romanın sonunda Pakize Sultan ve Doktor Nuri’nin torunun kızı olduğunu öğreneceğimiz Mina Mingerli, (Milliyetçiliğin farklı tanımları üzerine düşüncelerini de paylaşacaktır) kendisini bir tarihçi olarak tanıtır ve Pakize Sultan’ın Minger Adası’nda baş gösteren veba salgınında ve ertesinde yazmış olduğu günlüğünü hem bir tarihçi hem de bir romancı kimliğiyle kaleme aldığını anlatır. Kitabının girişinde şöyle der Mina Mingerli: “1901 yılındaki veba salgını sırasında adada olup bitenleri araştırırken, bu kısa ve dramatik sürede kahramanların öznel kararlarını anlamaya tarih biliminin yetmeyeceğini, bunların roman sanatının yardımıyla daha iyi anlaşılabileceğini hissettim ve bu ikisini birleştirmeye çalıştım.”
Mina Mingerli’nin önsözü oluşturan giriş cümlelerinden sonra birinci bölümde İstanbul’dan ayrılan Aziziye adındaki buharlı geminin içinde II. Abdülhamit’in en güvendiği eczacı, Doktor S. Bonkowski ile yardımcısı Doktor İlias; padişahın yeğeni Pakize Sultan ve kocası Damat Doktor Nuri sahneye çıkar. Doktorların üçü vebayı durdurmak üzere adaya gönderilmektedirler. Sultan da kocasının yanındadır. Yaklaşık bir aydır evli olan, II. Abdülhamit tarafından Çin’e gönderildiklerini sanan aristokrat çift, Çin’e hareket eden Aziziye gemisinin yol üzerinde Arkaz’a uğradığında neden inmek zorunda kaldıklarına çok da anlam veremezler ve çok geçmeden Minger’e varınca kendilerini karşılayacak Vali Sami Paşa’yla tanışırlar. Sami Paşa’nın çok bağlı olduğu Rum sevgilisi Marika, ileri gelen Şeyh Hamdullah Efendi, onun kardeşi bıçkın Ramiz, kolağası Kâmil, veba salgınında ölen ilk kişi gardiyan Bayram Efendi, Mazhar Paşa, Nikiforo, Mösyö Corc, II. Abdülhamit, Hatice Sultan, Nimetullah Efendi ve daha pek çok karakter bir kaleydoskopta birbirine geçen farklı şekiller gibi birbirlerine eklemlenir ve seyr-i endam eder.
“Veba salgınının tarihsel, sosyolojik ve psikolojik içeriğini kavrayabilmek için yalnızca veba üzerinde değil, tarih boyunca bilinen bütün salgın hastalıklarla ilgili yazılan ve esinlenilen romanları ve bilimsel eserleri okumuş Orhan Pamuk.”
II. Abdülhamit, onun öldürttüğü Mithat Paşa, Pakize Sultan’ın sürekli mektup yazdığı ablası Hatice Sultan ve romanda anlatılan tarihi olaylar ve bu olaylardaki bazı karakterler haricinde eserde adı geçen kişiliklerin hepsi kurmaca karakterlerdir. Örneğin V. Murad’ın Pakize adında bir kızı yoktur. Bununla birlikte şehzadelerin ya da devrik padişahların kızlarının gelecek vadeden bürokratlarla evlendirilmesi yaygın bir adetti. Yine Vali Paşa Sami ve Murakabe Müdürü Mazhar Paşa da romanın kurgusal isimlerindendir; bununla birlikte Sami Paşa gibi Devlet-i Aliye’ye bağlılık ile değişen konjonktür arasında bocalayan geç Osmanlı dönemi bürokratlarına İmparatorluk yıkılırken oldukça rastlanır. Kolağası Kâmil’e gelince. Kurgusal karakter Kolağası Kâmil, romanda Minger’in Osmanlı’dan ayrılıp muhtariyetini ilan etmesinin kıvılcımını çakan bir fitil olarak gösterilir. Doğuştan Minger’lidir, Askeri Rüştiye’yi bitirmiştir, gençtir, çeviktir ve askerdir. Orhan Pamuk’un bu karakterde başlangıçta Mustafa Kemal Atatürk’ten esinlenmesi olasıdır. Okurun da okuyacağı gibi bazı açılardan Gazi’nin hayat yolculuğuna çok benzer Kolağası Kâmil’in yolculuğu. Bununla birlikte, Kâmil, özgürlüğü ilan ettikten kısa bir süre sonra karısının ardından vebaya yakalanarak ölür. Ama Minger’in özgürlüğünün ve Mingerlilik bilincinin gelişmesinde temel figür olarak görülür ve bu daha sonra Minger’in ulusal hafızasında, hatırasında ve kimliğinde ana figürlerden birine dönüşür. Söz konusu hafıza, hatıra ve kimlikte temel motiflerden birine dönüşecek biri de şaşırtıcı şekilde Şeyh Hamdullah’la protokol evliliği yaptırılacak olan Minger’in ilk kraliçesi Pakize Sultan da belirttiğimiz gibi usta bir kurmacadan ibarettir.
Ciddi Bir Araştırma
Veba Geceleri’nin tarihle bağdaşan, romanın tarihi bir tema üzerinde kurgulanmasına olanak sağlayan altyapısı için Orhan Pamuk’un ciddi bir okumayı sindirdiğini, yazarın Gazete Duvar’daki ifadelerinden biliyoruz. Veba salgınının tarihsel, sosyolojik ve psikolojik içeriğini kavrayabilmek için yalnızca veba üzerinde değil, tarih boyunca bilinen bütün salgın hastalıklarla ilgili yazılan ve esinlenilen romanları ve bilimsel eserleri okumuş Orhan Pamuk. Edward Said’in Şarkiyatçılık adlı eseri onun için Batı’nın Osmanlıya bakış açısını temellendiren önemli kaynaklardan biriymiş. Veba ile ilgili en eski ve en ünlü metin Daniel Defoe’nun Veba Yılı Günlüğü’nü, Alessandro Manzoni’nin Nişanlılar’ını, romandaki Sami Paşa’nın kuşağından olan Osmanlı valilerinin bazılarının Türkiye Yayınları tarafından yayımlanan Canlı Tarihler adındaki hatıralarını, ‘Devlet Adamının Yıllığı’ adıyla çevrilebilecek The Statesman’s Yearbook’u, Nuran Yıldırım’ın “Karantina İstemezük” başlıklı makalesini, Mesut Ayar’ın Osmanlı Devleti’nde Kolera eserini ve 1900’deki İzmir Veba Salgını üzerine yazdıklarını, Gülden Sarıyıldız’ın Hicaz Karantina Teşkilatı adlı kitabı okuduğu kaynaklardan sadece bazıları olmuş.
Veba Geceleri’nin yalnızca küçük bir bölümünü yorumlayabildiğimiz bu yazıda, aklımızda uyanan çeşitli soruların yanında, vatan adı verilen mekânın kimlik sorunu olan ülkelerde popülist bir araca dönüşmesi başka bir yazının konusu olsun.