Bruno Taut’un İstanbul’u

//

İlk olarak 1916 yılında İstanbul’a gelen Bruno Taut, yalnızca İstanbul’da değil, Ankara, İzmir ve Trabzon’da izler bırakmış bir mimar. Tevfik Turan’ın çevirisiyle yayımlanan kitapta Taut’un albümünden fotoğraflar, eskizler, resmi yazışmalar, el yazısıyla aldığı notların yanı sıra, 1916’da yazdığı ‘Konstantinopel’ gezi izlenimlerini ve 1938’de Her Ay dergisinde yayımlanan ‘Türk Evi, Sinan, Ankara’ başlıklı yazısını kapsıyor.

Taut üzerine akademik makaleleri olan ve çeşitli konuşmalar gerçekleştiren Prof. Dr. Esin Boyacıoğlu ile konuştuk.

  • Bruno Taut’un günlükleri ve notları kendisiyle, mimarlığıyla ve özellikle Türkiye ve İstanbul ile ilişkisi üzerine bize ne söylüyor?

Taut’un günlükleri bir biçimde kendi yaşantısını belgelemek ve kendine bir hafıza defteri tutmak üzere oluşturulmuş. İstanbul Günlüğü genelde Taut’un profesyonel hayatını kapsayan notlardan meydana geliyor. İçinde özel hayatına dair çok az not var. Özel duygu alanına bağlanabilecek birkaç not almış ama bunlar da ağırlıklı olarak iş dünyası üzerine sevinçlerini veya düş kırıklıklarını yansıtıyor.

  • Peki mektuplar?

Mektuplarında duygularını daha çok ifade ettiğini görüyoruz, ancak günlüğü daha kısa, her gün için alınmış notlardan oluşuyor. Bu günlük ile bir nevi kendi iş yaşamını kayıt altına aldığını söyleyebiliriz. Taut’un böyle bir alışkanlığı var zaten. Japonya’da da günlük tuttuğunu biliyoruz.

  • Eskizlerin yanı sıra, günlük bir mimar için nasıl bir gözlem, kayıt ve çalışma metodu? Taut’un günlükleri üzerinden değerlendirirsek bu metot nelere olanak sağlıyor?

Günlük yaşama ışık tutan, kişinin kendi özel tarihini kayıt altına alan bir belge türü. Günlük tutmanın Batılı bir alışkanlık olduğunu söyleyebiliriz. Doğu’da ve Anadolu’da bu şekilde bir alışkanlık taşımıyoruz maalesef.  Bir nevi hafıza oluşturmayı sağlıyor.

Örneğin Taut kimlerle neler konuşulduğunu, kimlere ne söz verildiğini, kimlerin ona ne söz verdiğini ve bunların tarihlerini belgeliyor. Diğer taraftan Taut’un defterlerinde nadiren karşımıza çıkan, çok küçük eskizleri de var. Ancak daha ziyade yazıyla not aldığını görüyoruz.

İstanbul Günlüğü’nün içinde ağırlıklı olarak iş hayatı ve akademi çok fazla yer tutuyor. Akademideki hocalığı, pozisyonu, oradaki sorunlar, diğer hocalarla yaşadığı gerilimler, eğitim programıyla ilgili tartışmalar, öğrencilerle yaptığı dersler ve toplantılar üzerine çok fazla not var. O sırada Akademi’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kurulmuş olan bir mimarlık bürosu da var. Burası, özellikle Milli Eğitim Bakanlığı yapılarının da tasarlandığı bir büro olarak çalışıyor ve Taut buranın başına geçerek, bakanlıktan işler alıyor. Bu büronun gidişatı, kimlerin çalıştığı, aldıkları ücretler gibi bilgiler de not olarak günlükte yer almış. Yaptığı iş görüşmeleri, tasarladığı projelerdeki gelişmeler de notlarının önemli bir parçası.

Bir başka konu olarak da günlükte Mimari Bilgisi kitabıyla ilgili aldığı notları görmek mümkün. Japonya’da olduğu sırada ön hazırlıkları yapılmış olsa da, bu kitap ağırlıklı olarak Türkiye’de kaleme alınmış. Günlükte bu kitaptan da çok söz ediliyor. Hangi bölümün yazılmakta olduğuna ve tercümelerine dair notlar da alınmış. Örneğin günlüğünde ‘bugün fonksiyon bölümüne başladım’ veya ‘proporsiyon bölümünü bitirdim’ gibi notlar da alınmış.

Ancak belki şu konuya dikkat çekmek gerekebilir; günlükleri okumak zor, çünkü kitapta sayfalarını göreceğiniz gibi, oldukça ince gramajlı bir kağıda, çok hızlı bir şekilde ve fazlasıyla kısaltma kullanılarak notlar alınmış. Bu kısaltmaların ne olduğuna ve hangi isimlerin kastedildiği konusunda araştırmalar yapmak gerekiyor.

Günlüğün Türkçeye çevrilmiş ve ulaşılabilir olması çok güzel bir gelişme.

  • İstanbul Günlüğü’nde Konstantinopel’den Gezi İzlenimleri bölümü yer alıyor. Burada şaşırtıcı detaylar içeren gözlemler dikkat çekiyor; ‘…hayran bırakan naiflikte kepenkler…’ veya ‘…Türklerin binaları tamirde gösterdikleri isteksizlik…’ gibi tespitlerde bulunuyor Taut. Bunlar üzerinden değerlendirince, sizce kente dair izlenimlerinin en belirgin unsuru nedir?

Bu ilettiğiniz ifadelerin yer aldığı yazı Taut tarafından 1916’da kaleme alınmış. Taut Werkbund tarafından düzenlenen Türk-Alman Dostluk Evi yarışması için geliyor İstanbul’a. Aslında kendisinin Doğu’ya karşı hep bir ilgisi var. Doğu’ya bakmak ve Doğu hakkında bilgi edinmek onun için önemli.

İstanbul’a özgün diyebileceğimiz yapıları çok önemsiyor. Sizin bahsettiğiniz, tam tamir edilmemiş, hafif dökülmüş, bakımsız sivil mimarlık doku onun dikkatini çeken ve hoşuna da giden bir kent peyzajı oluşturuyor. Diğer taraftan kamusal yapılarla da çok ilgileniyor. Özellikle Süleymaniye ve Sultanahmet Camilerinin mimarileri, Beyazıt Kulesi, Topkapı Sarayı’ndaki Çinili Köşk, Kapalı Çarşı, İstanbul’da etkilendiği kamusal yapılar arasında yer alıyor.

Taut diğer yandan kentin coğrafyasından, denizle olan ilişkisinden de etkilenmiş. Sandallara, gemilere ve İstanbul’un suyla olan ilişkine, doğasına ilgi göstermiş. Benim en çok ilgimi çeken ise, sadece gördükleriyle değil, duyumsadıklarıyla da İstanbul’u keşfetmeye çalışması. Güzel ve kötü kokulardan bahsediyor örneğin… Kokularıyla da kenti keşfetmeye çalışıyor. Sesler de onun için önemli, dolayısıyla Taut’un çok rasyonel bir bakışla değil, duygularıyla, hisleriyle beraber kente baktığını algılayabiliyoruz.

  • Bruno Taut’un Ankara, İzmir ve İstanbul’da tasarladığı yapıları değerlendirerek ve günlüklerinde aldığı notlara da bakarak, bu kentlerde bıraktığı izle ilgili ne söylersiniz?

İstanbul’da daha çok Akademi’de ve eğitim hayatında ve Ortaköy’deki evi ile iz bıraktığını söyleyebiliriz. Başlayan ancak sonlanmayan birçok tasarımı var. Aslında yapılı çevre olarak Ankara, İzmir ve Trabzon’da iz bırakmış bir mimar. Bu şehirler arasında Ankara özellikle önemli. Ankara’daki üç yapısı, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Atatürk Lisesi ve Cebeci Ortaokulu bugün işlevlerini sürdürüyorlar. Bu yapıların tasarım ve inşa serüvenlerinin izleri günlükte çok fazla. Günlükte en çok bahsedilen yapılarından biri Ankara’daki Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi. Fakülte yapısı, günlüğün hemen hemen ilk sayfasından sonuna kadar neredeyse her, ya da 2-3 sayfada bir yer alıyor. Bu yapı Taut için, belki inşasına başlanan ilk tasarımı olması açısından çok önemli. Bir mektubunda bu yapısından ‘harika çocuğum’ diye bahsediyor.

Dil ve Tarih-Coğrafya yapısı Ankara’nın en önemli aksının üzerinde konumlanmış ve bulunduğu yerde oldukça anıtsal bir duruşu var. Dışarıdan ve içerden bakıldığında ilginç bir yapı. Bulvara cephe veren duvarlardaki almaşık dokuda, iç mekân duvarlarında çinilerle yaptığı yatay çizgilerde geleneksel mimarlığın izlerini görüyoruz. Bir taraftan da mekânsal olarak, örneğin fuayesinde, geniş şeffaf yüzeylerde modern bir iç mekân anlayışı izleniyor. Tam olarak ‘buralı’ olmakla ‘modern’ olmanın arasını bulmaya, adeta sentez yapmaya çalışan bir yapı olduğunu söyleyebiliriz.

İlginizi çekebilir:  Perşembe Sineması: Normal Dediğin Nedir ki?

Bu yapı Ankara’nın hafızasında önemli bir yer tutuyor. Özellikle salon Ankara’da birçok etkinliğe tek başına ev sahipliği yapıyor. İçinden on binlerce öğrencinin geçtiği bir mekân.

Taut’un tasarımları arasında çok fazla okul binası olduğu için bu yapıların iz bırakma etkisi çok belirgin.

2012 yılında Mimarlar Odası Ankara Şube tarafından düzenlenen bir etkinliğimiz olmuştu ve Cebeci Ortaokulu ile ilgili bir toplantı yaptık. Toplantıya Taut üzerine çalışan akademisyen Giorgio Gasco ile birlikte, Cebeci Ortaokulu’nda okuyanları da konuşmacı olarak davet ettik. Konuşmacılar çok hoş anılar anlattılar… Toplantıda etkileyici müsamere salonu, kütüphane, müdürün odası, geniş koridorlar, büyük cam yüzeyler, camdan içeriye giren ışık ve aydınlık mekânlardan söz edildi ve okulda yer alan piyanodan, jimnastik ekipmanından bahsedildi. Ve tüm bunları, hiç mimarlıkla mesleki olarak ilgisi olmayan insanlar aktardılar bize. Bu aktarım, mekânın değerinin, niteliklerinin keşfedilmesine olanak verdiğini kanıtladı. Dolayısıyla katılımın oldukça yüksek olduğu bu toplantıdan edindiğimiz deneyim üzerinden, Taut’un mimarisinin kullanıcıları üzerinde bıraktığı izin bir hayli derin olduğunu söyleyebiliyoruz.

  • Taut’un çizimlerinde ve notlarında Asya’ya çok gönderme var. İstanbul Günlüğü’nde de aktarıldığı üzere, ‘İstanbul’a o dönem gelen tipik oryantalist gezginlerin aksine, Pera gibi kentin modern yerlerine gitmeyi tercih ediyor’. Siz Taut’un kenti nasıl gözlemlediğiyle ilgili nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Bu, Esra Akcan’ın kitapta yer alan yazısında dile getirilen bir konu. Orada oryantalist bakışın Taut’ta olmadığına dair çok doğru bir saptama yapılıyor. ‘Ben Batı’dayım, en doğruyu ben bilirim ve size de olduğum yerden bakıyorum’ tavrının Taut’ta olmayışı çok önemli. Taut Batı’yla ve kendi ülkesiyle de sorunları olan, o kültürün de çok ‘temiz, adaletli’ olmadığının farkında bir insan. 1933’lerden itibaren kendi toprağından, dilinden uzakta yaşamak zorunda kalıyor. Politik duruşu ve dünya görüşü açısından milliyetçilik ona çok uzak bir kavram. Ancak Japonya’da bu konuda çok ilginç bir gelişme de oluyor: Japonya’ya gittiği zaman Japon kültürünü hayranlıkla dile getiren yazıları, ilginç bir şekilde milliyetçi ruhu körüklüyor; Japonların kültürlerine duydukları özgüveni besliyor, 2. Dünya Savaşı öncesinde Japonya’da bir milliyetçilik dalgasını alevlendiriyor.

Akcan’ın yazıda bahsettiği gibi doğuya bakışı hiçbir zaman oryantalist ve üstten bakan bir tavırda değil. Aynı yazıda Esra Akcan ‘sürgünde olma durumunun Taut’ta kaybı kazanca dönüştürebilecek bir zihniyeti oluşturduğunu’ söylüyor ki bu bence çok önemli bir saptama.

  • Kitapta Bruno Taut’un ‘Küresel Adalet ve İklim Adaleti Açısından Süregelen Önemi’ başlıklı bir yazı yer alıyor. Ayrıca sizin de geçtiğimiz yıllarda Arredamento’da yer alan ‘Bruno Taut’u Hatırlamak’ dosyasında, ‘Kadın Üzerinden Modern Konut ve Bruno Taut’ başlıklı bir yazınız vardı. Günümüzün iki önemli başlığı olan iklim ve kadın konusunda Taut bir mimar olarak nasıl bir yaklaşım sergiliyor mimar?

Taut’un iklim konusunu mimarlığı yere özgün kılacak bir araç olarak görmesi önemli. İklimi dikkate alarak tasarlamanın, mimarlığı ve tasarımı o coğrafyaya ait kılacağını söylüyor. Gerçekten iklimin çok üzerine vurgu yaparak, onun Esra Akcan’ın da bahsettiği kozmopolit olma, bir anlamda evrensel olma özelliğini kazandıracağını söylemesi önemli nokta.

İklim mimar olarak bizlerin en çok üzerinde durması gereken konu. Mimarların, kent plancıların ve her şeyden önce yöneticilerin bu konuda duyarsız olmalarından kaynaklanan iflas işaretleri var doğada. Taut ise buna çok önceden işaret ediyor. İklimi, özgünlüğün ve yere ait olmanın bir aracı olarak görmesi, mimarlık açısından bence erken bir teşhis. Ondan sonra bölgeselcilik, eleştirel bölgeselcilik gibi bu konuda duyarlı çalışma alanları ortaya çıkıyor, ancak Taut bu sürecin ilklerinden biri. O açıdan çok önemli.

Kadın ile ilgili kısımda konu biraz daha farklı. Taut’un ‘Die Neue Wohnung’ kitabı, ‘Die Frau als Schöpferin / Yaratıcı Olarak Kadın’ ikinci başlığını taşıyor. Yani kitabın başlığı kadına bir yaratıcılık atfediyor. Ancak kitabı okuduğunuzda ve bağlamına göre düşündüğünüzde görüyorsunuz ki, Taut kadına her şeyi, yaratıcılığı da ‘öğretiyor’. Modern mimarların bildiğimiz öğretici kimliği onda da var. Eski eşyaları biriktirmemesi ve bu alışkanlıktan kurtulması gerektiğini, bu eşyaların, fazlalıkların onu ‘köle’ yaptığını, bu yüzden boş vakti kalmadığını, ev işlerine esir olduğunu, ama bunlardan kurtulursa önünde bambaşka bir yaşam açılacağını, hijyen kurallarına ne şekilde dikkat ederse bu konuda rahat edeceğini ve düzeni iyi kurabileceğini, tabloların duvarlarda değil çekmecelerde olması gerektiğini ve bütün bir evin nasıl düzenlenmesine dair ihtiyaçların neler olduğunu dikte ediyor bir anlamda. Bir taraftan da kadına bir yaratıcılık atfederek, ona da bir paye veriyor.  ‘Evin hâkimi sen olmalısın ve sen yaratmalısın’ bunu başarmanın yolu da işte benim önerilerimi uygulamak diyor.

Bunların yazıldığı dönem, ki 1924’ten bahsediyoruz, feminist söylemler için çok erken yıllar. Evet, o yıllarda Le Corbusier Charlotte Perriand ile çalışıyor, Mies Van Der Rohe Lilly Reich ile işler yapıyor, Frankfurt Mutfağı’nı tasarlayan Margarete Schütte-Lihotzky üretim yapıyor… Dolayısıyla bu dönemde de kadın tasarımcı olarak isimler var, ancak sayıları çok az. Henüz kadının bu alanda adı yok, bu nedenle dikte edici bu ses kitabın içinde seziliyor. Ancak bunu döneminden hareketle, bağlamında okumaya çalışırsak, kadına yazılmış bir mimarlık kitabı olduğu, ona yöneltildiği için, kadın ve mimarlık adına çok özel bir yer tutuyor. Kadını yeni, modern konutu gerçekleştirmek için bir araç olarak kullanıyor Bruno Taut diyebiliriz.

TAUT’UN TASARLADIĞI BİNALAR

Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Atatürk Lisesi ve Cebeci Ortaokulu.

GÜNLÜK TUTMAK ÜZERİNE

“Günlük tutmak Batılı bir alışkanlık. Doğu’da ve Anadolu’da bu şekilde bir alışkanlık yok. Bir nevi hafıza oluşturmayı sağlıyor.”

Previous Story

CultureCIVIC’den Açık Çağrı

Next Story

NFT’lere Mavi Tik

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.