Murat Daltaban yönetiminde 1984

Olağanüstü Hâl ve İstisna Hali

Murat Daltaban’ın yönetmenliğini üstlendiği, Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun oyunu 1984 ve Sarı Sandalyeler’in sahneye koyduğu Kral Übü üzerine…

/

2017 yılında Donald Trump yönetimi danışmanlarından Kellyanne Conway, NBC’deki bir konuşması sırasında, Trump’ın bir diğer danışmanı Sean Spicer’ın Trump’ın göreve başlangıç konuşmasına katılanların sayısını yanlış verdiği hatırlatıldığında Spicer’ın ‘alternatif olgu’lara dayandığını söyleyecektir. Sunucu Chuck Todd “bakın alternatif olgular (alternative facts) dediğiniz olgu değil hata/yalanlardır (falsehood). Bu diyalog Orwell’in çiftdüşün kavramının da sık hatırlatıldığı hakikatsonrası odaklı tartışmalara neden olurken 1984 A.B.D’de 2017 yılının çok satanlar listesinin başına yerleşti. Roman Türkiye’de 1980 darbesini izleyen askeri otoriterlik döneminde tam da 1984 yılında Türkçeleştirilip başucumuzdaki yerini almıştı. O dönemin bugün de kısmen canlanan önemli siyasi tartışmaları askeri rejimin faşizm olarak nitelenip nitelenemeyeceği, bonapartizm ve diktatörlük kavramının tanımlayıcı özellikleri etrafında dönüyordu. Diktatörlük hakkında siyaset biliminde tartışmalı olduğu kadar önemli de bir kuramcı olan Carl Schmitt’in deyişiyle “Egemen olağanüstü hale karar verendir” tanımını geçen yıllar içinde farklı tonlarıyla farklı derecelerde yaşayan kuşaklar olduk. Dolayısıyla 1984’ü izlemeye hazırdım, Kral Übü zaten nefes alıp verdiğimiz iklimin bir parçasıydı.

Trump ve ekibi ‘alternatif olgu’lardan söz ettiği sırada İngiliz yazar ve yönetmen Robert Icke ve Duncan Macmillan Orwell’in klasikleşmiş romanını tiyatroya uyarladıkları oyunlarının Broadway versiyonuna hazırlanıyorlardı. 2013 yılında Nottingham Playhouse’da başlayıp daha sonra West End’e taşınan oyun ABD’den sonra dünyanın birçok yerinde sahnelendi. Bunların çoğu işkence sahnelerinin, ışık ve ses tasarımının yarattığı izleyici tepkileri nedeniyle de ses getirmişti. Ben oyunu Murat Daltaban’ın aynı zamanda genel yönetmeni olduğu Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun İstanbul turnesinde, Musahipzade Celal Sahnesi’nde izleme fırsatı buldum. Açıkçası 2005 yılında Mısır Apartmanı’ndaki ilk oyunlarından beri yaptıklarını her zaman takip etmeye çalıştığım Dot’un yerleşik bir sahneye ve sadece oyuncu değil yazar da yetiştirmeye yönelik bir gayrete sahip olması benim açımdan neredeyse duygusal bir önem arzediyordu. Murat ve Özlem Daltaban’ın sadece müthiş uyumlu çalışan bir yönetmen ve prodüktör olarak değil kurumsallaşma açısından da örnek oluşturabilecek bir güzergah sergiledikleri herkesin malumu. Unesco’ya bağlı Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği tarafından verilen ödülü 2005-2006 yıllarında sahneledikleri tüm oyunlarıyla aldıkları günden bu yana toplumsal, siyasal ve sanatsal boyutlarıyla her zaman tartışma yaratan yani tahayyülümüzü besleyen kışkırtan işler yaptılar. Dolayısıyla ne düzeyde bir işle karşılaşacağımın bilincinde yüksek bir beklentiyle yerleştim koltuğuma.

Sarı Sandalye ise benim için çok yeni bir isimdi. Yıllardır öğretim görevlisi olduğum Galatasaray Üniversitesi çıkışlı olduklarını, yeni bir şeyler yaptıklarını duymuştum o kadar. Çok değerli bir öğrencim, Samet Acar beni oyuna davet ettiğinde açıkçası neyle karşılaşacağım hakkında pek de fikrim yoktu. Sainte Pulchérie’nin küçük ama çok iyi düzenlenmiş salonundan çıkarken diğer izleyicilerle birlikte benim de yüzümdeki gülümseme kafamda koşuşan düşüncelere eşlik ediyordu. Oyunu birlikte izlediğim Oğuz Gürerk’in bir tür “queer puppet show” tanımlaması bana göre çok yerindeydi. Queer kelimesini yalnızca cinsellikle ilgili zannedenlerin ötesinde ikili cinsiyet sisteminin siyasi rol dağılımına (kadın ve erkeğe atfedilen toplumsal görevler, kamusal ve özel alanların buna karşılık gelen sınırlılıkları vb.) getirilen eleştirinin çok geniş bir karşı düşünce ve tahayyül alanı açtığı malumunuz.

İlginizi çekebilir:  PSM Atölye’den Açık Çağrı

Sadece kendi tebasıyla savaş halinde bir egemen sınıfın değil kendi suçluluk duygularını idealizm kisvesi haline sokan sözde devrimcilerin de parodisidir Kral Übü. Gerçeküstücülüğü öncelemesiyle bilinen Alfred Jerry’nin patafiziğini yani ‘istisnaları yöneten yasaların’ bilimini günümüz dünyasında bir istisna olarak sunulan olağanüstü halden yararlanarak kötüye kullandığı egemenliğini… İstisna halini kuramına dahil etmeye çalışan Agamben’in normun askıya alınmasının ortadan kaldırılması anlamına gelmediğini ancak bu askıya alışın kurduğu yasasızlık bölgesinin hukuk düzeni ile bağlantısız olmadığını gösterdiği kural-olarak-istisna aynı zamanda insan bedeninin siyasetin yeni öznesi haline gelmesiyle başlayan bir sürecin sonucudur. Sarı Sandalye de absürdün evrensel dili kadar yerel hallerine de şahane açıklıklar getiren sahnelemeleri, canlı müziğin türler arasında şizoid bir parçalanmayla gidip geldiği ve hangi sesin hangi bedene ait olduğunun birbirine girdiği, oyuncuların tavuklar gibi gıdakladığı koyunlar gibi melediği, kendisi dışında bir şeyi konuşamayan bir zamane dilinin çok şey söyleyen sabuklamalarını mercek altına almayı başarırken seyircisini de peşinden sürüklüyor (örneğin Seda Sayan’ın viral olan, köpek gibi çalışıp kraliçeler gibi yaşadığı meşhur monoloğu ama aynı zamanda memleketimizde son yirmi yılın en büyük sorusu Kimsin Sen Sen Kimsin belleklerden uzun süre silinmeyecek bir şekilde sahnelenmiş).

1984’ün bedenleri ise kendilerine birazcık nefes alma yeri bulan aşıkların enerjik ve direngen bedenleri dışında zombileşmiş, işkence, zorlama ve baskıyla bükülmüş bedenler. Murat Daltaban’ın 1984’ü görsel olarak vurucu, kimi yerlerde distopik bir operet kıvamına varan sahnelemesi, gencecik oyuncularını güvenle yükselten rejisi, Oğuz Kaplangı’nın müzikleri, Tan Temel’in koreografisi, Dükkan ül Hayal’in maske tasarımları, Tomris Kuzu’nun kostümleri, Cem Yılmazer’in ışık tasarımı izleyiciyi bütünüyle bir kaygı atmosferine sokmayı başarıyor.

1984’ün Broadway versiyonuna yapılan eleştirilerden biri şöyle sonlanıyordu: “Bu yaratıcı prodüksiyon kuşkusuz totaliter bir devletin klostrofobik dehşetine tam uyuyor. Peki ama hele de şimdi her sabah haberleri midemiz bulanarak okurken kim oraya gitmek ister ki?” Bu retorik sorunun cevaplarından birini de biz verelim: O gün gelmesin diye mücadele edenler ve o gün geldiğinde hazır olmak isteyenler; tabii ki artık her günün o gün olduğunu, kral ölünce yeni kralların doğacağını, Übüleşmenin gergedanlaşma gibi hepimizin içine zehirli tohumlarını atabileceğini bilenler. 1984 bugün burada Übü hemen yanıbaşımızda.

Previous Story

“Ben Anadolu” Nysa Antik Kenti’nde

Next Story

Nilüfer Kent Tiyatrosu Yaz Sezonu

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.