Nereye Gidiyor Bu Gemi? - ArtDog Istanbul
İhsan Oturmak, Dörtyol, Tuval üzerine yağlıboya, 140 x 260 cm, 2023

Nereye Gidiyor Bu Gemi?

Artan fiyatlar, derinleşen ekonomik kriz, adalete duyulan inanç eksikliği, sosyal yozlaşma ve medya üzerindeki baskıların gölgesinde bir yılı daha geride bıraktık. Peki, nereye gidiyor bu gemi?

/

Son dönemde yaşanan felaketler ve krizler, toplumsal belirsizlikleri derinleştirirken, kültür-sanat dünyasının bu ortamda nasıl bir yön çizeceği merak konusu. Alanında önemli isimlere kültür-sanat ve medya sektöründe yakın geleceği yorumlamalarını istedik. Kültür ve sanatın, toplumsal farkındalık yaratmada ve kriz dönemlerinde dayanışmayı güçlendirerek toplumun direncini artırmada hayati bir rol oynadığına dikkat çekiliyor; bu süreçte sanatın yalnızca bireysel yaratıcılığı değil, kolektif hareketleri desteklemesi gerektiği görüşü de öne çıkıyor.

“Otosansürün Doğallaştığı Bir Ortam”

GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

Gazeteci – T24

Türkiye, az zamana çok ve büyük olaylar sıkıştıran bir ülke. Öylesine büyük bir hızla, öylesine büyük olaylar yaşanıyor ki bütün bunları takip etmek bir yana, yaşananların duygu durumumuzu nasıl etkilediğini anlamak bile çok mümkün değil. Hafızamızı kısaca yoklayalım. 2010’da anayasa değişikliği referandumu, Mayıs 2013’te Gezi eylemleri, yine 2013’te 17-25 Aralık operasyonları, 2015’te 7 Haziran seçiminin ardından yaşanan Suruç katliamı, ardından seçimin sonuçsuz kalması ve yenileme kararının çıkması… Bu arada ardı ardına yaşanan terör eylemleri. Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eylemi olan Gar katliamının yaşanması, 2016’da askeri darbe girişimi, iki yıl boyunca OHAL uygulanması, bu süreçte başkanlık sistemine geçilmesi. 2018’de ilk başkanlık seçimi, OHAL’in kalkması, altılı masa, ittifaklar dönemi…

Ekonomik kriz, deprem, terör saldırıları, kayyım politikaları, yerel seçim, yeni anayasa arayışları, spordaki tartışmalar, mafya çatışmaları, Sinan Ateş’in öldürülmesi, Sedat Peker kayıtları, ölümler, kalımlar, tutuklamalar, bitmeyen davalar… Yorucu, çok yorucu, geçmişte ne olduğuna dönüp bakmaya bile imkân bırakmayan olaylar silsilesi. Toplumların iyileşmesinin tek yolu hakikate bağlılık, hafıza ve yüzleşme gibi kavramlardan geçiyor. Aksi takdirde neyin neden yaşandığını anlamak, daha adaletli bir sisteme erişebilmek mümkün değil. Bizde olan ise hafızasızlığın inşası. Arkana dönüp bakmanın olanaksız olduğu bir sistem. Doğal olarak hissizleştiren, her şeyi hemen normalleştirmemizi sağlayan, duyarsızlığın muteber sayıldığı bir atmosferimiz oluştu. Bu atmosfer içerisinde nefes almak, sağlıklı kalmak çok kolay değil. 2025’te de koşulların, olayların bunlardan hafif olacağını sanmıyorum. İfade özgürlüğünün alanının daha da daralacağı bir yıl olacağını düşünüyorum. Özellikle Suriye’de bitmiş görünen ancak bir biçimde devam eden savaş, terör operasyonları, yeni anayasa odaklı bazı tartışmaların etkisi, zaten dar olan bu alanı daha da daraltacak bana kalırsa. Bunun emarelerini de şimdiden görüyoruz.

Kültür sanat alanında da bunun etkilerini zaten görüyoruz ve görmeye devam edeceğiz. Zaten otosansürün doğallaştığı bir ortam var. Daha da içe çekilme, içe kapanma söz konusu olacak gibi görünüyor. Ekonomik krizin etkileri de yine bu alanlardaki üretime yansıyacak. Sinema salonlarının boş kaldığı, tiyatronun, güzel sanatların alıcısının fazla olmadığı bir ortama doğru gidiyoruz. Zaten bu alanlarda çalışmak da bu ekonomik şartlarda çok kolay değil.

Siyasi ve ekonomik ortam, diğer gelişmelerle birleştiğinde ifade özgürlüğü için daha fazla mücadele etmemizin gerekeceği bir ortamı yaratacak. Sanırım bu alanlarda çalışan herkesin üzerine fazlasıyla görev düşüyor. İnatla üretmek ve özgürlüklerden vazgeçmemek temel olmalı…

“Yaratmak, Umudun Ta Kendisi”

ŞEBNEM İŞİGÜZEL 

Yazar

Zor bir dönem. Herkes korku ve endişe içinde. En kötüsü de herkes böyle hissetmekte haklı. Ancak sanatın umut veren bir tarafı var. Yaratmak, yaratıcılık umudun ta kendisi. Edebiyat güzel kitaplar şiir romanlar öyküler umudun ta kendisi. İşler ne kadar kötüye giderse o kadar güçlü bir yaratıcılık patlıyor. Ben bunu kömür parçalarının toprak altında elmasa dönüşmesine benzetiyorum. İnsanlığa kalacak bütün büyük sanat eserleri romanlar filmler müzikler böyle zamanlarda çıkıyor. Ancak böyle romantik hislerle donanamayacağımız kadar da kritik şeyler oluyor, yaşanıyor: Sanatçı intiharları, ağır depresyonlar, hayatına devam etmekte güçlük çeken sanatçılar, yazarlar, sinemacılar. Bir anlamda görünmez bir savaşın içindeyiz. Bir savaş hali var. Toplum bitik. İlişkiler bitik. İnsanlar bitik. Kendisini yaratarak koruyabilene ne mutlu. Kapanıp işini yapabilene, yazabilene, hayal edebilene. Ancak ortaya çıkan sanat eserlerini topluma ulaştırmakta ciddi bir sorun var. Daha fazla dayanışmaya ve örgütlenmeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

“Mesele, Nerede Olduğumuzu Görebilmek”

GÜNDÜZ VASSAF

Yazar, Psikolog

Tarihimiz boyunca belirlilik aradık, yaşadıklarımıza anlam, kaosa düzen vermeye gayret ettik, inançlarımızla kurallarımızın müptelalığında, her düzen değiştiğinde yeni düzene uyum sağladık. Türkiye’nin kısa Cumhuriyet tarihinde yaşamımız bunun tanıklığı. Yaşam tarzımızın bu dönem belirleyicisi son 20 yılın siyasi rejimi. Üniversite, basın, iş yaşamı, sanat, edebiyat, bu dönemin koşullarına uyum sağlayarak, “ya bu diyardan gidersin ya bu deveyi gidersin zorunluluğunda” oluştu. Düşünce üretiminin beşiği üniversitelerde hocalar kapı kulluğuna talim ederken, özgür düşünceye tutkulu sanatçı duyarlılığı her şeye rağmen düşlerini kurarken sabırla sesini aramakta.

Son yıllarda, özellikle tiyatroda başka kültür ve ülkelerin sahnelerinden evrenselliğe yeni ufuklar açılırken belgesel filimde de eskiden “minör” diye küçümsenen konulara, günlük yaşama, kadına, yerel konulara pencereler açılmaya devam ediyor. Şairlerse yayıncı bulamaz oldu. Sanat fuarları kalabalıkların buluştuğu, fiyatların uçtuğu alışverişsiz AVM görünümündeyken İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi zengin seçimiyle, biletler pahalı da olsa, elitlerin adresi olmaktan çıktı, her kesimden sanatseverlerin buluştuğu mekân oldu.

Müzik dünyası, başta olanaklar, sabır ve disiplinden yoksun gençlerin içini dökebildiği her yer. Lakin çağımız belirsizlik çağı. Çivisi çıkmış düzen çöker, önümüzü göremezken, bildik formüllere sığınan bir sanat anlayışının süregelmesi kaçınılmazdı. Edebiyat dünyasında, “Roma yanarken keman çalanlara” dikkat. Çağımızın dramına seyirci kalıp, düzenle dans edenler, kimseyi ürkütmeyecek, yazarı zora sokmayacak bildik konuları özellikle romanlarıyla piyasaya sürenler çok. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, bencilliğimizle kendimize odaklandık. Dopamini tetikleyen, uyuşturucu etkisi olan telefon ekranlarına bağımlılığımızın, sanatla yaşayacağımız zamanımıza saldırarak ufkumuzu daraltmasıysa kaçınılmazdı. “Çürük beyin” ya da “beyin çürüklüğü” deyimini duydunuz mu? Oxford University Press’in, sosyal medya tüketiminin olumsuz etkilerini tanımlarken 2024 için seçtiği yılın sözü. Özetle, ekran bağımlılığının toplumda ve bireyde yol açtığı psikolojik ve bilişsel çürüme. Toplumun sanattan beklentisi bu bağlam içinde yoğurulduğundan, bize sunulanları etkilemesi kaçınılmaz. Sanatçı açısından rasyonalizyonu ise, ayağını yere basarak toplumun nabzını tuttuğu bahanesi. Hal böyle olunca buyurun size pazarda çok satanlar, seyredilenler ve dinlenenler. Buyurun size, sosyal medya ağında sanatçının adının eserinin önüne geçmesi.

Nereyi mi gidiyoruz? Saçma soru. Mesele, nerede olduğumuzu görebilmek. Şikayete, gördüklerimizden kaçmak, hoş ve boş vakitle unutturmak yerine, sanatımızı siyasete de alet etmeksizin, ödün vermeden, kendimize yalan söylemeden, ’’Ne yapabilirim?’’ diye sorabilmek. Ortam belli. Riske girmek şart değil. Hoş geldin sanatın yaratıcılığı.

“Gençler ve Kadınlar Geleceğin Umudu”

PROF. DR. HÜSAMETTİN KOÇAN

Sanatçı, Baksı Müzesi Kurucusu

Bu çok kapsamlı soruya geniş anlamda yanıtlar bulmaya çalışsak yayın için sınır sorunu oluşabilir! Bu nedenle insanın yani tekil olarak bireyin öz değerlerinden uzaklaşıp kestirme yollar aradığını da biliyoruz. Şu günlerde Suriye’deki büyük değişimi lideri açısından çok açıklayıcı buluyorum. Çünkü lider her geçen gün kılık değiştirerek, kaftanlı uzun sakallı kılığından yavaş yavaş nefti askeri tıraş olmuş bir modele daha sonra ceket gömlek, en sonunda da kravatlı hiçbirimizin yadırgamadığı bir lidere dönüştü. Liderler böyle dönüşürse geleceği kim belirliyor orada sorular teker teker orada biz liderin değil her gün yeniden tasarlanmış bir modelin kurtarıcılığını düşünüyoruz.

Peki bu insanın yönettiği insanlar, kadınlar, çocuklar savaş mağdurları ve sanatçılar nasıl kendi olacaklar? Dünyamız kendi olmayı değil fırsatlara göre durum alan liderlerin yönettiği bir dünya! Sanatçı bu dünya içerisinde kendi pozisyonunu nasıl koruyabilir, bu önemi bir soru. Bunun çok yönlü yanıtları mümkün ama benim son yıllarda izlediğim ortamda sanatçılar, hatta genç sanatçılar pazarı kuşatmak istiyorlar, pazarın istediği şeylerin peşinden gitmek istiyorlar. Bunu tehlikeli bir yöneliş olarak görüyorum. Maddi çıkarlarla kendi sanatçı kimliği arasında tutkulu bir ilişki üreten sanatçı, gelecek için hangi önerileri önümüze koyacak?

Son yıllarda sivil alanın oluşumu için kurulmuş dernekler, vakıflar dünyada bu sizin sorunuzun içeriğinde değindiğiniz sorunlar yokmuş gibi, kendi öz çıkarlarını pekişmek için koşarken hangi sorunu çözmeye yöneldiler ki oradan derin anlamlar çıkabilsin. Her şeyin kişisel çıkar olduğu dünyada, o düşünce peşinde kendini meşrulaştırmaya çalışan dayanışmalar o kişileri popüler ve zengin yapabilir ama bunlar insanlığın kopuşlarına, yabancılaşmasına ve insan için adanmışlığa katkıları olamaz. Geçenlerde bir konuşmamada iki temel sorunun değerlerimizi sıkıştırdığını ve insanlıktan uzaklaştırdığını söylemiştim, burada da onu tekrar etmek istedim. Bunlardan bir tanesi cehalet, her şeyi bildiğini düşünen ama hiçbir şey bilmeyen bir grup, sloganlara sarılmışlar, inanç ve kökenden söz ediyorum. Öteki grup ise vasatlar! Kendini her yerde ve her şartta göstermek isteyen, sanatı farklı gösterilerle destekleyen, ziyafet çeken, kendini bu yöntemle zihinlere yerleştirmeye çalışan gruptan söz ediyorum.

Bu ziyafet ve sanat dışı sunumların insanilik ve gelecek gibi bir endişeleri olduğunu düşünmüyorum. Her şeyi yapar gibi yapmak, yapılanların üzerine o yapar gibiyi geçerli olarak yerleştirmek, maddi gösteriler ve showlarla kendini medya desteği ile onaylatma arzuları. Tabii bu sanat ve sanatçı açısından çok endişe verici bir durum.

Ülkemizde başka boyutta uluslararası ortamlarda bulunma imkânlarının genişlediğini, bu konuda müzeciliğin öncü rolü üstlendiğini, teorimizin özgün bir noktaya ulaşamadığını, kitle iletişim araçlarının son derece kısıtlı kaldıklarını ilave ederek bir öneri de bulunursak; olur gibi yapmak yerine herkes bulunduğu yerden kendi dünyasından, insan için barış için gelecek için neler yapabiliriz sorusuna yanıt aramalı.

Üniversitelerimiz de tüm önerme enerjisi yitirmiş gibi gözüküyorlar. Kurumların, fırsat kollayan kişilerin fırsatçı varoluş peşinde oldukları bir dünyada gençlerin ve kadınların geleceğin umudu olduğunu söyleyebilirim.

“Bir Yansıma; Sanat ve Toplumun İlişkisi”

ÖZCAN YAMAN

Gazeteci, Fotoğrafçı – Evrensel Gazetesi, RED Fotoğraf

Sanat dediğimiz alanın ham maddesi toplumdur. Toplumsal huzur ve barış, sanatçının iç dünyasında şekillenerek yeniden topluma yansır. Ancak, içinde bulunduğumuz dönemde ülkemizin yaşadığı sorunlar, her geçen yıl bir önceki yılı aratır hale geliyor. Bu durum, sanatçılar üzerinde ağır bir baskı yaratıyor. Ne düşüneceklerini, ne yazacaklarını, ne çizeceklerini, ne çekeceklerini unutan sanatçılar, bir suskunluk ve korku sarmalına itiliyor. Bu sarmal, sansür ve otosansürü beraberinde getiriyor. Sansür ve otosansür, hayatın tüm alanlarına sirayet eden bir gerçeklik haline geldi. Televizyonlardan gazetelere, kültür kurumlarından galeri ve etkinliklere kadar pek çok alanda etkisini hissettiren bu durum, sanatı giderek soyut ve apolitik bir dünyanın nesnesi haline getiriyor. Sanat dünyası, hakikatten uzaklaşarak politik olanın dışında kalmaya çalışıyor. Ancak bu, toplumsal gerçeklikten kopmayı da beraberinde getiriyor.

Adaletsizliğin, hukuksuzluğun ve sansürün hâkim olduğu bir ülkede yurttaş olarak yaşamak bile bir sanat performansına dönüşüyor. Tüm ülke olarak bir direniş sahnesi sergiliyoruz. Ancak, özgür bir sanat dünyasının var olabilmesi için demokrasi mücadelesinin elzem olduğunu unutmamalıyız. 2025 yılı, daha protest, daha hakkaniyetli eserlerin üretildiği bir dönem olmalı. Kamusal alanlar, yeniden halkın hizmetine sunulmalı ve sanat, bir mücadele aracı haline getirilmelidir. Bu bağlamda, demokratik kitle örgütleriyle kültür ve sanat insanlarının işbirliği içinde çalışarak demokrasi, özgürlük ve barış taleplerini daha güçlü bir şekilde dile getirmeleri gerekiyor. 2025 yılına girerken, daha adil, özgür ve hakikate yakın bir sanat dünyası için birlikte mücadele etmeliyiz.

Örgütlü bir çabanın, yerel yönetimlerden iktidar erkine kadar her alanda etkili olacağına inanıyorum. Sanat ve toplum el ele vererek, daha aydınlık bir geleceği inşa edebilir. Yeni yılda, daha özgür bir ülke dahası bir dünya için birlikte mücadele edeceğimiz günlerin yakın olması dileğiyle…

“Kurumlar Elini Taşın Altına Koymalı”

URAS KIZIL

Akademisyen, Küratör

Sözünü ettiğiniz toplum, ekonomik ve politik süreçler ve ekolojik faktörler bizim ülkemize has olmamasına rağmen hepimizin bildiği üzere bu coğrafyada daha derinden ve kesif bir şekilde yaşanıyor. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik ve toplumsal buhran yalnızca alım gücünü etkilemiyor, ahlaksızlığı ve vasatlığı da beraberinde getiriyor. Dahası tüm bunlar yalnızca bizi değil birlikte yaşadığımız canlıları da etkiliyor ki en son çıkan yasayla birlikte gerçekleşen köpek katliamları malumunuz.

Böyle bir ortamda 2025 için pek olumlu olamıyorum ne yazık ki. Kaldı ki dengelerin son derece hassas olduğu kırılgan kültür-sanat ortamı mevzu bahis olduğunda. Ancak yine de şundan eminim: Sayıları az olmakla birlikte tüm bu meseleleri problematize eden ve kendi düşün ve çalışma pratiklerinde bunları irdeleyen sanatçı, sanat yazarı, akademisyen, küratör ve yayın var. Bu minvalde ben kesinlikle az ama nitelikli çalışmaların devam edeceğini düşünüyorum. Elbette kurumların da bu anlamda elini taşın altına koyması gerekiyor.

ArtDog Istanbul 26. Sayı100,00250,00Ocak – Şubat 2025

“… ve Markiz’de Dehşetli Güzel” Sayısı şimdi hem basılı hem de dijital versiyonuyla satışta!

ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.

Başarılı

Previous Story

Zıtlıkların Sanatçısı Fikret Muallâ

Next Story

Sanatın ve Direnişin Sessiz Tanığı: Tiraje

0 0,00