Perasma’nın yeni sergisi All Things Become Islands Before My Senses, 30 Haziran’da Yunanistan’ın Leros adasında ziyarete açıldı. Adadaki tarihi mekânlarla diyalog hâlinde gerçekleşen karma sergi, William Kentridge, Goshka Macuga, Cevdet Erek, Maryam Turkey ve Lindsey Mendick’in de aralarında bulunduğu 17’den fazla uluslararası sanatçının yeni ve var olan eserlerini adanın beş önemli noktasında sergiliyor. 18 Ağustos’a kadar devam edecek olan ve adını Cesare Pavese’nin Yalnızlık Tutkusu şiirinden alan sergi, zamanın, suyun ve Leros adasının tarihinin karmaşık ilişkisini araştırıyor. Geçen yılki sergisini Time is a Child adında yine Leros’ta gerçekleştiren Perasma İstanbul’un aktivitelerini ve yeni sergisini Burcu Fikretoğlu ve Gizem Naz Kudunoğlu ile konuştuk.
Perasma İstanbul nasıl başladı? Kaç yıldır sergilere ve projeler devam ediyor?
Perasma, Burcu Fikretoğlu ve Gizem Naz Kudunoğlu tarafından İstanbul’da kurulan bir sanat platformu. 2017 yılından beri sergi ve projelere devam eden Perasma, dünyanın dört bir yanındaki yeni ve beklenmedik yerlerde iddialı sergiler düzenleyerek, yükselen ve tanınmış sanatçıların eserlerini yeni izleyicilere ulaştırmak için dinamik bir sahne sağlamayı hedefliyor. İstanbul ve çevresindeki sanat topluluğu ile geniş uluslararası sanat dünyası arasında bağlantılar kurmayı, yerel ve uluslararası sanatçıların eserlerini yan yana sergileyerek bu bağı güçlendirmeyi önemsiyoruz. Şimdiye dek Anish Kapoor, Alfredo Jaar, Joan Jonas ve William Kentridge gibi 60’tan fazla sanatçı ile iş birliği içinde sergiler düzenledik, sanatçılar ve kültürler arasındaki etkileşim ve beslenmeyi ön planda tutarak çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Perasma sergilerinin farklı mekânlarda ve farklı şehirlerde olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda sergileri nasıl kurguluyorsunuz?
Pandemiden bu yana, yapı olarak tercihimiz tek bir mekâna bağlı olmamaktı. Bu hiçbir zaman sabit bir mekânımızın olmasını istemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bir mekâna bağlı olmak karşısında olduğumuz bir duruş değil. Fakat şu anda, bizim için önemli olan bu yolculuğu farklı projelerin, üstüne düşündüğümüz ve odaklanmak istediğimiz farklı kavramların, birlikte çalıştığımız sanatçıların bütün bu süreçlerle birlikte şehri, köyü, adayı, binayı odağına alıyor olması. Diğer yandan, serginin ya da gerçekleştirceğimiz projenin belli bir coğrafyada farklı bir anlam kazanacak olması bizim için önemli bir unsur. Sabit bir mekânın olması ve onun hafızası ve yıllar içinde nasıl dönüştüğü önemli ve Gizem de ben de uzun yıllar bu tip yapılar içerisinde bulunduk ve bu egzersizi bolca yaptık. Geçtiğimiz yıllarda başladığımız bu seri aslında yine aynı mekânı kullanıyor. Seneye ve ondan sonraki senelerde burada sabit bir mekânımız oluşabilir ve onun etrafında adanın (Leros) sınırsız ilham veren binaları, açık alanları, meydanları kullanılmaya devam edilebilir.
“All Things Become Islands Before My Senses” sergisinin ana fikrini ve Leros’la olan ilişkisiyle ilgili neler söylersiniz?
2023 yılında, Time is a Child sergisiyle başladı Leros yolculuğumuz. Zaman kavramını keşfettiğimiz sergi, Martin Creed, Alice Guittard ve Maria Joannougibi gibi sanatçıların eserlerini içeriyordu. Geçtiğimiz yıldan bu yana adada olmak, burada vakit geçirmeye devam etmek, adayı gerçekten tanımaya başlamak serginin ortaya çıkmasının önemli etkenlerinden. Zamana ve zamanın anakaranın ötesinde nasıl ilerlediğine ve donduğuna odaklanalarak, bu yıl Leros özelinde bu kavramları yeniden düşünmek istedik.
Son sergide William Kentridge, Goshka Macuga, Cevdet Erek, Maryam Turkey ve Lindsey Mendick gibi sanatçıları bir araya getiriyorsunuz. Seçkiyi nasıl yaptınız? Bu seçkiyi yaparken sizin için öne çıkan unsurlar nelerdi?
Zaten uzun yıllardır birlikte çalıştığımız sanatçılar, takip ettiğimiz isimler, çalışmasak da bir şekilde uzaktan tek taraflı ilişki kurmuş olduğumuz insanlar, sanatçılar var ve odaklandığımız konular, ilham aldığımız her şey hem onlar tarafından şekilleniyor hem de zaten bu konulara kafa yoran sanatçılara doğru çekiliyoruz bir şekilde kaçınılmaz olarak. Sergiyi oluşturma süresinde sanatçıların bir kısmıyla stüdyo ziyaretleri gerçekleştirdik ya da telefon konuşmaları ve zoom toplantıları yaptık. Kendi aklımızdakileri anlattık, onların yaklaşımlarını, o dönemdeki çalışmalarının neye odaklandığını, bizim üstüne sorular sormaya çalıştığımız konuların onları o dönemde ilgilendirip ilgilendirmediğini, pratiklerinde yer verecekleri bir durum olup olmadığını öğrenmek istedik. Bazı sanatçılar zaten en baştan beri aklımızda olan isimlerdi. Örneğin, Cevdet Erek Akustik Ayna adlı eseri ikimizin de ilk aklına gelen isimdi ve bu yılki sergi için ilk ulaştığımız sanatçıydı. Bazı sanatçılarla tesadüfi sohbetler sırasında sergiden konuşurken kendiliğinden evrilen bir süreç oldu. Bazı sanatçılarla zaten uzun yıllardır devam eden ilişkimiz olduğu için onlar da bu yıl bu serginin olacağını zaten biliyorlardı ve onlar da kendi eserleriyle katkıda bulundular. Geçmişte çalıştığımız sanatçılarla yeniden çalışmak ve süreci görmek bizim için önemliydi. Eski sanatçılarla çalışmak, en az yeni sanatçılarla çalışmaya başlamak, birbirinin ritmini anlamak ve yeni bir diyalog kurmaya çalışmak kadar heyecanlıydı.
Leros Adası’nda bir sergi yapma fikri ve sergiyi kültürel ve tarihsel konularla bağdaştırmak… Bu süreç adanın kültürü açısından nasıl ilerledi?
Leros’un, kentsel neoklasisizm ve erken İtalyan modernizmi ile adanın arkaik geleneği ve doğasını bir arada barındıran mimari manzarası serginin çatısını önemli ölçüde şekillendirdi. Bir Yunan adası olarak geçmişi çok yeni olan Leros, birçok kültürün izlerini taşıyor. Osmanlı yönetimi, İtalyan kolonizasyonu ve bu süreçte oluşan eşsiz mimarisiz öne çıkıyor, diğer yandan Alman ve İngiliz yönetiminin izlerine adada sıklıkla rastlanıyor. Daha sonra siyasi suçlular, adanın bütün dünyada kötü üne sahip olmasına neden olan akıl hastanesi ve daha birçok etki adada bütün zamanların kendine has bir şekilde üst üste binmesi serginin ortaya çıkmasında büyük etki taşıyor. Bu süreçte adadaki sergi ve misafir sanatçı çalışmaları aracılığıyla, adadaki yerel şahıs ve kurumlarla yakından çalışmaya da ayrıca özen gösterdik.
Perasma için ortaklıklar ve buluşmalar, birlikteliklerin öne çıktığını görüyoruz. İkinci edisyonunda da farklı bir yaklaşımla yine birliktelik (bir arada olmak, buluşmalar ve sanatsal ortaklıklar) vurgulanıyor diyebilir miyiz?
Yeni başlangıçları, buluşmaları, birliktelikleri kutladığımız bir sergi oldu All Things Become Islands Before My Senses. Sergi, varoluşun akıcılığının, özellikle böylesine karmaşık ve zengin bir geçmişe sahip olan bir adada hem güzellik hem de zorluk doğurabileceği fikri etrafında dönüyor.
Sergi mekânları
Leros’un, kentsel neoklasisizm ve erken İtalyan modernizmi ile adanın arkaik geleneği ve doğasını bir arada barındıran mimari manzarası, All Things Become Islands Before My Senses sergisi için bir zemin oluşturuyor. Eserler, adanın beş ana noktasında sergileniyor:
Sinema Roma ve İlkokul, adanın İtalyan işgali altında olduğu dönemde, 1930’larda Portolago’nun yeni şehir gelişiminin bir parçası olarak tamamlanan ikonik rasyonalist binalardır.
Muro d’Ascolto veya “dinleme duvarı”, Mount Patella’da bulunan ve yaklaşan düşman uçaklarını akustik dalgalar kullanarak tespit etmek ve yerini belirlemek amacıyla inşa edilmiş mimari açıdan ikonik bir yapıdır.
Xerokampos Eski Kışlası, adanın eski İtalyan ve Alman işgali döneminden kalma terkedilmiş yapılar olup, eski işgalciler tarafından yapılan “Brueghel The Elder” kopyaları gibi beklenmedik bir dizi fresk içerir.
Leros Denizcilik Kulübü, 1979 yılında Koulouki Körfezi’ndeki yenilenmiş bir mühimmat deposu binasında kurulan önemli bir ada kurumudur.
Perasma Mekânı, Agia Marina’da 1886 yılında inşa edilmiş neoklasik bir malikanede yer alan, Perasma’ya adanmış özel bir sergi alanıdır.
Sergide yer alan sanatçılar:
Alice Guittard, Cansu Yıldıran, Cevdet Erek, Enzo Cucchi, Evgenia Vereli, Farida El Gazzar, Goshka Macuga, Kostis Velonis, Laura Footes, Lindsey Mendick, Malvina Panagiotidi, Maryam Turkey, Necla Rüzgar, Nermi̇n Er, Paweł Althamer, Sophie von Hellermann, William Kentridge.
Sergiden öne çıkan eserler
Sergi kapsamında William Kentridge’in 1999’da İstanbul Bienali’nde ilk kez gösterilen filmi Shadow Procession yer alıyor. Kentridge, animasyonlu çizimleri ve filmleriyle zaman, sömürgecilik tarihi ve devrimci siyasetin umutları ve başarısızlıklarını araştırmasıyla tanınıyor. Polonyalı sanatçı Goshka Macuga, adada çektiği yeni bir deneysel korku filmini sunuyor. Bu film, Macuga’nın film pratiğiyle ilk kez çalıştığı bir eser ve yerel bir tiyatro grubunun aktörlerini içeriyor. Perasma ikilisi bu işin hikâyesini şöyle anlatıyor: “Goshka’yı Londra’da ilk ziyarete gittiğimizde adadaki akıl hastanesinden bahsetmiştik ve çok etkilenmişti. Ne yaparsam yapayım kesinlikle burada bir şey yapmak isterim demişti ve bizim de çok hoşumuza gitmişti. Sonra kendisini buraya davet ettik burada film çekmeye karar verdi. Akıl hastanesi göçmenlerin sığınma merkezi ve İtalyanların savaş sırasında yaptığı, donanmanın kaldığı bina ve uzun bir süre akıl hastanesi olarak kullanılıyor. Leros’un adının kötüye çıkmasında önemli payı olan bir yer. Burada hayatının ilk film projesini yapmak istedi. Bir ekip kuruldu, adadaki tiyatro kulübüyle çalışıldı ve biz orda çekime başladık. Farklı zamanların birbirine geçtiği bir kurgu hayal etti. Elinde cep telefonuyla konuşarak Nazi kostümüyle akıl hastanesinin odalarında yürüyen biri gibi hangi zamanda olduğumuzu anlayamadığımız bir kurgu. Çekimi yaparken güvenlik, ardından polis gelip çekimi durdurdu. Adanın şartlarına ve içinde bulunduğumuz duruma adapte olduk kaldıkları otelin konferans ve havuzunda çekim devam etti. Farklı küçük senaryolar içeriyor. Birinde Nazi askeri otelin havuzuna yürüyor, bir İtalyan güçlü bir İtalyan aksanıyla İngilizce öğretiyor… Bu bölümler herhangi bir sahneye bağlı kalınarak yazılmadı. Sanatçı kendisini tamamen bırakmak istedi. Tüm bu bölümlerin birleştiği, ekim ayında lansmanını yapacağımız bir film üzerine çalışıyor.”
İstanbullu sanatçı Cevdet Erek, İlkokul’da “SSS – Sahil Sahnesi Sesi” projesinin mekâna özgü bir enstalasyonu ve aynı başlıklı kitabı önümüzdeki günlerde çıkacak Yunanca baskısını da içeren bir okumalı performansını, Perasma Mekanı’nda ise “Çıngır / Jingle” adlı sesli cam işinin, Leros’tan temin edilen keçi çanları ile üretilen yeni bir versiyonunu sunacak. Türk sanatçı Cansu Yıldıran ve Irak-Amerikalı sanatçı Maryam Turkey, adada misafir sanatçı programına katılarak sergi için yeni eserler üretecekler. Yıldıran yeni bir fotoğraf serisi oluşturacak, Turkey ise Leros’tan bulunan nesneleri kullanarak yeni bir ışık heykel serisi ve mekâna özgü bir enstalasyon yaratacak. Polonyalı sanatçı Paweł Althamer, Leros Denizcilik Kulübü’nü göçmen topluluklardan çocuklar için bir ay sürecek bir Sanat Akademisi’ne dönüştürecek ve uluslararası tanınmış profesörlerle atölye çalışmaları düzenleyecek. Ayrıca Althamer, serginin bir parçası olarak Leros’un çeşitli yerlerinde heykel serileri sunacak. Sergi ayrıca Margate merkezli İngiliz sanatçı Laura Footes’in monoprintleri ve tuval tablolarını, Alman sanatçı Sophie von Hellerman’ın resim serisini, Yunan heykeltıraş Kostis Velonis’in Leros’taki tersaneden bulduğu malzemeleri kullanarak yaptığı mekâna özgü enstalasyonunu ve Enzo Cucchi’nin “Testa di Van Gogh” (1995) serisinden heykellerini içerecek.
“GÜNEŞ, DENİZ, KUM VE SANAT” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Fotoğrafı: Sucuk & Bratwurst, Sand Ca(r)stle, fiberglas, 120x2x0.9 metre, 2024, Mercedes Benz ve PİLEVNELİ iş birliği