Festivalin ilk adımı bu seneki açılışı Pina Bausch’un artık klasikleşmiş olan eseri Cafe Müller’le yapacağını ilan etmesi oldu. Geçen seneki açılışın artçı etkilerinden sonra festival bu kararıyla, bu sefer kendini emin kollara bırakmış oluyor. Pina Bausch 20. Yüzyıl dans tiyatrosunun kurucu annesi ve bıraktığı miras bu alanın takipçileri ve seyircileri için çok değerli.
Cafe Müller Pina Bausch’un 1978 yılında, davet etmiş olduğu üç koreografla beraber tasarladığı 4 parçadan oluşan bir gösterinin genel adı. Bugün bu eserin sadece Pina’nın tasarımını yaptığı parçası hala sahneleniyor. Bu kısım Pina’nın 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, Almanya’da kendi kafe salonunda çalışan babasına dair çocukluk anılarından ilhamını alarak tasarladığı bir gösteri. Çok sade, sadece masa ve sandalyelerden oluşan bir mekanda, düşlerin takibinde hafızanın gerçeklerle yüzleştiği, seyredenler üzerinde nerdeyse fiziksel etki bırakacak kadar yüksek tonlar yakalayan bir eser. Wuppertal Dans Tiyatrosu uzun zamandır genellikle bu yapıtı Pina’nın daha sonra tasarlamış olduğu Bahar Ayini ile beraber sergiliyor. İstanbul festivalinde de, gelenekselleştiği üzere bu iki gösteriyi art arda seyretmek mümkün olabilseydi keşke.
Festival programında Cafe Müller hariç yurtdışından gelen sekiz ayrı prodüksiyon var. Bu seneki seçkide dans tiyatrosu, performans ve çağdaş sahnelemelerin ağırlığı artmış. Festivalin bir yıldızı da kuşkusuz Wajdi Mouawad. Daha önce kendi yazıp, yönetip oynadığı Yalnız ile İstanbul Tiyatro Festivaline 2017’de konuk olmuş olan Lübnan asıllı Kanadalı sanatçı Yangınlar oyununun sinema versiyonunun Oscar’a aday olmasından beri sadece tiyatro dünyasının değil daha geniş kitlelerin de takip ettiği bir isim haline geldi. Mouawad bir süredir Fransa’da La Colline Tiyatrosunun sanat yönetmenliğini sürdürüyor. Genellikle siyasi içerikli, güçlü, şiirsel metinleriyle tanınan biri. Festivalde Mouawad’ın 2015 yılında yazdığı Kız Kardeşler oyunu sahnelenecek. Bu oyun yazarın DomestiK adını verdiği üçlemenin ikinci oyunu. Mouawad’ın kız kardeşi Nayla ve sahnede her iki kadına da hayat veren oyuncu Annick Bergeron bu oyuna ilham vermiş. Oyun temelde, çift dilli olmak ve anadilin önemi üzerine. Bu temalar ekseninde Mouawad dönüp dolaşıp, en derinde yine ‘sürgün olmak’ meselesini deşiyor. Ebeveynlerimizin yaşadıkları zorluklar, aşağılanmalar, yaraları biz de taşımak zorunda mıyız? Ne kadar taşıyabiliriz? Onların anısını nasıl yüceltiriz? Roller ne zaman ve nasıl değişir? Kişisel veya kolektif bir felaket sonucu hayatlarımız nasıl sonsuza kadar değişir? Ve benzeri sorularla örülü bir oyun.
İsrail asıllı İngiliz koreograf Hofesch Shechter ise Çifte Cinayet adlı iki ayrı bölümden oluşan bir gösteri ile festivalde. Koreograf ilk bölümde cinayet ve arzuya dair ölümcül komik bir ton yakalarken ikinci bölümde birincinin zehirli enerjisinin aksine rahatlatan, sakinleştiren, gündelik hayatın zorlayıcılığından kaçmayı sağlayan bir alan yaratıyor. Topluluğun adeta bir kabile gibi birbirine bağlı ve ritmi hiç düşmeyen bir koreografide nefes alıp verdiği eserler üreten Shechter de heyecanla beklenenler arasında.
İlgi çeken iki diğer oyun ise Berlin’den gelen mask tiyatrosu Familie Flöz’ün sahneleyeceği Düğün ve Anestis Azaz’ın son oyunu Baklava Cumhuriyeti. Düğün sözsüz bir oyun. Bireysel mutluluk arayışı hakkında trajikomik bir öykü anlatırken son zamanların en gözde temaları olan ekolojik meselelere ve sınıf çatışmalarına uzanan temalara da el atıyor. Azaz’ı ise 2019’da konuk olduğu festivalde Temiz Şehir oyunu ile izlemiştik. Oyun Atina’da çalışan farklı ülkelerden gelen temizlik işçisi kadınların bize sahnede bizzat kendi hikayelerini anlatmaları üzerine kurulu iyi bir belgesel tiyatro örneği idi. Azaz bu sefer biri Türk diğeri Yunan bir genç çiftin, çağdaş Yunan toplumunun çelişkileriyle, ulus kimliğinin sorunsallarıyla ve küresel ölçekte dijital tek bir ulustan oluşacak olası bir geleceğin ütopik gerçeğiyle yüzleştiği komik teatral bir sözde-belgesel ile festivale konuk olacak.
Yurtdışından gelen oyunlar arasında daha klasik bir formda, psikolojik gerçekçi bir metin olarak Tenneesse Williams’ın Geçen Yaz Birdenbire adlı oyunu var. Bu oyunu 1885’de kurulmuş olan Gürcistan Sokhumi Devlet Tiyatrosu prodüksiyonu olarak izleyeceğiz. Oyunun yönetmeni Ankara’da Bilkent Sahne Sanatları Bölümünde de öğretim görevlisi olan Jason Hale. Yazarın Sırça Kümes ve Arzu Tramvayı gibi oyunları son yıllarda Türkiye’de de sahnelendi. Williams’ın sıcak Güneyli dili, karakterlerinin sert duygusal açıları, yaşama kaygısına dair temalarla ördüğü fırtınalı hikayeler bugünün seyircisi için de her dem taze.
Festivalin yerli ayağına baktığımızda ise iki nokta dikkat çekiyor. İlki festivalin artık iyice İtalyan Sahne’nin zorlayıcı sınırlamalarından kopup farklı mekanlarda farklı tasarımlara kucak açması. Bu gösterilerin bir kısmı mekana özgü (site-specific) bir kısmı ise değil. İkincisi ise Genç kuşağın artık tecrübe kazanmış kimi isimlerini festival prömiyeri yapmak üzere davet etmiş olmaları. Bir zamanlar Prof. Dr. Dikmen Gürün yönetiminde Genç Dalga adı altında yeni isimlere kapılarını açan ve böylelikle seyircisini tiyatroda takip etmeye değer yeni kuşakla tanıştıran festival belki bu adımları çoğaltır ve daha yeni isimleri de bu kapsamda önümüzdeki yıllarda izlemek şansını buluruz.
Mekana özgü yerli projelerden bir tanesi H. Can Utku ve İlias Maroutsis’in yazdığı, İlyas Özçakır’ın tasarlayıp yönettiği Büyük Zarifi Apartman’ı. Oyun tarihi gerçeklerden yola çıkan kurmaca hikâyelerden oluşuyor. İstanbul Rumlarının geçmişinden bugüne uzanan iki kısa oyunun yanı sıra hem sinema hem tiyatronun araçlarını kullanan deneysel bir performans.
Diğer bir mekana özgü iş Ferdi Çetin’in yazdığı, Kayhan Berkin’in yönettiği Annemden Kalan Gül Ağacı Masanın Üzerinde Çaydanlık Beyaz Bir İz Bıraktı isimli bir performatif enstalasyon. Tünel’in istasyon binası olan Metrohan bu enstalasyon için yazarın çalışma odası, bir müze ev olarak kullanılacak. Performans bir rüya atmosferinin peşinden giderek anlara, imgelere ve küresel salgın sırasında kaybettiklerimiz üzerinden yas duygusuna odaklanıyor.
Seyirciye farklı bir mekanda yeni bir performatif deneyim vaadi sunan oyunlardan bir diğeri ise Çirkin. Hope Alkazar’da izleyeceğimiz oyun, Firuze Engin’in yazıp Güray Dinçol’un yönettiği, Anadolu’nun gelenek ve masallarından ilham alarak kurgulanan ve anlatı tiyatrosu ile interaktif enstalasyonu birleştiren gerçeküstü bir ihanet hikâyesi. Bin yıllardır yaşayan çirkin Şiva ve onunla birlikte lanetlenerek ölümsüzlük cezasına çarptırılan tavuk, geçmiş ve bugün arasında gezinecekler. Don Kişotvari bir anlatılar denizi tadı veren oyun prömiyerini festivalde yapacak.
Anlatı tiyatrosunun bir başka örneğini de Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği Ayamanın Yılanı oyunu ile deneyimleyeceğiz. Daha çok sinemadan tanıdığımız Ercan Kesal kendi yazıp oynadığı bu oyunda bozkırın ortasına doğmuş bir esnaf çocuğunun, aklı karışık bir ergenin, mecburi hizmette yaşlanmış bir hekimin gözünden bir Anadolu masalı anlatıyor. Bir Zamanlar Anadolu’da filmin senaryosunu yazanlardan biri olarak, Anadolu’daki hekimlik tecrübesini hikayeciliğiyle birleştiren yazar/oyuncunun tiyatro sahnesi ile bu ilk sınavı çok beklenenler arasında.
Yeni kurulmuş ama tecrübeli isimlerin oluşturduğu bir topluluk olan Bahçe Galata da yeni oyunlarının prömiyerini festivalde yapıyor. Kuruluşlarından itibaren yaptıkları iki ayrı oyunla, özellikle Nora 2 prodüksiyonu ile dikkat çeken ekip festivale Presnyakov kardeşlerin yazdığı Saim Güveloğlu’nun yönettiği Terörizm adlı oyunla katılıyor. Şehir yaşamı, ötekileştirme, korku, toplumsal olaylara duyarsızlaştığı ölçüde kendi başına gelenlere hassaslaşan günümüz insanı üzerine karanlık bir komedi olarak tanımlanan oyun tam da bugünlerimize göre.
Festivalin yerli ayağında bir diğer ilgiye değer oyun ise Flu Lysistrata Gelenek dışı tiyatro biçimleriyle ilgilenen yönetmen Barış Arman BBT ile Aristofanes’in klasik metnini türler arası bir yorumla yeniden ele alıyor. Bu güncel uyarlamada oyuncular kadar izleyiciler de kimlik, cinsellik, iktidar ve statüko ile tüm bunların sahne üzerindeki temsiliyetlerini sorgulayan sürece dâhil olacaklar. Bu oyun festivalin Bu İşte Bir Kadın Var başlığı altında konumlandırdığı oyunlardan biri. Kadın hikayelerini ve kadın üretimini vurgulayan bu seçkide sadece üç oyun kendisine yer bulabilmiş. Bu oyunlardan diğer ikisi ise az önce yukarıda bahsedilen Wajdi Mouawad’ın Kız Kardeşler oyunu ile yine yerli seçkide yer alan Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği Pera Tiyatro prodüksiyonu olan Sen Hamlet Değilsin adlı oyunlar. Böyle bir başlık ve seçki fikri her ne kadar heyecanlandırsa da oyun çeşitliliğin bunca az oluşu hayal kırıklığı yaratıyor. Umarım bu seçki önümüzdeki yıllarda zenginleşerek devam eder.
Bir de yerli müzikalimiz var. Hamiyet’in müziklerini Peyk, metnini ise Deniz Madanoğlu yazmış. Yönetmen koltuğunda da Erol Babaoğlu var. 1980 darbesi ile hayatı mahvolan, işçi mahallesinden bir kadının hayat hikayesini izleyeceğiz. Politik bir tema ve müzikal türünü bir araya getiren bu çalışma da oldukça heyecan verici.
Festivalin genç izleyiciyi de unutmamış. İki oyun var takip edebilecekleri. Biri Itim Ensemble yapımı “Büyük Patlama” diğeri ise bir süredir yaptığı yerli prodüksiyonlarla Türkiye’de çocuk ve gençlik tiyatrosu konusunda bir vaha işlevi gören Atta Festival yapımı Kabuk. Büyük Patlama Itim Ensemble’ın artistik direktörü Zvi Sahar’ın geliştirdiği, kuklacılık, nesne tiyatrosu ve canlı yayın sinemanın yaratıcı bir bileşimi olan kukla sineması olarak tanımlanabilecek özgün bir türle sahneleneniyor. Kabuk oyununda ise, 4 yaş ve üzeri için, bir türlü uyku tutmayan üç kız kardeşin bir deniz kabuğunun peşindeki maceralarını izleyeceğiz.
Festival kapanışı ise 25 Kasım’da geçen sene olduğu gibi, Işık Kasapoğlu’nun tasarladığı İstanbul Mon Amour projesinin ikinci ayağıyla yapacak. İstanbul’un çeşitli mekanlarını dolaşan bir iş bu. Seyirci bir gün boyunca farklı ekiplerle İstanbul’un imza mekanlarında yaşayan oyunlar, performanslarla bir deneyim yaşıyor. Geçen seneki projeden bize Güzel Son adında Semaver Kumpanya yapımı bir hediye kaldı. Bu yıl projenin kaptan gemisinde Ahmet Sami Özbudak var. Gerçek hikayelerden farklı yazarların yazdığı, tecrübeli oyuncuların sahne alacağı proje Beyoğlu’nun üç Fransız Lisesinin salonlarında, koridorlarında seyircisiyle buluşacak.
Festival bu yıl geçen seneye göre daha zengin ve kesinlikle yüzünü daha çağdaş sahneye dönmüş bir profil sergiliyor. Mekanların çeşitliliği, İstanbul şehri gibi bir hazinenin işlevsel kullanılması umut verici adımlar. Gelecek sene yeni bir küratörle yeni bir festivalimiz olacak kuşkusuz ama İKSV yetkililerinin küratör seçiminde bu adımları ileriye götürecek, genç isimleri, farklı sahne dillerinin peşine düşen yaratıcıları odağına alacak bir ismi seçmeleri en büyük beklentim. Hepimize iyi festivaller.