“İnsanlar Ölürken Kültürel Miras Kimin Umurunda?” - ArtDog Istanbul
Soteria Mozaiği, Hatay Arkeoloji Müzesi

“İnsanlar Ölürken Kültürel Miras Kimin Umurunda?”

//

Geçtiğimiz günlerde The Art Newspaper’ın “The Week in Art podcast” adlı programında sunucu Ben Luke’un konuğu ICCROM’dan (Kültürel Varlıkların Korunma ve Restorasyon Çalışmaları Uluslararası Merkezi) Aparna Tandon idi. Luke ve Kriz Zamanlarında Kültürel Miras İçin İlk Yardım ve Dayanıklılık adlı programın direktörü olan Tandon, Türkiye ve Suriye’de gerçekleşen depremin öncelikle insani bir kriz olduğunu, tüm uluslararası yardım kurumlarının önce insan hayatını kurtarmaya odaklandığını belirtirken, UNESCO ve benzer kurumların aynı zamanda bu felaketin iki ülkenin kültürel mirasını nasıl etkilediği üzerinde durduğuna vurgu yaptılar.

Kültürel mirasın insani yardımdan ayrılamayacağının altının çizildiği yayında birçok kişinin “İnsanlar ölürken kültürel miras kimin umurunda?” diye düşünebileceği ancak yapılan somut araştırmaların, iyileşmenin ancak ve ancak insani ve kültürel mirası korumanın el ele olduğu durumlarda gerçekleştiğinden bahsedildi. Ayrıca felaketlerin ardından kültürel mirasın korunmasının elzem olduğu tartışıldı.
Kısa bir süre öncede İlber Ortaylı katıldığı bir programda bölgeye en geç 1-2 ay içinde konserlerin ve sergilerin gitmesi gerektiğini söyleyerek, travma ile sarsılan insanların ‘uhrevi düşünceler’ yoluyla iyileşebileceğinin altını çizdi.

İçinde bulunduğumuz bu büyük afet döneminde insani yardım ve kültürel mirasın korunması için yapılacak çalışmaların dengesini; yapılacak sanatsal çalışmaların bölge insanı üzerindeki etkisini; kolektif bilinç ve yaşam biçiminin nasıl korunacağını ve ne tür bir yol haritası çizilmesi gerektiğini sanat dünyasından önemli aktörlerle konuştuk. Sorularımıza İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü M. Özalp Birol, küratör Beral Madra, Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Genel Müdürü Görgün Taner, Anadolu Kültür’ün kültürel miras alanındaki çalışmalarından sorumlu Proje Koordinatörü, arkeolog Mustafa Akçaöz ve mimar, restorasyon uzmanı ve mimarlık tarihçisi Zeynep Ahunbay yanıtladı.

Bu gibi kriz zamanlarında sadece insani yardım değil, kültürel mirasın korunması için yapılacak yardımlardan da bahsediliyor. Sizce bunun öncelik ve dengesi nedir?

Klinik psikologlar doğal afetlerden zarar görmüş toplulukların ‘sürekliliği’ ve ‘dayanıklılığının’ kültürel mirası korumaktan geçtiğinin altını çiziyorlar, bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Yaşanan felaketlerde bölgeye sadece insani yardım ulaşmasının insanın sadece biyolojik bir canlı olmaya indirgeyeceğine ve bunun asla bir iyileşmeye götürmeyeceğine dair fikirler konusunda ne dersiniz?

Deprem bölgesine ivedilikle sergilerin, konserlerin gitmesi gerektiği ve böylece depremzedelerin iyileşebileceği fikrini siz nasıl yorumlarsınız?

Deprem, bölgedeki insanlığın ortak tarihine ait izlere de zarar verdi. Sadece yapılar değil, bölgede yüzyıllardır süregelen kolektif bilinç ve yaşam biçimi nasıl korunmalı? Bunun önemi nedir?

Kültürel mirasın korunması ve tekrar ayağa kaldırılması konusunda nasıl bir yol haritası çizilmelidir?

Deprem sonrası Hatay’ın drone ile çekilen görüntüleri. Fotoğraf: AA

“Kültür Varlıkları da ‘En Önce Kurtarılacak’ Vasfını Taşır”

  • Bu gibi kriz zamanlarında sadece insani yardım değil, kültürel mirasın korunması için yapılacak yardımlardan da bahsediliyor. Sizce bunun öncelik ve dengesi nedir?

Mahir Polat: Dile gelemeyecek acılar yaşadığımız; toplum olarak çok önemli sınavlar verdiğimiz; yarattığı fiziksel, kültürel ve duygusal yıkımların etkisini belki ömrümüzce hissedeceğimiz olağanüstü zor bir süreçten geçtik, geçmeye de devam ediyoruz. Milyonlarca insanın hayatını etkileyen, sonuçları her açıdan bu kadar ağır olan bir afet karşısında tüm dinamiklerin başta arama kurtarma çalışmaları olmak üzere öncelikle insani yardım konusunda seferber olması hayati önem taşıyor. Biliyoruz ki insandan daha değerli hiçbir şey yok. Bizim de tüm çabamız en acil şekilde insani yardıma yoğunlaştı elbette. İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak bölgeye ulaşmak için maddi, manevi tüm imkânlarımızı sonuna kadar kullandık. Kalbimizle, fikrimizle, emeğimizle İstanbul’dan deprem şehirlerine uzanan çok yönlü bir dayanışmayı örgütlemek için kelimenin tam anlamıyla bir olduk. Ve insanlar henüz enkaz altında ya da dışarıda yaşam mücadelesi veriyorken kültür varlıklarına dair kaygılarımızı dile getirmeyi doğrusu biraz erteledik.

Önceliğimiz enkaz kaldırma, barınma, gıda, temiz su, hijyen, ulaşım, haberleşme gibi yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesine yönelik çözümler üretmekten yana oldu. Alanında uzman ekiplerimizle psikolojik ve sosyal hizmetlerimizi mümkün olduğunca yaygınlaştırarak ailelerini, yakınlarını, sevdiklerini, bildikleri bir yaşamı kaybeden yurttaşlarımızın yanında olmaya çalışıyoruz.

Bir yandan da yine alanında yetkin arkadaşlarımızla geçici iskân, insan odaklı göç, kent politikaları, bölgedeki sosyo-ekonomik faaliyetler üzerine strateji ve eylem planları geliştiriyoruz. Depremin vurduğu illerde kentlerin, kırsalın ve sosyo-kültürel hayatın sağlıklı bir şekilde iyileştirilmesi için katılımcı süreçlerin ve uygulamaların çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Disiplinler arası bir yaklaşımla bölgede yaşayan insanlarımızın beklentilerini anlamaya çalışmak, toplumun her kesiminin süreçlerde temsiliyetini sağlamak olası kırılganlıkları öngörebilmek adına da çok önemli.

Hayati günlerin hemen ertesinde ise depremin bölgedeki kültür varlıkları üzerinde yarattığı tahribatın tespiti için gerekli adımları atmak üzere ilgili birimlerimizle harekete geçtik. Alandaki tüm birikimimizle sürece katkı sunmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Sadece coğrafyamızın değil, insanlığın ortak mirasının benzersiz öğelerini barındıran kentlerimizin yüzyıllardır süregelen mirasını korumak hepimizin öncelikli sorumlulukları arasında olmalı. Bu anlamda insani yardımın sınırlarını daraltmadan, doğru zamanı ve koşulları gözeterek söz konusu kültür varlıklarını koruma altına almak da afet yönetiminin ayrılmaz bir parçası. Zira bu kadim şehirlerin sahip olduğu kültürel mirası göz ardı etmek, en az depremin kendisi kadar ağır yıkımlara sebep olacaktır.

Beral Madra: Deprem Anadolu coğrafyasında bir doğa gerçeğidir; Paleolitik’ten günümüze bu coğrafyadaki depremler uygarlıkların varlığını tehdit etti. Tarihsel kayıtlarda geçen ilk yıkıcı depremin tarihi MS 236 olarak geçer. Kuzey Anadolu Fay hattı üzerinde oluşan bu depremin izine Roma kayıtlarında rastlanır. Bölgede kayıtlı bir başka deprem de MS 509 yılına aittir. Bu iki depremin yarattığı hasarlar hakkında günümüze çok az bilgi ulaşmıştır. Şu makalelerde ise daha sonraki tarihlerdeki depremler hakkında ayrıntılı bilgi var:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/783592

http://www.sbsyapi.com/tarihte-istanbul-depremleri

https://amasya.ktb.gov.tr/TR-59473/depremler.html

Bu bilgiler bize şu hakikati gösteriyor: Deprem Türkiye’nin yalnız jeoloji değil, kültür tarihinde de önemli bir alan oluşturuyor. Depremin yarattığı kentsel ve sosyolojik değişimler kültürel mirastır; gelmiş geçmiş kültürler depremi yaşadılar, kentler yıkıldı, binlerce insan bu depremlerde öldü, ailelerini çocuklarını yitirdi, siyasal, ekonomik, sosyolojik değişimler oldu. Kültürel mirasın korunması bu felaketin acı ve ağır koşullarında öncelik içermez, ancak yapılacaklar listesinde kentin yeniden yapılanması sürecinde önemli bir madde olarak yer alır, düşüncesindeyim.

Özalp Birol: Bence, önce insan… Kültürel mirası oluşturan eserleri ve değerleri yaratan ve bunları koruyarak geleceğe bırakacak insan…

Görgün Taner: Biz bir kültür kurumu olarak hem kültürel mirasın korunmasının hem de güncel kültür-sanat üretiminin sürekliliğinin sağlanmasının her zaman öncelikler arasında üst sıralarda yer alması gerektiğini savunuyoruz. Ancak yaşadığımız deprem felaketi çok acil, yaşamsal ihtiyaçları ortaya çıkardı. Burada sivil toplumun büyük bir dayanışma ve iş birliğiyle ortaya çıkan farklı ihtiyaçların giderilmesi konusunda çalışmaya başladığını gördük. İnsan hayatının devamı için gereken ihtiyaçlar karşılandıktan sonra yavaş yavaş, belli bir sistem içinde farklı alanlarda da destek çalışmaları başladı. Sivil toplum çok katmanlı, farklı kişi ve kurumların kendi alanlarında uzmanlaştığı, derinleştiği bir alan. Önümüzdeki dönemde de farklı alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşlarının, destekçilerinin de katkılarıyla, kendi faaliyet alanlarında neler yapabileceklerine bakmaları, uzmanlıkları doğrultusunda çözümler üretmeleri ve toplum hayatına katkıda bulunmaları önem taşıyor.

Zeynep Ahunbay: Afet sonrasında öncelik insanların kurtarılmalarına, yaralarının sarılıp, güvenli barınma olanaklarına kavuşturulmasına verilir. Daha sonra çevrenin iyileştirilmesine geçilir. Hasar gören kültür varlıklarının daha fazla kayba uğraması önlenir, tekrar yaşama dönmeleri için çalışmalar başlatılır. Bu süreçte kalıntılara zarar verilmemesi, kültür varlıklarının etrafa dağılmış parçalarına dokunulmaması, belgeleme yapılması ve tehlikeli durumdaki binalarda geçici koruma önlemlerinin alınması gerekir.

Mustafa Akçaöz: Kültürel miras esasen toplumun kimliği, kültürü ve tarihiyle ilgili somut ve somut olmayan değerlerin tümünü kapsar. Sadece bulunduğu toplumda değil, bütün dünyada barındırdığı tarih, kimlik ve kültür değerleri açısından önemlidir. Kültürel miras öğelerini de tıpkı içinde bulunduğu kentler gibi, yaşayan, gelişen ve değişen organizmalar olarak tasarlamak, düşünmek gerekiyor. Anadolu Kültür olarak biz, rehabilitasyon programı içerisinde öncelik/sonralık ilişkisi gözetmeksizin tüm kültürel miras değerlerini de bu kapsamda ele almanın ve korumanın, onarım çalışmalarını buna göre koordine etmenin önemini vurguluyoruz.

Kültür varlıklarının tespitinden korunmasına, muhafazasından tanıtılmasına kadar birçok eylem, UNESCO üye ülkelerinin de katılımıyla imzalanmış olan 1972 tarihli Dünya Kültürel ve Doğal Mirasını Koruma Sözleşmesi uyarınca yürütülmekte. Türkiye de bu sözleşmeyi kabul etmiş ülkeler arasında. 1977 yılında çalışmaları başlayan ve zamanla gelişen, doğal afetlere karşı koruma çalışmaları da tüm ülkeleri ve ilgili kurumları bağlayıcı nitelikte. Dolayısıyla afet riskleriyle ilişkili olarak zarar görmesi muhtemel tüm unsurlar gibi kültürel miras değerleri de ilgili afet koşulları öncesi ve sonrasında risk planlarına uygun olarak tasarlanması ve korunması gereken öğeler arasında yer alıyor. Mirasın özgünlük, bütünlük ve sürdürülebilirliği açısından risklerinin azaltılması; tarihi binalar, tarihi kasabalar, kentsel alanlar, arkeolojik alanlar, tarihi bahçeler, kültürel peyzajlar için ayrı ayrı olacak şekilde, özel olarak hazırlanması gereken afet risk yönetimi planları programın ve önlemler dizisinin bir parçası. Bugün aslında öncelik-sonralık krizinden bağımsız bu eksikliklerin boyutunu hem maddi hem de manevi anlamda yoğun bir şekilde yaşıyoruz.

Nazan Ölçer: Ülkemizin 6 Şubat’ta yaşadığı büyük deprem felaketi görülmemiş büyüklükte can kaybına neden olurken, büyük bir kültür mirası kaybına da yol açtı. İnsanlık tarihinin en önemli gelişmelerinin yaşandığı Mezopotamya’nın yer aldığı coğrafyadaki yıkım yalnız bizler için değil, evrensel ölçüde de bir kayıp anlamına geliyor. Bu yüzden şu anda önceliğimiz  hayatta kalmış yurttaşlarımızın sağlığı, fiziken ve ruhen iyileştirilmesi olmakla birlikte, kültür varlığı kayıplarımızın da ‘en önce kurtarılacak’ vasfını taşıdığını unutmamalıyız.

Göbeklitepe’den bir görünüm, Şanlıurfa, Turkiye. 28 Nisan 2022. Fotoğraf: AA Photo

“Kültürel Mirasın Korunması Yaşamsaldır”

  • Klinik psikologlar doğal afetlerden zarar görmüş toplulukların ‘sürekliliği’ ve ‘dayanıklılığının’ kültürel mirası korumaktan geçtiğinin altını çiziyorlar, bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Mahir P.: Kültürel miras dediğimiz şey, önceki zamanların yaşam döngüsünü farklı katmanlarıyla güncel olana aktaran, güncel olanın çıktılarını da içine alarak geleceğe miras kalan ortak hafızamızdır. Bu hafızanın içinde kültür varlıkları gibi somut öğelerin yanı sıra o coğrafyada geçmişten günümüze var olmuş tüm insanların duygularını, düşüncelerini, alışkanlıklarını, deneyimlerini ve hayallerini içeren soyut öğeler de vardır. Depremin vurduğu kentlerin her biri, kuşaklar boyu orada yaşamış olan insanların bıraktığı tarihsel ve sosyo-kültürel izlerin toplamıdır aslında.

Şehirlere kimliğini veren; bir şehirde yaşamayı bizim için anlamlı kılan ve içinde bulunduğumuz mekânla, toplumla aidiyet bağımızı güçlendiren kültürel mirasın kendisidir. Bu mirasta verilen kayıplar, bağlılık duyduğumuz yerlerde sarılamayan yaralar biz insanların ruhuna bir sızı olarak eklenir. Dolayısıyla deprem bölgesinde kalıcı ve güçlü bir iyileşme amaçlıyorsak, orada yaşayanlar ile yarattıkları kültür ve otantik çevreleri arasındaki bağın önemi üzerine incelikle düşünmeli, bunu hesaba katıp hassasiyetle yol almalıyız. Çünkü ne şehirler sadece belli sınırlarla çevrili fiziksel mekânlar olmaktan ibarettir ne de insanlar sadece biyolojik ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamlarını sürdürebilir. Birbirimiz arasında bize iyi gelen çok önemli bağlar vardır.

Beral M.: Umarım bilimcilerin bu gerçekçi saptamaları gündeme alınır, gereken iyileştirme planları içinde kültürel mirasın korunması da gereken önemde yer alır ve afetten yalnız bedensel değil ruhsal zarar görmüş insanlara bir umut ışığı sunulur. Bölge insanlarının kimliği özellikle yaşam alanlarındaki kültürel mirasın sunduğu görsel ve nesnel varlıklarla da ilgilidir; kültür varlıkları insanların aidiyet gereksiniminin altyapısını oluşturur. Kültürel miras hem bireysel hem de toplumsal bellek içerir. Bu iki farklı süreç sürekli kesişme halindedir; ikisinin birleştiği alanda hakikatler ortaya çıkar. Hakikatlerin varlığı demokrasiler için yaşamsaldır. Kentlerin kültürel mirası bu işleyişte başat olgudur. Türkiye’de siyasal ideolojilerin yanlış yönlendirmesiyle tarih bilgisi, bireysel bellek ve toplumsal bellek arasında üçlü bir çatışkı var; kültürel miras -özellikle de depremde yıkılan mimari miras görsel- fiziksel kanıtlar olarak bu çatışkıyı iyileştirici bir varlık oluşturuyor. Korunması yaşamsaldır.

Özalp B.: Doğal afetlerden fiziken veya psikolojik olarak zarar gören insan topluluklarının sürekliliğinin ve dayanıklılığının, kültürel mirası korumaktan da geçtiğini düşünürüm; ‘da’ önemli, zira bu travmaları yaşamış insanların yaşama bağlanmasını sağlayan başka hususlar da var bence…

Zeynep A.: Büyük üzüntü, şok yaşayan insanlar biriken sıkıntılarını hafifletici, iyileşmelerine yardımcı olaylara gerek duyarlar. Doğal ve kültürel çevrenin onarılıp tekrar bütünlüğüne kavuşturulması çevrede yaşayanlara moral vermektedir. Bunun örneklerini depremden sonra onarılan, yeniden yapılan yapıların çevresinde yaşayan insanlarla konuştuğumuzda anlıyoruz.

Mustafa A.: Kültürel miras toplumun geçmişi ve bugünü arasında bağlantıyı sağlayan, toplumu oluşturan kültürün, tarihin somut ve soyut değerleri olduğu için toplumsal bütünlüğün ve kolektif aidiyetin, hafızanın harcını oluşturuyor. Toplumun sürekliliğini ve kolektif hafızayı yansıtan bu unsurların yerleşimin hafızasına hizmet ettiğini asla unutmamak gerek. Bu hafızayı, çeşitliliği ve sürekliliği korumak o kente dair sürekliliği de korumanın bir koşulu. Aynı zamanda yaşadığımız yıkımın kent ölçekli bir yıkım olduğunu unutmamak ve rehabilitasyon sürecini çok paydaşlı, bir arada ve sabırla inşa etmenin gerekliliğinin altını özenle çizmek gerekiyor.

Nazan Ö.: Unutmayalım ki, yaşanılan coğrafya ve oradaki yüzyıllarca sürmüş hayat, orada doğup büyüyen kişiler için değeri ölçülemeyen bir mirastır. Her doğan kişi oradaki büyük insanlık mirasının da varisidir; yürüdüğü sokaklar, etrafını saran yapılar kadar bitki dokusu, havası ve kokusu bile onu sarıp sarmalamış, orasını yuvası kılmıştır. Bir tarihi kenti ‘kültür mirası’ olarak nitelerken, o mirası orada yaşatan insanları da hesaba katmamız gereklidir. O yüzden depremin boşalttığı şehirlerin asıl sahipleri olmadan, onlar geri gelmeden, oradaki kültüre ve hayat biçimine yabancı kalabalıklarla oradaki kültürel mirası korumak mümkün olamamaktadır. Onlarca, yüzlerce yaşanmış örnek, bize bu gerçeği göstermeli, hatırlatmalı ve uyarmalıdır.

Hatay Arkeoloji Müzesi. Fotoğraf: Gülcan Acar. Kaynak: kulturportali.gov.tr

“İyileşmek için ‘Adalet’”

  • Yaşanan felaketlerde bölgeye sadece insani yardım ulaşmasının insanın sadece biyolojik bir canlı olmaya indirgeyeceğine ve bunun asla bir iyileşmeye götürmeyeceğine dair fikirler konusunda ne dersiniz?

Beral M.: Bu depremde insanlar fiziksel ve ruhsal yıkıma uğradı; bunların etkileri uzun sürecek. Fiziksel koşullar normalleşse bile ruhsal yıkımın etkileri kolay kolay iyileşmez. Bu yıkımla bireysel olarak ve ailece hesaplaşmak için güçlü bir psikolojiye sahip olmak gerekiyor; bunu sağlamak için de gerekli iyileştirme yöntemlerinin uygulanacağı projeler geliştirmek gerekecek. Psikiyatrlar, psikologlar ve ilişkin STK’lar insani yardım içinde yer almalıdır. Bu iyileşme aşamasında önemli bir husus da ‘adalet’tir. Bu yıkıma neden olan çarpık sistemi kullananların cezalandırılması, yıkımı yaşayan topluma bir güven  ve yaşama gücü verecektir.

Zeynep A.: Günlük yaşamın sürdürülebilmesi açısından gıda vd. yardımlar kuşkusuz çok önemli ancak insanlar yaşadıkları sokaktaki evlerle, şehrin merkezindeki çarşı ve hanlarla kurdukları ilişkileri de sürdürmek istiyorlar. İnsanların çevreleriyle kurdukları ilişkilerin kopması onulmaz yaralar açar. Mahalledeki komşu binaların, cami ve diğer yapıların ortak bellekteki yerleri kaybolmamalı. Yerel kimliği oluşturan bileşenlerin geri kazanılması, sosyal yaşamın normale dönmesi, toplumun ayağa kalkabilmesi için gerekli.

“Sanat iyileştirir”

  • Deprem bölgesine ivedilikle sergilerin, konserlerin gitmesi gerektiği ve böylece depremzedelerin iyileşebileceği fikrini siz nasıl yorumlarsınız?

Mahir P.: Depremler tıpkı savaşlar gibi toplumsal ve bireysel belleğin en yıkıcı olgularından biri. Deprem sonrasında yaşanan yıkımlar ve oluşan mağduriyetler beraberinde korku, çaresizlik ve gelecek kaygısı gibi duyguları da gündeme taşır. Bu duyguların yıkıcılığı karşısında kültürel dayanışma kilit bir rol üstlenir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak gerek sahadaki deneyimlerimize dayanarak gerekse uzman ekiplerimizle Hatay’daki alan çalışmalarımızı tamamlayarak bölgede sürdürülebilir çalışmalar yapmak üzere aksiyon aldık. Amacımız müdürlüklerimiz, Şehir Tiyatroları Çocuk Birimi temsilcileri ve bağımsız sanat eğitimcileriyle özellikle çocuklara ve yetişkinlere yönelik çeşitli etkinleri bölgede ulaşılabilir kılmak. Bu anlamda gezici kütüphane, etkinlik çadırı ile pedagoglar önderliğinde oluşturduğumuz çocuk atölye ve oyun alanları bölgede faaliyete geçirdiğimiz öncelikli çalışmalar arasında. Etkinlik ekibimiz sahada aktif olarak çalışıyor, mobil ekiplerimizle eriştiğimiz bölge sayısı her geçen gün genişliyor. Bu etkinlikler sayesinde yaşanan felaketin sancılarını bir nebze olsun unutup günlük rutinine devam etme gücü bulan çocuklarımız ve depremzedelerimizle birlikte olmayı sürdüreceğiz.

İlginizi çekebilir:  Almanya’ya Göçün 60. Yılında Türk-Alman Diaspora Orkestrası Sahnede

Beral M.: Öncelikle sanat üretimini (görsel-işitsel-nesnel) eğlence olarak gören ve algılayanların, bu artık tümüyle geçersiz saplantıyı çöpe atmalarını öneriyorum. Sanat üretimi insanın düşünsel, zihinsel, ruhsal varlığını besleyen, uyaran, yaşadığı dönemin tüm gelişme ve değişimlerini algılamasını, gerektiğinde aktif katılımını sağlayan bir üretimdir. Geniş kitle bu üretimden yararlandıkça kendisine uygun gördüğü düzene erişir. Bundan da öte, ‘sanat ve kültür’ küresel ideolojilerin post-hakikat ve neo-kapitalizm egemenliğindeki olumsuzlukların sürekli kriz yaratan egemenliği karşısındaki en önemli güç ve direniş alanıdır. Sırası gelince, fiziksel koşullar düzenlendikçe kültür ve sanat etkinliklerinin mutlaka düzenlenmesi ve sürdürülmesi gerekir.

Özalp B.: İnsani yardımın ve temel ihtiyacın tanımı önemli; afetzedelerin fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik çalışmalarla birlikte onların aidiyet ve sevgi ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik çalışmaların da yapılması gerekir. Özellikle sosyo-psikolojik destek sürecinde kültür ve sanatın iyileştirici gücünün çok önemli ve etkili olacağını düşünüyorum. Bunu pandemi döneminde de gördük.

Görgün T.: Bu çalışmaların mutlaka bölgedeki kültür kurumlarıyla iletişim halinde, burada yaşayanların talep ve beklentilerini öğrenerek, anlayarak yapılması gerekir. Kültür-sanat etkinlikleri için acele edilmemeli, burada büyük bir travma yaşandığı, bu felaketin ardından derinlemesine düşünülmeden sunulacak etkinliklerin bölge halkının ruhsal durumlarında olumsuz etkiler yaratabileceği unutulmamalı. Depremin üzerinden henüz bir ay dahi geçmedi, hâlâ güven içinde hayatta kalabilmek buradaki tartışmasız en önemli öncelik. Orta ve uzun vadede mutlaka burada yeniden kültür-sanat etkinlikleri düzenlenecek, kültür kurumları yeniden çalışmalarına başlayacak. Bu sıralar hepimizin sık sık duyduğu gibi bu, kısa sürede çözülecek bir kriz değil, önümüzde her anlamda bir iyileşme maratonu bizi bekliyor. Biz de bir kültür kurumu olarak önümüzdeki dönemde bölgeye kendi alanımızda destek olmak için neler yapabileceğimizi düşünüyor, temkinli ve etraflıca düşünerek harekete geçiyoruz. Bu zamanda önceliğin çocuklara verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine de tekrar etmiş olayım; ne yapılacaksa bölge halkıyla paylaşılarak ve tartışılarak yapılmalı.

Zeynep A.: Bu fikri çok doğru buluyorum. İnsanlara moral destek gerekli. Bu konuda sanat ve müziğin huzur veren, iyileştirici etkisi tartışılmaz. İnsanların güzel şeyler görmeleri, duymaları gelecek için umutlanmalarına, depremin yarattığı travmayı atlatmalarına yardımcı olacaktır.

Nazan Ö.: Bu büyük felakette kaybettiğimiz  binlerce kişinin daha hâlâ kimlikleri bile teşhis edilmemiş; kayıpların sayısı hâlâ belirsizliğini korur ve hâlâ enkaz altından yeni kayıplar çıkarılır ve hâlâ barınma sorunu çözülmemişken, morallerin konserlerle düzeleceğini düşünmenin yanlış olduğu kanısındayım. Vatandaşlara hak ettikleri bir yaşam standardı sağlansın; barınma, beslenme, yıkanma gibi asgari ihtiyaçlar giderilsin, fiziki ve ruhsal yaraları iyileşmeye başlasın, ancak hayat normalleşmeye yüz tutarken sıra onlara da elbet gelir.

Nemrut Dağı, Adıyaman. Fotoğraf: kulturportali.gov.tr

“Uluslararası Kurumların Uzmanlığında Yol Alınmalıdır”

  • Kültürel mirasın korunması ve tekrar ayağa kaldırılması konusunda nasıl bir yol haritası çizilmelidir? 

Mahir P.: Depremin bilançosu, ülke ve dünya tarihinde kültürel miras açısından yaşanan en büyük yıkımlardan biri olduğunu gösteriyor. Depremin etki ettiği illerde ülke sınırları içerisinde insanlık tarihi açısından oldukça önemli, UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde bulunan Roma, Sasani, Bizans ve Osmanlı gibi çeşitli kültürlere ait eserlerin zarar gördüğü anlaşılıyor. Bu zararın telafi edilebilmesi kültürel miras alanında faaliyet gösteren tüm kurum ve kuruluşların ortak bir biçimde dayanışma halinde planlı olarak çalışmasıyla mümkün olacaktır. Öte yandan yaşanan bu felaketin bir an önce giderilmesine yönelik uygulanacak çözümler ve onarımlar için afet bölgesinin özellikleri göz önüne alınmalı, bu özellikler çerçevesinde bir müdahale süreci tasarlanmalıdır. Bu süreçte öncelikli olarak deprem hasarının analizini oluşturma, onarım ve takviye düzenlemelerini planlama, kültür varlıklarının ayakta olan kısımlarının direncini belirleme ile yapısal iyileştirme üzerine donanımlı uzmanlardan oluşan bir heyet oluşturmalıdır. Bu heyette restorasyon uzmanları, mimarlar, mühendisler, sanat tarihçileri ve mimarlık tarihçileri bulundurulmalıdır. Böylece bu planlamaya bağlı yapılacak müdahaleler her aşamada denetlenerek sürdürülmeli, kültür varlıkları afet sonrası için olası başka afetlere karşı da güvenli hale getirilmelidir.

Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak sorumlu olduğumuz Hatay’da diğer illerden daha ayrıntılı bir çalışma yürütüyoruz. Hatay’daki çalışmalarımızda, durum değerlendirmesi yapılabilmesi ve sağlıklı bir şekilde ilerlenebilmesi açısından öncelikle zarar tespiti yapıldı. Bununla ilgili olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin depremden etkilenen bölge genelinde, 12 ilde (Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Gürün (Sivas), Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye, Şanlıurfa) tahribatın boyutunun ve kültür varlıklarının durumunun değerlendirilmesi amacıyla bir genel araştırma başlatıldı. Çalışma, Hatay şehrinin koruma alanları ve kültür varlıklarının deprem sonrası durumuna ilişkin tespit, analiz, değerlendirmeler ve yaklaşım önerileri üzerine odaklanıyor. Hatay özelinde şehrin kültürel mirasına ilişkin gerek yazılı gerekse görsel anlamda literatür çalışmaları yapılarak güncel bir envanter listesi çıkarıldı. Böylece şehirdeki kültür varlıklarının güncel durumları ve hasar tespitlerine ilişkin verilere ulaşıldı.

Bu depremle birlikte yaşadığımız yıkım çok derin, kaybettiklerimiz çok fazla; pek çok şeye olan inancımız sarsıldı belki ancak felaketin ilk gününden itibaren böylesi bir acının içinde umutlarımızı yeşerten muazzam bir dayanışma örneğine de tanıklık ettik. Ben sen ayrımı yapmadan; kadın erkek, genç yaşlı demeden dayanışmayı büyütmek için her şeyimizi ortaya koyduk; elimizden ne geliyorsa onu yapabilmek için gecemizi gündüzümüze kattık. Deprem fiziksel olarak o illerde yaşanmış olsa da yarattığı çok yönlü sarsıntı toplumsal olarak hepimizin payına düştü. Yıkımın üstesinden el birliğiyle gelecek, yaralarımızı birlikte saracak, daha iyi bir geleceği hep birlikte inşa edeceğiz. İBB olarak dayanışmanın verdiği güçle ve tüm imkânlarımızla düştüğümüz yerden doğrulup ayağa kalkacağımız günlere dek deprem bölgelerindeki yurttaşlarımızın yanında olmak için seferberliğimizi sürdüreceğiz. Yasımız ortak, umudumuz bir…

Beral M.: Bu depremde bölgedeki müzelerin sağlam kaldığı bildirildi; buna sevinmek gerekiyor. Ancak genel olarak tüm müzelerin dayanıklılık durumları her zaman denetlenmeli.

Cami ve kiliseler, kütüphaneler, konser salonları yıkıldı; bu yapıların onarım çalışması içine alınması beklenir. Burada iyileştirme işlemleri yapılırken turizm değil, kültürel yatırım amaçları önde tutulmalı. Ülkede kültürel mirasın korunması konusunda yeterince bilgi ve deneyim var; ayrıca özel sektör bu mirasın korunması konusunda her zaman önemli örnekler ortaya koydu. Yani özel sektör müzelerini ve restorasyonlarını kastediyorum. Bu iş yeni bir iş birliği kurularak yapılmalı: Devlet, yerel yönetimler, özel sektör ve ilişkili STK’lar birlikte çalışmalı. Yani maalesef her zaman tanık olduğumuz gibi bu ayağa kaldırma işinin ne olursa olsun gösteriş ve ‘şov’a dönüştürülmemesi beklenir. İBB son dönemde birçok yıpranmış ve terk edilmiş tarihsel binayı restore ettirerek kültür alanına kazandırdı. Yol haritası yıllardır bu konuda sayısız bilgi üretmiş uzmanlarca çizilmiştir: Şu ‘liyakat’ terimi çok gündemde ya; bu harita liyakatli ekiplerce hazırlanmalı ve uygulanmalı.

Özalp B.: Geçmiş yüzyıllardan, medeniyetlerden miras kalan ve insanlığın ortak tarihinin parçası olan eserler, yapılar elbette çok çok önemli… Ancak yaşadığımız bu büyük felakette yalnızca yapıların değil insanın da restorasyonu ve konservasyonu söz konusu… Bu süreçte zarar gören kültürel mirasın tekrar ayağa kaldırılması ve korunması için bir yol haritası önerecek olursam, derim ki: Önce insanı yaşatalım, insanımızın temel ihtiyaçlarını karşılarken eğitimi bu sürecin olmazsa olmazı olarak düşünelim. Onlara, barınma, güvenlik, iş, aş, sosyo-psikolojik destek ve eğitim sağlarken yaşadıkları bölgenin insanlık tarihindeki önemini, yalnızca yapıların değil, atalarından kendilerine miras kalan yaşam kültürünün de çok önemli olduğunu hissettirelim. İnsanın, yani kendilerinin, o bölgenin kültürel mirasının temel unsuru olduğunun altını çizelim, kendilerini değerli ve önemli hissetmelerini sağlayalım. Sosyo-psikolojik iyileştirme çalışmaları çerçevesinde, kültür ve sanatın iyileştirici gücünden yararlanma süreci için hazırlanacak programlarda, öncelikli olarak o bölgenin kültür varlığı olan yapıların ve eserlerin de yer almasını sağlayalım. Kamu ve özel sektör kurumları el ele vererek, afet bölgelerindeki kültürel mirasın ayağa kaldırılmasına yönelik programlar hazırlayalım, bu amaca yönelik fonlar oluşturalım. Bunları yaparken, hakkımız olan ve bir türlü olması gerektiği gibi kullan(a)madığımız Avrupa Birliği Kültür Fonları başta olmak üzere, uluslararası fonlardan yararlanalım. Japonya başta olmak üzere, büyük depremlerle, afetlerle yaşayan ülkelerden, yapıların ve eserlerin doğal afetlerde nasıl korunması gerektiğine dair ‘güncel’ teknik bilgi ve uzmanlık desteği alalım. Bunu, gerek yeniden inşa edeceğimiz kültür yapılarının kurulumunda, gerekse bu yapılarda sergilenecek kültür varlıklarının gereği gibi konuşlandırılmasında ve sergilenmesinde kullanalım. Zarar gören insanımızın, yapıların ve eserlerin restorasyonunda küresel uzmanlık desteği de alalım. Bu süreçte kendi uzmanlarımızın da deneyim kazanmalarını sağlayalım.

Görgün T.: Kültürel mirasın korunması ve tekrar ayağa kaldırılması için yol haritasının mutlaka İKSV’nin de Türkiye Milli Komisyonu’nun genel kurul üyeleri arasında yer aldığı UNESCO gibi güvenilir, uluslararası kurumların önderliğinde, onların uzmanlığı doğrultusunda çizilmesi lazım. UNESCO’nun deprem sonrasında Türkiye ve Suriye’deki kültürel varlıkların korunmasını bir acil durum olarak gördüğünü, envanter, hasar tespiti ve onarım için çalışmalar yürüteceğini biliyoruz. Ancak bu tabloların ortaya çıkması için de vakte ihtiyaç var; bu çalışmaların yürütülmesine ancak bölgede hayatta kalmaya ve güvenli barınmanın sağlanmasına yönelik ihtiyaçlar giderildikten sonra sıra gelebilir.

Zeynep A.: Bu çok hassas planlanması gereken bir süreç. Yapılması gerekenler zarar gören kültür varlıklarının arkeolojik, tarihi, sanatsal değerine göre bir öncelik sırasına konulabilir. Can güvenliği, kullanım açısından aciliyeti olan yapılar hızla onarılabilir. Kentin merkezindeki tarihi yapılar, konumları dolayısıyla ilk aşamada ele alınabilir. Hasarlı yapıların onarımı için eski projeler, fotoğraflar bir araya getirilir, değerlendirilir. Arkeolojik kalıntılarda yıkılmış sütunların, duvarların tekrar kendi parçalarıyla ayağa kaldırılmasına çalışılır. Son depremde Kahta’da yıkılan sütunun parçaları yerde durduğu için, kolaylıkla onarılabilir.

Çağdaş koruma ilkeleri açısından tamamen yıkılmış ve hakkında bir belgeleme olmayan yapıların tekrar yapılması uygun değildir. Bu durumda yıkıntıların kaynak olarak kullanılması gerekir. Bu durumda yıkılmış yapıların verileri değerlendirerek, restorasyona yardımcı bilgiler derlenir.

Kültürel mirasın korunması için kaynağa gerek olduğundan, restorasyon projelerinin oluşturulmasından sonra, uygulama için yeterli kaynak sağlanması gereklidir. Bu konuda çeşitli kuruluşlardan destek sağlanması için girişimlerde bulunulması önemlidir.

Mustafa A.: Sivil toplum kuruluşları ve meslek odaları ivedilikle hasar gören kültür varlıklarının tespiti için ön çalışmalara başlamış durumda. Bu çalışmalar, bir ön değerlendirme ve hasar tespit envanteri çıkarmaya yönelik yürütülüyor. Üstlenilen bu sorumluluğun ve çabanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Anadolu Kültür de bu çalışmanın bir parçası olmaktan, ileriye dönük programın içinde yer almaktan, deneyim ve birikimlerini ortaya koymaktan sakınmayacak. Diğer taraftan Kültür Bakanlığı’nın da hasar tespit çalışmaları neticesinde zarar gören yapıların geçici koruma, onarım, restorasyon süreçlerini organize edeceğini ve mümkünse bir yıl içinde bu süreci tamamlama niyetinde olduğunu anlıyoruz. Öncelikle, bu acelenin son derece tehlikeli ve geri dönülemez zararlar verebileceğinin altını çizmek gerekli. Kültür varlıklarının zarar gören parçaları titizlikle ele alınmalı; fakat kentlerde devam eden hafriyat çalışmaları sırasında bunun takibini sağlamak neredeyse mümkün değil. Zira hasar görmüş ya da yıkılmış tarihi yapıların özgün yapı taşlarının gerekirse tek tek kontrol edilmesi, işaretlenmesi, özgün dokuya uygun işlemler için düzenlenebilir veya yeniden tasarlanabilir olması gerekiyor. Bununla birlikte kentlerin zemininde de ciddi değişimler söz konusu. Tek başına geçici onarım, restorasyon ya da rekonstrüksiyon çalışmaları zemin etüdü olmaksızın gerçekleştirilmemeli.

Belleğiyle ve kimliğiyle yaşayan kentlerimizi iyileştirmek için tüm katmanlar, farklı disiplinlerden ve kurumlardan uzmanların da katılımıyla incelenmeli. Bu rehabilitasyon süreci kent hafızasına uygun olarak, aceleye getirilmeden büyük bir planlamayla ve doğru teşhislerle hayata geçirilmeli. Üniversitelerin, meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının da organize edildiği çok katmanlı, çok bileşenli ve özellikle de yereli sürece dahil edecek bir koordinasyon oluşturulmalı. Kentler kimliksizleştirilmeden yeniden inşa edilmeli. Bu, depremden etkilenen kentlerde yaşayan toplumun oraya geri dönebilmesi, yeniden sosyalleşebilmesi ve kimliğini koruyabilmesi için elzem.

Tüm bunların dışında bölgede yaşanan tahribatın kırsaldaki yansımaları hâlâ tam olarak tespit edilebilmiş değil. Türkiye’nin tarihi bina envanterinin de görece eksik ve sorunlu olduğunu düşünürsek büyük ölçekli değerlendirmeler yapma ve buna dönük hareket etme zorunluluğu doğuyor. Özellikle kırsal alanlardaki durumu iyi anlamalıyız. Koruma planlarını buna dönük olarak revize etmek ve bu yöndeki çalışmaları teşvik etmek gerekiyor. Ayrıca, depremin yıkıcı etkisini gösteren bölge ciddi bir arkeolojik kent potansiyeline sahip. Hafriyat çalışmaları esnasında bile arkeolojik kalıntılara zarar verilebilir. Bu sebeple zemin kot altı seviyelerinde dahi çalışmaları titizlikle sürdürmek gerekiyor.

Nazan Ö.: Bu konuda kanımca en önemli husus, kültür varlıklarından geriye kalan enkazın koruma altına alınarak ‘alelade enkaz’ muamelesi görmemesini sağlamak olmalıdır. Çünkü o geriye kalanlar arasında mutlaka daha sonraki konservasyon – restorasyon  çalışmalarında yararlanılacak pek çok artık parça bulunmaktadır. Endişem şudur ki, yukarıdaki husus ihmal edildiği takdirde, büyük bir telaşla, hiçbir uzman (arkeolog, sanat tarihçi, müzeci veya yıkılan yapılarda görev yapmış olup malzemeyi tanıyan, teşhis edebilen kişi) gözetimi olmadan enkaz kaldırılırsa, pek çok önemli yapı unsuru kaybolabilecek, atılabilecektir. Kültür mirası olarak nitelenen şehirler ve alanlardaki yapıların restorasyonu olsun, mahalle ve kent planlamaları olsun, bütün bu işlemlerin sabırla dikkatle ve mutlaka gerçek uzmanlardan oluşan bir komisyonun gözetim ve danışmanlığında yürütülmesi sağlanmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde, korkarım ki, hemen hepsi tarihi değer taşıyan, deprem felaketinden büyük yara almış şehirlerimiz, örneğini çok gördüğümüz, karakterini kaybetmiş, birbirine benzeyen uydu kentlere dönüşebilecektir.

Fotoğraf: Facebook / Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı

“Toplumsal Hafıza İnsanları Bir Arada Tutar”

  • Deprem, bölgedeki insanlığın ortak tarihine ait izlere de zarar verdi. Sadece yapılar değil, bölgede yüzyıllardır süregelen kolektif bilinç ve yaşam biçimi nasıl korunmalı? Bunun önemi nedir?

Mahir P.: Depremin yaşandığı coğrafya, tüm insanlığın ortak hafızasını içeren özel bir konuma sahip. Tarihsel süreç içerisinde kurulmuş pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bir bölge olarak yazı öncesi devirlerden çağ açıp kapatan gelişmelerin yaşandığı zamanlara uzanan topraklar olarak insanlık tarihinde önemli bir yer edinmiş durumda. Kültürel miras yalnızca somut nesnelerden oluşan değerleri değil aynı zamanda somut olmayan değerleri de kapsamaktadır. Toplumda yüzyıllar süren bir birikim ve yaşayış sonucunda oluşturulan toplumsal belleğin, korunması gerekir. Unutulmamalıdır ki felaketler sonrasında toplumu bir arada tutan, birlikte hareket etme güdüsü kazandıran en temel olguların başında toplumsal hafıza gelmektedir. Aksi takdirde toplumsal açıdan daha yıkıcı travmaların önü açılabilir. Bu nedenle bu toprakların sahip olduğu kolektif bellek; bilimsel, planlı ve organize bir bilinçle korunmalıdır. Kültürel mirasın etkin bir biçimde kullanılması, bu yönde kolektif bilincin oluşmasına katkı sunulması gerek kültürel mirasın gerekse yaşam biçimlerinin korunmasında önemli bir rol oynayacaktır.

Beral M.: Türkiye Neolitik’ten Osmanlı’ya bütün uygarlıkların din ve yaşam kültürlerine ait mimari mirasına sahip bir ülke. Hiçbir siyasal müdahale bu gerçeği yok edemez; zaman içinde camiye dönüştürülmüş bir binanın aslında kilise, turistik otele dönüştürülmüş bir yapının aslında kervansaray olduğunu hemen anlarsınız. Bu bellek mimaride açıkça görülür. Bu miras korunmazsa -maalesef çok hoyrat müdahalelerin yapıldığı yapılar da var- bu yüzyılın gelecek kuşakları bu mirastan mahrum olacak. Depremdeki yıkım bunun bir uyarısıdır.

Zeynep A.: İnsanların yüzyıllar boyunca birlikte yaşama kültürleri ve ürettikleri değerler Adıyaman, Urfa, Maraş, Gaziantep, Hatay gibi kentlerin yerel karakterlerine yansımış bulunuyor. Bu insanların deprem sonrasında da yaşam kültürlerini, geleneklerini sürdürmek için çaba göstereceklerini biliyoruz. Ancak deprem sonrası düzenlemelerin bu konuyu dikkate alması gerekir. Yerel karakter ve peyzaj yeni, yöreye yabancı karakterde yapı ve yerleşmelerle zedelenmemelidir. Bu konuya dikkat edilmediğinde köklü değişimler yaşanabilir. O nedenle sivil toplumun bu konuda yerel inisiyatiflere destek vermesi uygun olur.

Previous Story

Kazlıçeşme Sanat’ta Hat Sergisi

Next Story

Doğa ile Uyum

0 0,00