- “Kimse Bilmez” başlıklı serginiz Alexandre Vallaury binasının üçüncü katında ziyaretçilerini ağırlamaya devam ediyor. Ceren Erdem küratöryel danışmanlığında, Esra A. Aysun’un proje yönetimi ile sergiyi bağımsız olarak düzenlediniz. Sergi fikri nasıl ortaya çıktı? Serginin oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz?
Son sergimi 2019 yılında yaptıktan sonra pandemi dönemiyle bambaşka bir döneme adım attık. Ben bu süreci ağırlıklı olarak atölyede, bol bol okuyarak ve üreterek geçirdim. Geçtiğimiz yılın sonuna geldiğimizde ben sergiyi hemen hemen kafamda bitirmiş ve üretime başlamıştım. Ve yeni işler çıktıkça farklı bir adım atarak bağımsız bir sergi yapmak istediğimi farkettim. Bunu Esra’yla paylaştım ve sergiyi birlikte projelendirdik. Küratöryel destek için de ikimizin de aklına gelen ilk isim Ceren oldu. Sohbetlerimiz sırasında bir de sergiyi kapsayan bir sanatçı kitabı hazırlamaya karar verdik. Sanat tarihçi Elif Dastarlı ve Fatoş Üstek de kitaba yazılarıyla katkıda bulunacak iki isim.
- Seçkinin belirlenmesinde neler etkili oldu? Eserlerin birbirleriyle diyaloguna dair neler söylemek istersiniz?
Ceren atölyemi ziyaret ettiğinde bir çok farklı iş gördü… Ancak birbirleriyle bağlantıda olan An ailesi, ilk kez bu sergi ile hayata geçirdiğim Sophie seçkisi ve Herkes-Hiçkimse serisini 3 büyük işle bir araya getirmeye karar verdik…Benden İçeri, Hep Yuvaya Dönmek ve Ben Buradayım… Sergiye ismini veren ve aslında daha önceki işlerimden birinin de ismi olan Kimse Bilmez vurgusu benim için çok içsel bir yolculuğumu temsil ediyor. Kimsenin bilmediğini yaşıyor olmamı ve olmamızı anlatıyor tüm bu farklı işler…Ve ilk kez bu kadar alan avantajı olan bir mekanda büyük enstalasyonlarım dahil bir araya getirebildiğimiz için çok mutluyum.
- Heykel ve enstalasyonlarınızda geometrik yapılara hislerin ifadesi, duşavurumu olarak yer veriyorsunuz. Sergide yer alan işleriniz arasında pandemi döneminde üretilenler de var. Özellikle o dönemde ürettiğiniz işlerde nasıl hisler ve formlar hakim? Stres, korku, endişe, yalnızlık gibi pek çok hissin yaşandığı, ilk kez karşılaşılan böyle bir dönemin üretimlerinize yansıması nasıl oldu?
Aslında pandemi benim için rahatsız edilmeden, bölünmeden çalışabildiğim ve bolca üretebildiğim çok verimli bir dönemdi diyebilirim. Bol okuma ve araştırma yapabildiğimiz bir dönem de olduğu için teorik anlamda da beslendiğim bir süreçti ve bunları işlere yansıttığımı düşünüyorum. Pandemiden tüm zorluklarına rağmen negatif bir duygu ile çıkmadım, üretmek için bir fırsat oldu. Ama belki iç dünyama kapanabildiğim için de bu sergide işlerimle özüme bakabiliyorum, kendimle ilgili ve algımla…
“Renk İşin Ayrılmaz Bir Parçası”
- Seçkideki işlerde ağırlıklı beyaz ve canlı renkler göze çarpıyor. Eserler bir anlamda renkleriyle de umudu yansıtıyor. Rengin üretimlerinizdeki yeri, sizin için etkisi, önemi nedir?
Renk bana göre işin ayrılmaz bir parçası. Belki de bu nedenle bu malzemeden vazgeçemiyorum. Rengi yansımayı parlaklığı ve matlığı tam olarak gösterebildiğim için. Bu sergide beyaz kütlelerin içinden parlak, canlı, yansıtan floresan tonlar çıkıyor. Dışımız ve içimiz ve görünmeyen taraflarımız, bedenlerimiz ve ruhlarımız gibi.
- Bu sergide yeni bir malzeme de denediniz. “An I” eserinizde seramik kullandınız. Sizin için nasıl bir deneyimdi? Farklı malzemeler denemek konusundaki düşünceleriniz, varsa planlarınız neler?
Daha önce de farklı malzemeler kullandım. Ama özellikle bu heykelde seramik kullanmak istememin nedeni biraz da heykelin anlamını güçlendirdiğini düşündüğüm içindi. Atölye Kale’nin yardımlarıyla ortaya çıkan bu iş, malzemeyi tanıma ve üretim sürecini görmek açısından güzel bir başlangıç oldu. Devamı da gelecek.
“Gizlice Takip Ettiğim İnsanların Bendeki Etkileri ve İzdüşümlerini Aktarmanın Peşine Düştüm”
- Bu sergi için ürettiğiniz Simit(2023), Güvercin (2023), Çocuk (2023), Dualite (2023), ‘Hakkı, Ayşe – Cemile – Ben’ (2023), işlerinden oluşan Sophie serisini sormak isterim. Sophie Calle’in pratiğinin izinde, rastgele seçtiğiniz kişileri – bir kadın, bir çocuk, bir adam – takip etmenizle ortaya çıkmış seri. Sophie’deki işlerin üretim sürecinden bahsedebilir misiniz? Nasıl bir deneyim oldu sizin için?
Pandemi sırasında okuduğum Paul Auster’in “Leviathan” kitabında Maria adlı bir performans sanatçısından bahsediyordu. Bu karakter bana çok tanıdık geldi. Tanıdığım bir sanatçı olduğunu düşündüm ve araştırdığımda Maria’nın aslında Sophie Calle olduğunu, yazarla arkadaş olduklarını ve Calle’in “Double Game” kitabını Paul Auster’a ithaf ettiğini keşfettim. Ben de Sophie’nin yolundan gidip birilerini takip ederek kendi hikayemi yaratmaya karar verdim. Sokakta gizlice takip ettiğim insanların bendeki etkileri ve izdüşümlerini üç boyutlu olarak aktarmanın peşine düştüm. Buradaki 5 heykel, 5 takip, 5 hikayeyi temsil ediyor. ‘Kimse Bilmez’ adına yakışır şekilde ne benim yakınımda kimse yollara düşüp birilerini takip ettiğimi biliyordu, ne de takip ettiğim kişiler onlara ithaf edilmiş bir heykelin varlığından haberdarlar… Müthiş bir deneyim oldu bana ve kafamda başka bir şalteri açtı.
- Geçtiğimiz günlerde sergi mekânında sergi üzerine bir konuşma gerçekleştirdiniz. Ziyaretçilerin, katılımcıların yorumları, soruları ve tepkiler hakkında neler söylemek istersiniz?
Evet, sergi konuşmamızı sanat tarihçi Elif Dastarlı ile yaptık. Elif’in sergi kitabı için hazırlamakta olduğu makalenin bir ön sunumu oldu aslında. Türkiye’de ve dünyada heykel sanatına kadın sanatçı olmak lensinden baktı Elif. Ben heykel üretirken cinsiyetsiz baktım hep ama elbette sanat tarihinde hak ettikleri yere ancak son 20-25 sene içinde bir çok sanatçı görüyoruz son dönemde… Benim de ilham aldığım Carmen Herrera, Zilia Sanchez, Anne Truily, Gego, Philida Barlow gibi. Onlarla çok farklı belki toplumsal gerçekliklerde birbirlerini anlayan, uyumlu işler üretmiş olmaktan gurur duyuyorum…Kadın sanatçılardaki egosuzluğu hem de kattıkları farklı bakış açılarını seviyorum.
Siyah Beyaz’da Seçkin Pirim ile Ortak Sergi Programı
- Çalışmalarınızı İstanbul ve Londra’da sürdürüyorsunuz, gelecek projelerinizden şu an hazırlık aşamasında olan ya da paylaşabilecekleriniz var mı?
Londra benim için yeni bir macera. Orada yeni fikirlerin üzerine gideceğim bir araştırma/düşünme/ yaratma odaklı bir yapı kurmayı hedefliyorum. İstanbuldaki atölye zaten rutin devam ediyor. Ekim ayında ise Ankara Siyah Beyaz galerinin 40. yılı kapsamında Seçkin Pirim ile ortak bir sergi programımız var.