Şehir ve Doğa İlişkisi Üzerine Bir Sorgulama: Görünmez Kentler

Geleneksel döküm tekniğini kullanarak ortaya çıkardığı güncel tasarımlarla dikkat çeken sanatçı Bilal Hakan Karakaya’nın “Görünmez Kentler” isimli kapsamlı kişisel sergisi Italo Calvino’nun aynı adlı romanından yola çıkarak tarihi anıtlar gibi yükselen  mega yapılara ve metropol hayatına odaklanıyor. Sanatçı ile Anna Laudel İstanbul’da 21 Mayıs’a kadar görülebilecek sergisi kapsamında şehir, doğa ve insan ilişkisini konuştuk.

ARTCONTACT
ARTCONTACT M

  • Serginizde geçtiğimiz aylarda gerçekleşen yıkıcı depremlerden etkilenerek öne çıkardınız eserleriniz var mı?

Aslında sergiye depreme dayalı hiçbir şey koymadım. Depreme dayalı işleri özellikle çıkarttım. Bu sergiyi depremden önce hazırladım. Yaklaşık bir – bir buçuk yıldır hazırlıyorum açıkçası… Sergide yerkürenin bazı hareketleriyle ilgili, zeminlerle ilgili, kırılmalarla ilgili bazı izler var.  Mesela karolar, zemin ilişkileri, katman ilişkileriyle ilgili hazırladığım başka işlerim de vardı.  Ama çok fazla deprem konusuna gönderme olacağı için onları bir şekilde geriye çekip, daha başka noktaları ortaya koymaya çalıştık. Ama genel olarak yaptığım işlerimdeki hissiyatım dünyadaki değişim. Özellikle de küresel anlamlı iklim değişikliği… Bu değişikliğin nedenlerinden biri de kentler… Kentlerin bu değişime olan katkılarıyla ilgili bir takım düşüncelerim var. Bunu pandemi döneminde de çok fazla hissettik. Sorgulamaya başladık… Ne yazık ki bir önceki sergim pandemi dönemine, “Görünmez Kentler” ise depreme denk geldi.  Yani içerik olarak çalıştığım mevzular da sanırım biraz bunu çekiyor.

Bilal Hakan Karakaya, Krallar Yükseklerde Yaşar, 2019 , Alüminyum, Değişken Boyutlar
  • Nedir bu mevzular? Biraz açabilir misiniz?

Aslında benim hissiyatlarıyla hareket eden ve hissiyatlarıyla üretimini gerçekleştiren bir tarafım var. Çok böyle metinsel, dokümansal bir durumum yok tabii. Genel olarak hep bir çalışma prensibim var ama hareketlerim biraz duyguya yönelik… Yani bazı şeyleri yakaladığım zaman onun daha da üstüne giderim; böylece de o konuyla ilgili bir takım hissiyatlarım ortaya çıkar. Benim temel mevzum aslında tüm dünyayı ilgilendiren o kent yapısının gerçekten dünyaya ne kattığı sorusu. Bakıyorum kentlerde yüzde ikilik bir dilimde yaşıyoruz ve geri kalan yüzde doksan sekizlik alanı sömüren, kemiren bir yapımız var. Bunu da sadece insanoğlu olarak kendimize hak görüp; bize lüks oluşturan bir takım şeyler üstüne kuruyoruz. Hani bakıyorum şu an tüm dünyada bizden sonraki yaşamın devamı için başka şeylerin oluşması üstüne konuşulurken; biz hala ne yazık ki başka şeyler üstünden hareket ediyoruz gibi geliyor bana; öyle hissediyorum. Bu da benim temel problemlerimden birini oluşturuyor. Ben yıllardır kent içerisinde varlığımı gerçekleştiriyorum. Yaşamımı kentin içinde oluşturuyorum. Ama bu beni başka noktalarda besliyor ve kentle ilgili bir takım şeyler yapıyorum.

  • Geçmiş işlerinizde de yine kent figürleri öne çıkıyor.

Geçmişte 2012, 2013 yıllarında Kent Yoksulları serisini yaptım. Bu seri  kentin içerisindeki insanın, o blokların altındaki hallerini anlatıyordu. Kafalarının üzerinde ahşap bloklar taşıyan küçük figürlerim vardı. O blokların insan üzerindeki etkisiyle ilgili bir takım düşüncelerimi ve kendimi merkeze aldığım işlerdi  Bir önceki sergimde Alem-i Mülk sergisinde de  yine merkezde birey ve kent vardı. Modern yaşamın kaosunda, kentin içerisinde sıkışmış bireyleri konu alıyordu. Gene bir figürün kafasının üstünde kocaman bir kuleyi, bir Babil Kulesini andıran bir kuleyi taşıdığı bir yapı vardı. Aynı zamanda geleneksel anlamda Osmanlı ve Selçuklu mezar taşlarından oluşan bir takım böyle yerleştirme işlerin olduğu bir kurgu da vardı. Gene bir ölüm kalım, yaşam ve zamanla ilgili birtakım sorular vardı.

Görünmez Kentler sergisinde biraz daha formüller değişti. Ama genel soru  aslında gene aynı; kent, kent içerisindeki insanın varlığı ve nedenler… Bizim yaşamımız neden bu kadar önemliyken, neden bu kadar şuursuz bir yapılanma içerisindeyiz? Yani bugün şuursuz bir tüketiciliğimiz ve bir lüksümüz var. Hani bakıyorum doğadaki bir arı kovanına, bir karınca yuvasına, bir kuş yuvasına… Örnek alabileceğimiz o kadar çok şey var ki… yani gerçekten plastik olarak, tasarım olarak, dizayn olarak… Biz ise çok başka noktalardayız. İşte bir beton yığınının içerisinde kendimizi hapsedip, kendi sanki yaşam alanlarımız değil de kendi mezarlarımızı oluşturuyor gibiyiz.

Bilal Hakan Karakaya, Görünmez Kentler Serisi, 2023 Alüminyum 70h x120w x20d cm
  • Sizin işlerinizde geçmiş ve gelecek arasında bir bağdan da söz edebilir miyiz?

Tabii ki sonuna kadar… Şöyle bir şey var; insanın hani kent yaşantısı bakıyorsunuz, milattan önce binlerden bahsediyoruz. Örneğin Göbeklitepe diye bir yapı var. Onun haricinde bakıyorsunuz Alacahöyükler, Çatalhöyükler… Bakıyorsunuz çok değişik yaşamların oluştuğu kent yapılarının ilk örnekleri bunlar. Bu coğrafyada her yerde görebiliyoruz bunu.

Barınma ihtiyacı, dayanışma ihtiyacı insanın her zaman temel ihtiyacıdır.  Ama modernizmle birlikte yükselen ve sadece köle sistemine dayalı bir sistemin içerisinde olduğumuzu artık kabul etmemiz de gerekiyor bence. Çünkü tamamen doğaya aykırı bir yaşam biçimi içerisindeyiz. Örneğin bazı arkadaşlarımı görüyorum doğayla temasları neredeyse sıfır. Çimene basmaktan tedirgin olan insanlar görüyorum. Bir böceği karşılaştıklarında korkarak çığlık, çığla kaçan insanlar görüyorum… Komik değil mi? Şey diyorum bu durumda; Ne yapabilir ki? O senden çok çok küçük. Sana ne yapabilir? Anlatabiliyor muyum? Yani çimen sana ne yapabilir? Bir ağaç kabuğu sana ne yapabilir? Hani böceği geçtim, tamam bazen böcek zehirli olabilir ve bitki de zehirli olabilir. Bir ağaç zehirli olabilir ama ne kadar hani!. Bu doğadan bu kadar uzaklaşmamızı dediğim gibi sistemin bize alıştırdığı kodlarla sağladığını düşünüyorum.

  • Günümüzde insan ve doğa ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
İlginizi çekebilir:  Alaca Höyük: Atatürk’ün Direktifi ve Kişisel Bütçesiyle Başlatılan Kazı

Lükslere alışmış durumdayız. Yani lüks dediğimiz şey, steril, kompakt bize sunulmuş hazır pakette yiyecekler de dahil olmak üzere yaşam alanları. Doğada yaşamak çok kolay bir yapı değil tabii. Bilmiyorum hiç doğada kamp attınız mı? Ya da hiç çadırsız bir gökyüzünün altında uyudunuz mu? Hani çadır bile aslında lüks bir durumdur doğa için. Örneğin ben bir dönem belli kamp alanlarının haricinde doğada bir yerlerde çıplak yattığım zamanları bilirim. Korunmasız. Hani hiçbir şeye temas etmeden, hiçbir alerjik bir reaksiyon görmeden… Ama kent içerisinde pire saldırısına uğradığım zamanları da bilirim.

  • Doğa ve şehir ilişkisini yeniden mi gözden geçirmek gerekiyor sizce?

Yani iç içe yaşamayı biz gerçekten bilmiyoruz. Mesela bir arı kovanına baktığınızda ya da karınca kovanına baktığınızda binlercesi birbiriyle temas halinde yaşarlar. Ama biz hala bir apartman dairesinde ya da bir plaza katında üst katımızdaki ve alt katımızdakini bilmeden tanımadan hiçbir şekilde temas etmeden ömrümüzü geçirebiliyoruz. Ne yazık ki işin en acısı da şu; aslında toplumsal ve sosyal bir bütünlük içinde yaşadığımızı zannediyoruz.

Bilal Hakan Karakaya, Diomira, 2023, Alüminyum, Sol: 100h x 60w x 35d cm Sağ: 90h x 60w x 30d cm
  • Kentler sizin için gerçekten ne ifade ediyor?

Kentler gerçekten neyi ifade ediyor sorusu, benim hep düşündüğüm ve sorguladığım sorulardan bir tanesi. Tam da bu yüzden aslında mekânsız, zamansız oluşturulmuş birtakım kendi fantezilerimi böyle bir inanca dayalı sembollerle, kubbelerle betimlediğim bir takım formlar var. Örneğin burada ortalıkta duran üç boyutlular; bir de tam zıttı sanal gerçekliği oluşturduğunu düşündüğüm yüzeyler, baskılar var…  O gelgitler, o hareketin sanal bir gerçeklik algısında bürünmüş  hareketin içe doğru çeken yapıların bulunduğu birtakım baskılar söz konusu yaptığım işin içerisinde. Ama orada tezat da oluşturuyorum;  mesela ortada duranlar, boşlukta hareketsiz, sabitken; yüzeyde duranlar ve dijital olanlar biraz bu zamana gönderme yapıyor.  Aslında temelde en sormamız gereken soruyu ben kendi adıma kendime soruyorum ve bunu da bir şekilde izleyiciye de aksettirmeye çalışıyorum.

Mesela benim için en büyük noktalar ormanlar ve denizaltı ormanları mercanlardır. İkisi de çok kıymetli ama hangisi daha özel, hepsi çok özel. Ama bakıyorsunuz mercanları birçoğumuz fark etmeden, ormanların ne kadarının katledildiğini fark etmeden yaşayabiliyoruz. Mesela oradaki aşı serisi 2021 Marmaris yangını dönemi yapılan bir seri… O dönem çalışmaya başladım ve sonra yangınlar başladı. Sonra durdum, onlara ondan sonra dokunmadım. Dokunamadım çünkü; yani böyle “ya ne yapıyorum” falan sorusu vardı bende.

  • Son olarak ne söylemek istersiniz?

Şehir yaşam tarzı ve bizim içine girdiğimiz kübik apartman daireleri böyle farklı bir simülasyon gibi hissettiriyor bana. Şehirde yaşarken bizler aslında simülasyonda yaşıyoruz ve  ve aslında biz şehre uyum sağlıyoruz. Şehir bize asla uyum sağlamıyor. Asla bizim bize bir şeyleri kolaylaştırmıyor. Dolayısıyla da doğanın işleyişiyle çok çok zıt bir düzlemde ilerliyor. O da bilmiyorum. Kendinize bazen işkence mi ediyoruz? Acaba diye düşünüyorum. Böyle sürekli kentleşmeye devam ederken, sürekli binalarımızı yükseltirken, sürekli kendimizi daha sınırlarken neye servis sağlıyoruz? Kendimize ait nasıl bir fayda sağlıyoruz; bilemiyorum. Sadece yaşıyoruz. Tam o noktada şunu soruyorum. Yaşıyor muyuz?, Yaşıyor musun?… Yoksa sadece zaman mı tüketiyorum. Harcıyorum…. Yaşamı mı harcıyoruz? Ya bu tip soruları ben kendime uzun yıllardır soruyorum. Bunların cevapları herkesin aradığı cevaplar.

Maalesef Kaçış noktalarımız da yok artık. Hani ve bir dönem şehirden kaçış noktalarım vardı. İşte atıyorum, Kaz Dağları’na Datça’ya atıyordum kendimi. Ya da Kabak Koyu’na… Böyle yerler vardı. Ama artık gitmek istemiyorum. Çünkü “lanet olsun” demek istemiyorum. Yani oraların son durumunu görmezsem en azından azıcık eskiyi yaşatarak yaşıyorum. Şehirden kaçış noktalarımız yok artık. Kısacası şöyle özetleyeyim her şeyi; biz zihnimizde kentler oluşturuyoruz ve oluşturduğumuz o kentler bizim yaşam alanımız mı; yoksa bize ağır yükler oluşturan birer külfet mi? Bunların hepsi aslında insani düşüncelerle oluşuyor.

Previous Story

İçsel Bir Yolculuk: “Kimse Bilmez”

Next Story

Alternatif Bir Gerçeklik: “Manyetik”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.