Vortex I, Zeynep Dadak, Çiçek Kahraman

Genişletilmiş Sinema

Lara Kamhi’nin küratörlüğünü yaptığı Prizma Expanded: Algının Poetikası sergisi, odağına aldığı ‘Genişletilmiş Sinema’ kavramı üzerinden Türkiye sinemasının üç farklı jenerasyonundan profesyonellerin işlerini kapsıyor.

Sanatçı ve küratör Lara Kamhi’nin iki seneyi aşkın süredir üzerinde çalıştığı Prizma Expanded: Algının Poetikası sergisi, 29 Temmuz’a kadar Akbank Sanat’ta görülebiliyor. Sergi, Türkiye sinemasının üç farklı jenerasyonundan, öne çıkan üç yönetmen ve onların birlikte çalıştığı üç sinema profesyonelinin işlerinden oluşuyor. Serginin ilk katında izleyiciyi, içine çeken kurgusuyla Mimirap karşılıyor. Yönetmen Reha Erdem ve yaklaşık 30 senedir birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Florent Herry’nin, Erdem’in Koca Dünya filminden yola çıkarak çektikleri sekanstan oluşan ve oyuncu Ecem Uzun’un bir rap şarkısını seslendirdiği döngüsel bir gösteri kutusu bu. İkinci kata geçildiğinde yönetmen Zeynep Dadak ve uzun süredir ortak üretimler gerçekleştirdiği kurgucu Çiçek Kahraman’ın Vortex II’si, izleyiciyi bir sinema deneyimiyle baş başa bırakıyor. Alfred Hitchcock’un Ölüm Korkusu’nun unutulmaz sahnelerinden biri; filmin kahramanının Carlotta’nın Portresi önünde oturduğu sahne Vortex II’de tekrar tekrar yaşanıyor. Sinematik deneyimin akışta ilerleyen ritmi, bir sonraki işle; yönetmen Deniz Tortum ve ses tasarımcısı Alican Çamcı ile Tortum’un uzun metrajlı belgesel filmi Maddenin Halleri’nden yola çıkarak ortaya koydukları Kesit ile yakalanıyor. Serginin son alanındaki Vortex I ise yine Zeynep Dadak ve Çiçek Kahraman’a ait. Dadak’ın Ah Gözel İstanbul’unun girdaba çeken bir yansıması var burada. Sahnenin içine çeken kurgusunun ilham kaynakları arasında Agnes Varda’nın Agnes’in Plajları ve Derek Jarman’ın Mavi’si de işaret ediliyor.

 ‘Genişletilmiş Sinema’nın çarpıcı bir yansıması

Lara Kamhi’nin Genişletilmiş Sinema (Expanded Cinema) kavramını bütünüyle irdelemek adına kurduğu bağımsız sanat inisiyatifi Prizma’nın Prizma Expanded olarak ortaya koyduğu ilk proje. Prizma Expanded; sosyal medya, kapsayıcı deneyimler sunan teknolojiler ve interaktif hikâye anlatıcılığı gibi iletişim ağlarının önerdiği yeni düşünme biçimlerinin farkındalığıyla, genişletilmiş sinematik sanat formlarını araştırıyor.

Kamhi, ‘Genişletilmiş Sinema’ kavramını “1960’lı yılların Batı dünyasında televizyon evlere iyice yerleşirken dijital kameraların üretimine başlandı ve sinemaya gitme deneyimi kitleler arasında yaygınlaştı. Bu süreçlere cevaben bir yandan video sanatı oluşurken diğer yandan da sanatçı Stan Van Der Beek’in The Culture: Intercom başlıklı manifestosunda ilk defa ‘Genişlemiş Sinema’ tanımını kullanıldı. Van Der Beek manifestosunda; ‘çığırından çıkmakta olan teknolojinin tehlikeli yönlerine’ dikkat çekerken, evrensel bir lisan yaratımının aciliyetine de değiniyordu. Bunun ancak evrensel bir deneyim üzerinden kurgulanabileceğini savunarak sinematik deneyimi genişletip, alternatif ve radikal yaklaşımlarla ona interaktif bir boyut kazandırmayı teklif ediyordu. Böylelikle bilim, sanat ve teknolojiyi merkezine alan kurgulanmış sinematik deneyimler şeklinde tasarlanmış ve ‘sinema genişledikçe, bilinç de genişler mi?’ sorusunu soran ‘Genişletilmiş Sinema’ akımı belirdi. Galeri veya kamusal alanlarda filmleri mekânsallaştırarak baştan kurgulayan bu eserler gözlemcilere etken roller verip, onları hikâye ve kurgu yaratımına dahil ediyor; televizyonun veya sinema salonunun sunduğu tek yönlü anlatımlara karşın, sinematik deneyime yeni boyutlar kazandırıyor” sözleriyle özetliyor.

Bu sinematik deneyimi ise “Film izleme deneyimi tarih boyunca kitlelerin, onlar için tasarlanmış ve kurgulanmış deneyimlere vermiş oldukları tepkiler doğrultusunda şekil almış, dönüştükçe de gerçek hayat sanrısına yaklaşmaya çalışmıştır. Gözlemciye, kendi varlığını unutturacak kusursuz bir hayalin peşine düşen sinema kendi kodlarını yarattıkça, dönüşümlü olarak da kitlesel algının oluşumunda büyük bir rol oynamıştır. Böylelikle seyircinin en temel talebi, zihni ve bedeninden uzaklaşabileceği mutlak bir teslimiyet alanı olmuştur. Bu arayışın hipnoz, meditasyon ve hatta rüya kadar eski olduğunu göz önünde bulundurursak, belki de bu simülasyonlar dünyasının bir geri dönüşü olmadığını kavramamız kolaylaşabilir” diyerek içselleştiriyor.

Sinemanın üç farklı jenerasyonundan ikili üretimler

Algının Poetikası’nda ikili gruplar halinde yer alan isimlerin, üç farklı jenerasyonu temsil etmesi de sergideki işleri ilginç ve cazip kılan yanlar. Kamhi, ‘deneyselliğe açık, mecralar arası yolculuktan bilakis keyif alacak, farklı anlatılar ve formlarla haşır neşir olan sinemacıları’ seçmeye özen gösterdiğini belirtiyor ve ekliyor: “Ancak bir yandan da üç farklı jenerasyonu temsil etmelerini ilginç buldum. Özellikle bu doğrultuda seçimler yaptım. Esasında iki sene önce sergi fikri doğduğunda, bu isimler belirmişti bile. Öte yandan, biraz da tesadüfen, burada ikili gruplar halinde iş üretmiş olsalar da hepsi daha önce birbiriyle çalışmış sanatçılar. Kavramsal altyapıları kuvvetli, bireysel olarak da zevkle takip ettiğim ve hatta kendi sinematik lisanıma da yakın hissettiğim isimler. Bu yaklaşım serginin bütünsel bir lisan oluşturmasına müsaade etti, önemli bir tutarlılık sağladı. Ancak bir o kadar da farklılıkları, kendine has lisanları mevcut bu kişilerin. O özellikleri de son derece belirgin bir şekilde ortaya çıktı bu yeni çalışmalarla. Bütünsel, ancak üç çok farklı yaklaşım oluştu.”

İlginizi çekebilir:  Dayanışma Zincirinin Sanatla Kurulan Halkaları
Mimirap, Reha Erdem, Florent Herry

Kamhi’nin, Prizma Expanded: Algının Poetikası sergisinin odağında yer alan ‘Genişletilmiş Sinema’ kavramından aldığı ilham aslında sinema eğitimi esnasında ürettiği çalışmalara kadar uzanıyor. Sinema eğitimi alırken ürettiği çalışmalar deneysel sinemadan ve farklı sanat dallarından beslenirken konvansiyonel filmcilik yapmaya uzak olduğu da okulu bitirme projesi yaklaşırken belli oluyor. Dönemin akademik kurallarının dışına çıkılarak, araştırmalarının tutarlılığı sebebiyle olduğunu belirttiği, bir ayrıcalık tanınarak bitirme projesini bir filmle tamamlamak yerine Bölünme: İç/Dış adında bir sinematik sergi formatında gerçekleştiriyor. O döneme dair deneyimini şöyle özetliyor: “Bu alanın Türkiye’de neredeyse hiç tanınmıyor olmasından sebep senelerce ‘yeni medya sanatçısı’, ‘dijital sanatçı’, ‘video sanatçısı’ olarak anıldım. Oysa yaptığım işte sinemanın bileşenlerini parçalara ayırıp farklı anlatılar geliştirmek hep ön plandaydı. Ben bir nevi ‘Genişletilmiş Sinema’ yapıyordum.”

Medya sanatlarının ana akıma henüz ulaşmadığı 2013-2014 yıllarında, galerilerin de bu gibi yaklaşımlara tereddütle bakması dolayısıyla video art’tan bile zor söz ederken; sinematik sanatlar, Genişletilmiş Sinema gibi tanımları kullanmak onun için hayli zorlu ilerleyen bir yol olduğunu gösteriyor. Dönemin dijital sanatçıları ve küratörleri olarak birbirlerini desteklerken aynı desteği sanat dünyasından göremediklerini ve bu durumun doğurduğu kaygıyla, 2014 yılında o dönemki ortağıyla, kendi atölyelerini bir sanat alanına çevirdiklerini de ekliyor. Böylece sinematik sanatlara, ‘Genişletilmiş Sinema’ya dair sergi kürasyonları yapmaya başlıyor. Prizma Expanded: Algının Poetikası da Genişletilmiş Sinema çerçevesinde kurguladığı 12. sergi. Dolayısıyla bu serginin kavramsal altyapısı da aslında sadece bu sergiye özgü değil aksine tüm araştırma, sanatsal ve küratoryel kariyerine paralel bir kapsamda, bir nevi özet niteliğinde kurgulanmış oluyor.

Demokratik ve özgür bir görsel iletişim alanı

Prizma Expanded: Algının Poetikası sergisinin kılcal damarlarına kadar işleyen ‘Genişletilmiş Sinema’ kavramının tarihsel süreçteki rotasını Lara Kamhi anlatıyor:

“İlk olarak sanatçı Stan Vanderbeek’in 1968 senesinde yayımlanan Culture: Intercom isimli manifestosunda kullanılan ‘Genişletilmiş Sinema’ tanımı, teorisyen Gene Youngblood’un 1970 senesinde Expanded Cinema adıyla yayımladığı kitabıyla birlikte kitlelere ulaşmaya başlar. Van Der Beek manifestoda, Movie-Drome isimli bir yapı oluşturup, yaratılan bir görüntü bankasıyla evrensel bir lisan oluşturmayı ve bunu deneyim temelli bir yapıyla sunmayı teklif eder. İnsanlık tarihini 20. yüzyıla dek ele alacak ve izleyeni sarmalayacak bir saatlik film deneyimleri öneren sanatçı, okuma yazmayı bilmeyen ve hatta aynı lisanı konuşmayan tüm insanları bu ortak görsel lisan sayesinde bilgilendirmeyi ve etkileşim kurmalarına vesile olmayı hedefler. Filmleri ekrandan çıkarıp mekâna yayan ve hareketli imgenin algımız üzerindeki etkisini irdelemeye alan açan bu akım, sinema salonu deneyiminin tek taraflı bir iletişim sunduğuna dikkat çeker, yeni gösterim formatları üzerine deneyler yaparak, seyirciye seçim şansı verir ve dolayısıyla demokratik ve özgür bir görsel iletişim alanı yaratmayı amaçlar.

Bu dönemin birçok sanatçısının yaklaşımı kendine has olmakla birlikte, fikir birliğine varabildikleri temel unsur film deneyiminin sinema salonundan ibaret olmaması gerektiğidir. Kurgunun, sinematik anlatının mekân içinde bölündüğü ve izleyicinin alan içinde konumlanma biçimine, zamanına göre kendi öznel çıkarımını yapmasına olanak sağlayan sinematik eserler oluşturmaya başlarlar. Dönemin sanatçıları sinemanın bileşenlerini parçalara bölerken; renk, ışık, form, hareket, ses ve performansı temel alan çalışmalar gerçekleştirip bir yandan da soyut sinema akımını kuvvetlendirirler. Oscar Fishinger, Len Lye, Malcolm Le Grice ve Norman Mclaren gibi öne çıkan isimlerin ortak noktası perdeyi bir kanvas, sinematik olanı ise resimsel bir kompozisyon olarak kullanmalarıdır.”

Previous Story

Pera Müzesi Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu’na Özel Sergi Turu

Next Story

Bodrum’da Yeni Sergi: “Doğanın Yankıları”

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.