IKSV’nin koordinasyonunu yürüttüğü Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu Sevince Bayrak ve Oral Göktaş’ın küratörlüğünde “Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi” projesini ağırlayacak

Geleceğin Laboratuvarı Olarak Venedik

Günümüzün en önemli mimarlık etkinliklerinden biri olarak kabul edilen Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergileri’nin 18’incisi, 20 Mayıs’ta açıldı. Lesley Lokko küratörlüğünde Geleceğin Laboratuvarı (The Laboratory of the Future) başlığı altında hazırlanan bienal, bir tür atölye ve laboratuvar olarak tasarlanıyor. Bienaldeki Türkiye Pavyonu’nda ise Sevince Bayrak ve Oral Göktaş küratörlüğündeki Hayalet Hikâyeleri, Mimarlığın Çuval Teorisi başlıklı proje yer alıyor.

/

Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi, uzun yıllardır, ülke pavyonlarındaki projeler, küratörlerin önerdiği tema çerçevesinde hazırlanan ana sergi ve programdaki paralel etkinlik ve sergilerle mimarlık camiasının gündeminde yer alan etkinliklerin başında geliyor. Her edisyonda bir yandan çeşitli bağlamlarda eleştirilerin hedefi olurken, bir yandan da merak ve ilgiyle takip edilmeye devam ediyor. Son yıllarda bienal kapsamında, özellikle ülke pavyonları nezdinde, gittikçe daha fazla araştırma projesine, kavramsal düşünmeye ve sorgulamaya alan açan ve adeta bir laboratuvar yaklaşımıyla masaya yatırılan meselelere odaklanıldığı tespiti dikkat çekiyor. Artık ülke pavyonlarında da projelerin bir kısmının yalnızca Venedik’e gelme imkanı olan profesyonellere yönelik olmayıp, akademisyen, araştırmacı ve öğrencileri dahil eden ve sonrasında çeşitli şekillerde gelişmeye devam eden bir formatta hazırlanması, sunulması söz konusu. Bu, elbette en çok da mimarlık öğrencileri ve genç profesyoneller için önemli fırsatlar içeriyor. 20 Mayıs’ta başlayıp, alışık olunduğu gibi altı ay devam edecek Venedik Mimarlık Bienali’nin bu yılki küratörü Lesley Lokko, mimar, akademisyen ve araştırmacı şapkalarını bir arada kullanarak çok katmanlı işler üretiyor. Lokko, çalışmalarının mimarlıkta çeşitlilik ve kapsayıcılıkla bütünleşmesi ve Afrika kültürünün dünyadaki rolüne ilişkin güncel sorunlar ortaya koymasıyla biliniyor.

Geleceğin Laboratuvarı (The Laboratory of the Future) başlığından yola çıkarak hazırlanan bu yılki bienal, bir tür atölye ve laboratuvar olarak tasarlanıyor. Odağında ise dekolonizasyon, dekarbonizasyon ve çeşitlilik var. Geleceğin Laboratuvarı başlığı, Lokko’nun Africa as the lab for the future / Geleceğin laboratuvarı olarak Afrika çalışmasına dayanıyor; ‘gelecek’ ve ‘laboratuvar’ olgularına yeni anlamlar üzerinden bakmayı öneriyor. ‘Antropolojik olarak hepimizin Afrikalı olduğu’ görüşünden hareketle Lokko, bu kıtayı eşitlik, ırk, umut, korku gibi kavramların birleştiği yer olarak tanımıyor ve dolayısıyla merkeze yerleştiriyor. Burada Afrika kıtası ile ilgili küratöryel metinde açıklanan birtakım verilere yapılan vurgu önemli. Afrika’nın dünyanın en genç nüfusa sahip kıtası olarak gelecek araştırmaları için laboratuvar olma niteliğini ortaya koyduğunun altını çizen metinde açıklandığı üzere “Afrika’nın yaş ortalaması Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yaş ortalamasının yarısına denk geliyor. Asya yaş ortalamasından da 10 yıl daha genç. Ayrıca yılda yaklaşık % 4’lük büyüme oranıyla dünyanın en hızlı kentleşen kıtası.” Lokko’nun ifadesiyle ‘bu hızlı ve büyük ölçüde plansız büyüme, genellikle yerel çevre ve ekosistemler pahasına gerçekleşiyor’. Bu kıta bir yandan yalnızca nüfusun %15 ile en az aşılanan kıta olmaya devam ederken, bir yandan da en az sayıda ölüm ve enfeksiyon kaydederek şaşkınlık yaratıyor. Bu bağlamda pek çok alanda çok katmanlı gelecek araştırmaları için laboratuvar niteliği öne çıkarılıyor.

ArtDog Istanbul 16. Sayı150,00

Başarılı

Bu yaklaşımla bienal, mimarları ve daha geniş bir perspektiften yaratıcı disiplinlerin çeşitli alanlarından profesyonelleri, ‘kendi pratik üretimleri üzerinden örneklerle, içinden geçebilecekleri ve kendileri için geleceğin neler vaat edebileceğine dair hayal kurduracak bir yol çizmeye’ davet ediyor. Elbette burada bienalin kendisinin de bir tür geleceğin laboratuvarı olarak görülmesi önemli bir bağlam. Bu yıl bienal kapsamındaki uluslararası sergi ‘değişimin ajanı’ olarak tanımlanıyor. Geçtiğimiz yıllarda sergiyi ‘hikâye’ olarak tanımladığına dikkat çeken Lokko, artık bu tanımı ‘hem bir an, hem bir süreç’ olarak ortaya koyduğunun altını çiziyor. Devam eden hikâye anlatma arzusunun yanı sıra geleceğin laboratuvarının işaret ettiği temel mesele ‘değişim’. Açıklandığı üzere, aralarında David Adjaye, Francis Kéré, Andrés Jaque (Office for Political Innovation), Eyal Weizman (Forensic Architecture) gibi isimlerin yer aldığı 89 katılımcının yarısını Afrika ve Afrika diasporası oluşturuyor. Bu yıl sergi öncesinde katılımcılara dair çeşitli veriler de yansıtıldı. Örneğin yaş ortalamasının 43 olduğu katılımcılar arasında en genci 24 yaşında. Katılımcıların % 46’sı eğitimi bir uygulama alanı olarak görüyor. Ve ilk defa katılımcıların yaklaşık yarısı beş veya daha az kişiden oluşan ekiplerden ve bireysel katılımcılardan oluşuyor.

Bu yıl bienalin önemli ilklerinden biri, 25 Haziran-22 Temmuz arasında gerçekleşecek olan Biennale College Architettura bölümü. Bu bölümde, aralarında Marina Otero, Jacopo Galli, Urtzi Grau gibi isimlerin olduğu 15 uzman eğitmen, açık çağrı ve dört haftalık öğretim süreci sonucunda Lesley Lokko tarafından seçilen öğrenci, genç profesyonel ve akademisyen ile bir arada çalışacak. Bu öğrenim deneyiminin belgeseli çekilecek, ve bu yıl ekim ayında ayrıca yayınlanacak. Bienal programı bu yıl ayrıca Carnaval başlığı altında toplanan etkinliklerle de zenginleşecek. Lokko tarafından bir gösteri veya eğlence yerine bir özgürlük alanı olarak tasarlandığı ifade edilen ve konferanslardan, panellerden, film gösterimleri ve performanslardan oluşan Carnaval’ın, kelimelerin, görüşlerin, bakış açılarının ve fikirlerin değiş tokuş edildiği, duyulduğu, analiz edildiği, hatırlandığı bir iletişim alanı olduğunun altı çiziliyor. Lokko ayrıca politikacıların, şairlerin, film yapımcılarının, belgeselcilerin, yazarların, aktivistlerin, mimarlar, akademisyenler ve öğrencilerle aynı sahneyi paylaşacağı, halka açık bu etkinlik programının ‘mimarlar ve toplum arasındaki uçurumu kapatmaya çalışan bir mimari uygulama biçimi haline geldiğini’ belirtiyor.

İlginizi çekebilir:  En İnce Gökdelen

Bu yıl Türkiye Pavyonu’nda yer alacak olan proje de bienalin ‘laboratuvar’ temelli temasına paralel bir içeriğe ve formata sahip. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın koordinasyonu, VitrA ve Schüco Türkiye eş sponsorluğundaki Türkiye Pavyonu’nun bu yılki projesi, her edisyonda olduğu gibi, yine açık çağrı ve sonrasında iki aşamalı bir değerlendirme süreci sonunda belirlendi. Danışma kurulu tarafından bu yıl Türkiye Pavyonu’nda yer alacak projenin Sevince Bayrak ve Oral Göktaş küratörlüğündeki Hayalet Hikâyeleri, Mimarlığın Çuval Teorisi olduğu açıklanmıştı bir süre önce. Bu açıklamanın hemen ardından proje ekibi tarafından, aralık ayında, amacı, Türkiye’deki kullanılmayan yapı stokunu kolektif olarak belgelemek olan bir açık çağrı yayınlandı ve ‘yüzlerce konuttan oluşan âtıl siteler, terk edilmiş üretim yerleşkeleri ve lojmanlar, kısmen ya da tamamı boş gökdelenler, oteller, okullar, hastaneler, restoranlar ve sosyal tesislerden oluşan bir arşiv’ oluşmaya başladı. Ekip açık çağrının çıkış noktasını “İnşaatın mekânsal ihtiyaçlar için değil ekonomik döngülerin devamlılığı için yapıldığı bir ortamda, yeni yapılar yapmak yerine kullanılmayanları dönüştürmek önceliğimiz olmak zorunda” sözleriyle ifade etmişti.

Projenin ilk basın toplantısı ise, 5 Nisan tarihinde İPA (İstanbul Planlama Ajansı) Kampüs Florya’nın, yine SO? Mimarlık tarafından restore edilen Havuz alanında gerçekleşti.

Bu buluşmada Mimarlığın Çuval Teorisi için bir sunuş yapıldı. 12 başlıkta ele alınan manifestonun ilk başlığı olan Hikâye’de ortaya atılan soru ve sunulan önerme özet niteliğinde şöyleydi: “Yapı; dönüşümlerin, bilinmezliğin ve dağınıklığın hayat hikâyesini içinde tutan bir kutu, bir çuval ya da bir havuz olabilir mi? Böyle tanımladığımızda mevcut yapılar, dönüşümün başladığı yerin ta kendisi olur ve mimarlık, gelişebilmek için boş parsellere muhtaç olmaz.” Bu tam da bugün mimari, kent ve yaşam bağlamında tartıştığımız pek çok mesele için çok büyük bir düşünme alanı açıyor. Manifestonun diğer başlıkları ise Hikaye / Teori / Bağımlılık, Hayaletler / Entropi / Son Kullanma Tarihi / Neden Yıkıyoruz / Olay Yeri İnceleme / Concrescere / Tamir Dükkanı / Venedik Tüzüğü / Dönüştürülmüş / Mevcuttan  Öğrenmek / Test Sürüşü / Dönüştürenler / Havuz olarak açıklandı.

Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi, Ursula K. Le Guin’in teorisinin mimarlıktaki izlerini sürüyor. Küratörler tarafından bu iz sürme şu şekilde sunuluyor: “İçinde bulunduğumuz kriz döneminde mimarlık da diğer pratikler gibi köklü bir değişim geçirmek zorunda. Her ne kadar Le Guin’in düşü gerçek olmaya yaklaşmış, mızraklarıyla mamut avlayanlar yerine buğday tanelerini çuvallarına dolduranlar mağara duvarlarında temsil edilmeye başlamışsa da, mimarlar olarak devraldığımız imgelerdeki, katılaşmış güzellik ve işlevsellik algılarımızdaki bu radikal dönüşüme hazır mıyız? Bu dönüşüme heybetli, başarılı örnekler yerine terk edilmiş yapıların öykülerini dinleyerek başlasak nasıl olurdu?”

Pavyona yerleşecek sergi ‘var olan yapıları dönüştürmek üzerine. Türkiye’nin dört bir yanındaki terk edilmiş yapıları belgelemeye yönelik yaptığımız açık çağrıyla elde edilen kolektif araştırmanın sonuçlarını gözler önüne seriyor, teorinin güncel mimari uygulamalarda nasıl yansımaları olabileceğini de ortaya koyuyor’. Küratörlerden Oral Göktaş, daha önce ArtDog İstanbul’da yayımlanan söyleşisinde, serginin ikili kurgusuna dikkat çekiyor ve bu kurguyu şöyle açıklıyor: “Mimar olmayan ya da pavyonda kısa vakit geçirecek ziyaretçiler için daha hızlı ve kolay algılanabilecek Hayalet Hikâyeleri; mimarlar ya da pavyona daha uzun zaman ayırabilecekler içinse Mimarlığın Çuval Teorisi. İkinci kısım, aynı zamanda bu çok gerçek ama karanlık tabloyu, kentlerin geleceği için birer umut deposuna dönüştürdüğümüz renkli parçası olacak serginin.”

***18. Venedik Mimarlık Bienali, 20 Mayıs-26 Kasım tarihleri arasında düzenleniyor. Bienalde ana serginin yanı sıra Arsenale, Giardini ve şehrin farklı mekânlarında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 63 ülkenin sergileri yer alıyor.

Previous Story

Yeni Yüzyılı Düşünmek

Next Story

Alkışlar Beyhan Murphy’ye

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.