Geçmişten Yarına Seslenen İki Ses - ArtDog Istanbul
Hatice Utkan, Kâinat, 2023

Geçmişten Yarına Seslenen İki Ses

Eda Soylu ve Hatice Utkan’ın Barın Han’daki sergisi Balığın Karnında, şiir ve görsel sanatlar arasında kurduğu çok katmanlı bağla, izleyiciyi zanaat ile sanat, geçmiş ile bugün arasında şiirsel bir yolculuğa davet ediyor.

//

Eda Soylu ve Hatice Utkan’ın düalite olarak kurgulanan Balığın Karnında sergileri 8 Mayıs’ta Barın Han’da açıldı. Şiir ve görsel sanatlar arasında çok katmanlı bir örgü ile oluşturulan anlatı zihin, beden, ruh ve varlık gibi çeşitli felsefi kavramlar ve yazı geleneği ile armonik bir yapı ile kurgulanıyor. Barın Han’ın tarihsel belleğiyle bütünleşen yerleştirmeler, Eda Soylu’nun görsel eserleri ve Hatice Utkan’ın yazınsal yapıtlarıyla da bir araya gelerek çok sesli bir bakış sunuyor ve birbirinden farklı disiplinlerde üretilen yapıtlarla zanaat ve sanat arasında da akışkan bir köprü oluyor. Eda Soylu ve Hatice Utkan’ın Balığın Karnında sergisi geçmiş ve bugün arasında sözcükler ve imgelerle ortak titreşimleri bir araya getiriyor. Sergi 14 Haziran’a kadar Barın Han’da izlenebilir.

Balığın Karnında sergisi, görselliğin çizgisini, şiirin ritmini ve zanaatın izini bir arada sunuyor. Bu sergi ile geleneksel ve çağdaş olanı hem bedensel hem düşünsel bir alan olarak nasıl yeniden tarif ediyorsunuz? 

Eda Soylu: Sanatı bütün olarak ele alabilmek arzusu var içimde, sanatı bir yaşama biçimi olarak görme öğretisi de diyebiliriz buna. Enine boyuna, daimi bir genişleme halinden bahsediyorum. Üretim pratiğimi bu genişlemeye tanıklık etmek olarak tanımlayabilirim. Tanıklık etmek, aracı olmak. Bu yaklaşım, şiiri sanattan, sanatı zanaattan, gelenekseli çağdaştan ayrı düşünebileceğim bir ele alma biçimi değil. Bütünsel, bütüncül, bütünleyici, bir aradalığın temel alındığı bir tavır. Bir orkestra misali, çok sesliliğin ahenginin peşinde olduğum bir arayış. Doğadan feyz almadan böyle bir yolda yürünmez elbette. Şeylerin bir araya gelişi, her şeyin aynı anda titreşmesi, çoklu halin ve bir olma halinin tam ve bütünlüğü. Bu bağlamda tanımlama yaparak şeyleri birbirinden ayırmayı ve sınırlandırmayı üretime, üretimden çıkacak olanın potansiyeline haksızlık etmek olarak görüyorum. Şiir ne ola ki? Şiir her şey. Şiir her yerde ve her şeye nüfuz etmiş halde. Önce şiir, ardından sanat. Şairlerin en yücesi doğada gizli yahut doğada en aşikâr. Şiir anda olan, sanat onun vuku bulmuş hali. Bu alanı oluştururken hep buralarda gezindik, bu düşüncelerden ilhamla hareket ettik.

Yazı ve nesne, şiir ve görüntü gibi kavramsal karşılaşmalarda sanatın ve edebiyatın keskin sınırları silindi ve yeniden çizildi. Disiplinler arası üretim giderek yaygınlaşırken, siz bu üretim biçimini nasıl çok sesli, estetik ya da varoluşsal bir imkâna dönüştürüyorsunuz?

Hatice Utkan Özden: Yazının, şiirin geleneksel ve çağdaş sanatlarla birlikte sunulması şiiri ya da yazıyı yazan kişi için bir tür var oluş konusu. Yazarken ne düşünüyoruz, nasıl yazıyoruz gibi konular aslında yazı disiplinini de şekillendiriyor. Roman yazımı, senaryo yazımı, şiir yazımı çok farklı alanlar. Aslında şiir kitapta okunan ve basılmış bir ifade yöntemiyken bir anda bambaşka şekilde önümüze çıkıyor. Daha da güzeli, bir şekilde geleneksel sanatlar ve zanaatla birleşerek yeni bir söylem kazanıyor. Ben bir yazar olarak şiirin görüntüyle birleşme fikrini seviyorum. Daha önce de Poetry To Go Along With Artworks adlı şiir kitabımda şiirlerim ve yanlarında o şiire eşlik eden sanat eserleri vardı. Şimdi, bu üretimlere Eda ile bir şeyler ekleyebilmek, Eda’nın eserleriyle şiirlerin birleşmesi ve daha da önemlisi, bu üretimlere zanaatların de eklenmesi çok sesli ve estetik bir alan yaratıyor.

Eda Soylu, “Sessizliğe Katılmak” serisinden, #3, 2023, Kâğıt üstüne guaj boya

Emin Barın’ın yazı ve görsellik geleneğine sergide bir tür yeraltı nehri gibi destekleyici bir gönderme var. Bu köklü geçmişle kurulmuş ilişki sizin için nasıl bir yol gösterici oldu? Geçmişin anlatısından yola çıkarsak yarına nasıl bir aktarım var? 

E.S.: Bu sergiye hazırlanırken hat sanatı ile ilgili geniş bir okuma yaptım. Bu okumanın iki amacı vardı. Birincisi köklerimiz bize ne diyor, geçmişten hangi öğretileri bugüne hangi formda aktarabiliriz bunu keşfetmek. İkincisi, Emin Barın’ın yakın sanat tarihimizde tuttuğu çok önemli bir alan var bu alanı enine boyuna anlamak. Emin Barın, tabiri caizse “eski” ve “yeni” arasında bir köprü görevi görüyor ve aslen denge sağlıyor. Bu denge çok önemli. Kadim olandan feyz alıp, yüzünü çağdaş olana dönmek ve bu ikisinden ortaya çıkan şahane eserler. Bir de elbette Barın Han’ın temsil ettiği bir aradalık kavramı var. Biz Hatice’yle bundan dokuz ay önce bu yola çıktık ve birkaç hafta geçmeden gördük ki biz aslında tam da bu kavramlar arasında bir gezinti halindeyiz. Bu da bizi direkt olarak Barın Han ile hizaladı. Bu sergiyi burada yapma zorunluluğumuz doğdu.

Eda Soylu: Emin Barın’ın Öğretilerinden Hep Destek Aldık

Sergide görsel ve dokunsal bir sanatçı olarak üretimlerinizin kavramsal ve formal sürecinden söz eder misiniz? Hangi disiplinlerde üretimler ile anlatı gerçekleştirildi?

2020 yılından beri üretimlerimde bir içe dönüş var. Dışarıdaki sesleri kısıp içerideki sesi duymaya odaklı bir hal. Buradan koca bir dünya doğdu. Çok sesli olduğunu bildiğim, gördüğüm ama harmonik duyduğum bir dünya.

Eserlerinizde zamanın katmanlarına yayılmış zanaat tekniklerini sıklıkla görüyoruz. Mozaik, bakır, ebru gibi tekniklerle şiiri birlikte düşünmek sizin için ne anlama geliyor?

Zanaatların hepsinin, buna şiir yazımını da dahil ederek söylüyorum, zaman ile büyülü bir ilişkisi var. Hepsi bir yandan tüm zamanları içinde barındırıyor ve aslında o an’a dair ve o anda oluyor, bir yandan da müthiş zaman alıyor, “tekrar tekrar”lıktan oluşuyor. Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı kitabında şöyle bir halden bahseder: “Şirazlı, Heratlı eski üstatlar Allah’ın istediği ve gördüğü hakiki bir at resmi çizebilmek için nakkaşın elli yıl hiç durmadan at çizmesi gerektiğini söyler ve zaten en iyi at resminin karanlıkta çizileceğini eklerlerdi. Çünkü elli yılda gerçek nakkaş çalışa çalışa kör olur ve eli çizdiği atı ezberler.” Bu bir sabır öğretisidir. Kendi yoluna, özünün götürdüğü yola biattır ve müthiş bir dirayettir. Hepsi, mozaik, bakır ebru, şiir ve daha niceleri bu dirayetten ve sonsuz güvenden türer.

Barın Han’ın üç katına yayılan yerleştirmelerinizde mekânla kurduğunuz ilişki neydi? Bu mekandaki kurgunuz şiirsel üretimle nasıl bir balans içinde gelişti?

Sergiyi Emin Barın’ın sergi alanından girerek, feyz aldığımız alanlara ve onurlandırmak istediklerimize bir ‘merhaba’ diyerek gezmeye başlıyoruz. Bu ‘merhaba’ önemli. Hatice’nin uzun yıllara yayılan bir yazar ve şair kimliği, benim de aynı şekilde bir sanatçı kimliğim var. Bu kimlikler birbirine örüldü, ilk andan beri bu örülme hali vardı, kendiliğinden gelişti ve zaman geçtikçe, birlikte zaman geçirdikçe derinleşti, genişledi. Birlikte yola çıkmaya ikimizin de temellenmeyi seçtiği ve bu vesileyle de birbirimize hizalandığımız “denge” kavramından başladığımız için, sergiye dair tüm arayışlarımız, tüm keşiflerimiz denge temelli oldu. Emin Barın’ın öğretilerinden hep destek aldık.

Son olarak Hatice Utkan’ın şiirleriyle kurduğunuz karşılıklı üretim sürecinde, görsel dile dönerken en çok hangi kavramlar size eşlik etti?

Hatice’nin şiirlerinin dairesel bir yapısı var. Dizeler, şiirler ve şiir kitapları kendi içinde dairesel bir yapı sergiliyor ve hepsi her zaman tamamlanıyor ve hepsi her an tam ve bütün. Şiirlerinin ucu açık değil, şiirler uçsuz bucaksız, derinine doğru genişleyen şiirler. Hatice’nin şiirlerini okurken biraz oyunsu, biraz naif, biraz da keşif meraklısı bir yerlerde geziniyorum. Aynı oyunsuluğu, naifliği ve merakı üretimlerimi yaparken deneyimliyorum. Hatice’nin okuyucuya alan tanıdığı bir gezinti hali var şiirlerinde, zaman kavramını an öğretisi üzerinden ele alış. Benzer bir gezintiyi son beş yıldır yaptığım üretimleri handa bir araya getirirken yaşadım. Ne nerede başlamıştı, kim önceydi kim sonraydı, bunun bir önemi var mıydı, her oda aynı bilgiyi sunuyor mu, o bilgi oda oda gezdikçe genişliyor mu buralardayım. Bu hal, üretim esnasında da hep oluyor. Ama tabii bu kadar farklı malzemeyi ve ele alım biçimini bir araya getirip mekâna yerleştiğimdeki hissi bambaşka oldu. Geri çekilip baktığımda, çok sesliliğin kendi içinde bir ahenge sahip olabildiğini gördüm.

Eda Soylu ve Hatice Utkan. Fotoğraf: Utku Atalay

Hatice Utkan Özden: Çağdaş Şiir Zaten Kendi Başına Bir Eser

Şiirin tarih boyunca hem söze hem de sessizliğe yakın bir edebiyat alanı olduğu düşünüldüğünde, görsel sanatlarla kurduğunuz bu temas şiiri hangi mecralara taşıdı?

Çağdaş şiir yazan birisi olarak şiirin sadece estetik ya da söylemde güzel olma derdinin olduğunu düşünmüyorum. Şiir şairin keşfidir, bu keşif bazen topluma dair, bazen yaşadığı yere göre şekillenen ve değişen, başkalaşan bir alan. Kendi tarihimize ve kültürümüze baktığımızda, şiirin ilimle birleştiğini görüyoruz. Eski alimlerin kitaplarının şiirsellikle ve sembollerle dolu olduğunu görüyoruz. Diğer yandan, şiirlerde ilim ve bilginin olduğunu keşfediyoruz. Bu bağlamdan ele alınca şiirin yine farklı sanatlarla birleştiğini ve temas kurduğunu görmek mümkün.

Şiirsel dili bir sergi mekânına yerleştirmek, ona maddesel bir varlık kazandırmak nasıl bir yazma süreci gerektirdi? Şiir artık sadece okunur değil, yaşanır ve hatta dolaşılır bir şey hâline geliyor.

Çağdaş şiir zaten kendi başına bir eser. Kavramı, duruşu ve fikri var. Deneyimlenebilir, görselliğe dökülebilir ve plastik sanatlarla birleşebilir bir disiplin. Çağdaş şiirin dili bir tür deneyim alanı oldu aynı zamanda. Şiir birçok alanda karşımıza çıkıyor. Önemli olan şiirin anlamını yitirmemesi ve içinin boşalmaması. Bu bağlamda da şiiri deneyimlemek anlam kazanıyor. Şiirler sergide videolar, heykeller ve resimle yeniden anlam buluyor.

Balığın Karnında serginizde şiir, bir tür hafıza taşıyıcısı gibi duruyor. Beden, zihin, ruh ve varlık kavramları üzerinden yazarken aynı zamanda sesi ile katkıda bulunan ve şiirlerinizi seslendiren farklı alanlardan sanatçı ve kişilerin de katkıları ile bu şiirler seslenmeye, duyulmaya başladı. Bu süreçten söz eder misiniz?

Şiirin ruha, akla ve insanın var oluşuna hizmet ettiğine inanıyorum. Bu nedenle şiiri seslendiren sanatçılar, şiir için video üreten sanatçılar, şiirleri bakır levhalara yazan sanatçılarla çalıştık. Şiiri deneyimlenebilir ve farklı bağlamlarda ve ifade alanlarında izleyiciyle ve okurla buluşturabilir bir düzenle düşündük. Bu bağlamda benim yazdıklarım da derinlik kazandı. Bir şiiri okumak ve dinlemek arasında algısal olarak farklılıklar var ve bu aslında şiirin var oluşuna da katkıda bulunuyor. Sürecimiz hep deneyimleyerek gelişti.

Şiirle temasınız eserlerinizde hangi dönüşümleri tetikledi? Görselliğin içine şiiri örmek nasıl bir bedensel ya da zihinsel üretim süreci yarattı?

Benim şiirimin bu sergide eserlerle teması aslında Eda’nın eserleri aracılığı ile oldu. Bu konuyu çok düşündük. Nerede, ne nasıl ve neden sergilenmeli sorusunu sorduk. Şiiri de bir eser olarak ele aldık. Ben de yazıyı ve şiiri görsellikle birlikte düşünmek yerine, yine yazıdaki kavramlarla, o şiirdeki fikirle düşündüm. Eda’da eserlerdeki kavramları da şiirle düşündük.

ArtDog Istanbul 28. Sayı100,00250,00Mayıs – Haziran 2025

28. Sayı şimdi basılı ve dijital versiyonuyla satışta!

ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.

Basılı dergi siparişiniz 1-5 iş günü içerisinde adresinize teslim edilir. Dijital sayı siparişiniz ise e-posta adresinize PDF olarak gönderilir.

Başarılı

Previous Story

Aslı Arıkan Dayıoğlu’ndan “Sonsuz Döngü – NAVİN”

Next Story

Venedik Bienali, Koyo Kouoh’un Vizyonuyla Gerçekleşecek

0 0,00