Baran Kurtoğlu’nun sergisi geçmiş ve bugün arasındaki ince köprüleri, zamansallıkları, oluşları gündemine alıyor. Disiplinler arası bir üretim ile şekillenen sergi, umut ya da umutsuzluk arasında hicivli bir yaklaşım sunarken güncel politizm ve maruz kalınan toplumsal müdahalelerin altını çizmekten de geri durmuyor. Baran Kurtoğlu’nun Harika Bir Gün Bekleme sergisi, Antalya den art’ta sergilendi.
den art’taki ilk kişisel serginiz Harika Bir Gün Bekleme, nasıl bir kavramsal çerçeve ve disiplinler arası bağlamda kurgulandı?
İçinde bulunduğumuz çağ, bireylerin çevreleriyle, toplumla, bilgi ve kavramlarla, müdahalelerle, baskılarla sürekli bir ilişki içinde olmasını arzuluyor fakat bu ilişkilerinde de kontrollü şekilde kalmalarını istiyor. Ama birey açısından bu saydıklarım doğrultusunda sürekli bir akıştan veya etkileşimden bahsetmek de mümkün değil. Kopmaların, zıtlaşmaların, tavırların olduğu birçok denklemden ve hatta bunlar üzerinden bireyin varoluşunu sorguladığı düşünce eylemlerinden söz edebiliriz. Sergide de bu bahsettiğim muğlaklık, baskı, düşünceler, belki de bazen kendi kendimizi bıraktığımız düşünce sistemleri ve akımlar üzerinden maruz kaldığımız etkilerle bir bakış sunmaya çalıştım. Tuval üzerine resimler, yamalı ve buluntu kağıtlar, geçirgen tekstil malzemeleri, video enstalasyon ve mekâna müdahalenin olduğu birçok farklı ifade biçimini bir arada görebiliyoruz.
Serginin ismindeki ironik ve kontrast öneri hali nasıl bir anlatı ile buluşuyor, eserler bu başlık altında nasıl bütünleşiyor?
Serginin isminde umut vaat ederken son kelimeyle umutsuzluğa düşürmek ya da yine bir baskı yaratmak istedim. Çünkü yaşantılarımızda ve toplumlarda bu kadar ‘gerçek nedenler’ varken hâlâ bir yandan mutluluğu, yaşam tarzını, duruşu ya da mutsuzluğu, yalnızlığı, dramayı sadece kendini vicdanen rahatlatmak için satmaya çalışan birçok kişi veya gruplarla da karşılaşıyoruz. Günümüzde birçok düşünceyi hazır halde bulabiliyoruz ve kişilerin de o düşünceleri kendi düşünceleri gibi özümsemesi hali sık rastlanan bir durum. Kişilerde bu içkinleşme halini izlemek, tanıklık etmek ve sürecini görmek bana hâlâ çok tuhaf geliyor. Bireylerde sürekli bir uyumlanma çabasından ve buna karşı kopmalardan da bahsetmek mümkün ve bu kopmaları da oldukça önemli buluyorum.
Sergi sizin geçmiş ve yarın arasındaki geçiş köprünüzde “bugün”ü nasıl algıladığınız ve yorumladığınızla ilgili bir yönü de içeriyor. Bu zaman köprüsünü nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Bugünün içinde var olmayı, bir eylemde bulunma hali olarak nitelendirebilirim. Geçmişle bugünü düşündüğümde; her şeyin sonsuz bir süre içerisinde fakat potansiyel algımıza göre yaşamda kalmaya yönelik bir var olma çabasıyla olduğunu düşünüyorum. Bu var olma çabasında da büyük oranda duygularımızla şekilleniyoruz. İlgi duyduğumuz, yakınlık hissettiğimiz alanlara yöneliyoruz veya tercihlerde bulunuyoruz. Bu çocukluktan itibaren dünyayı algılayış biçimimizle şekilleniyor. Bize gösterilenler, bize sunulanlar, bize söylenenler kadar düşünebiliyoruz. Ben bu sürecin sistematik olarak sınırlandırıldığını, şekillendirildiğini ve baskılandığını düşünüyorum ve bu müdahalelerin çoğunu politik buluyorum. Politik müdahaleler daha çok duygulara yönelik oluyor. Denetim mekanizmaları, bireylerin toplum içerisinde kümelere ayrılması, algılarla bir yöne çekilmesi gibi birçok örnek var. Bugünün içerisindeki varoluş biçimimiz geçmişle karşılaşma anlarımızdan oluşur ve bu karşılaşmalar sarsıcıdır.
Bugünün güncel yaşam mücadelesinden söz ederken konuları politizm ve sezgisellik potasında bir dualite içinde sunuyorsunuz. Bu açıdan buradaki bireysel ve toplumsal odak nasıl kurgulandı?
Aslında serginin odağında bireyler üzerinden bir baskı, yönlendirme, hazır düşüncelere sahip olma gibi kurgular var. Bu kurgu toplumsal olarak da herhangi bir çıkış ya da çözüm sunmuyor. İçerisinde geleceğe dair düşünce barındırmayan umutsuz bir kurgu. Yaşanılan, yaşanmakta olan ve bugünün içerisinden esaret halinde oluşumuzun tanıklığını barındırıyor.
Bireyler barındırılan coşkulara, korkulara, bireysel ilişkilere ve gerilimlere bugünün içerisinden bakabiliyor. Başka bir zamandan bakmaya çalışılırsa orada bir kopukluk oluşmaya başlıyor. O yüzden gelecek merkezli bir düşünceden bakmak iyi niyet barındırabilir. Fakat günümüzde toplumda bazı kesimlerde şöyle de bir algı var, “sürekli iyi olana yönelme, bireysel şifalanma ya da toplumsal uyanış” gibi. Burada bir iyi niyet arayamıyorum, aksine vicdan rahatlığını sağlamaya çalışmak durumu daha da ağırlaştırıyor.
Peki, geçmişten bağımsız, yarından uzak ve bugünün anılarını, karşılaşmalarını sentezleyen eserleriniz tanıklıklar, aşinalıklar, anlar arasında görünmez bağlar ile örülüyor. Tanıklıklar ve örüntüler arasında köklerinin olduğu kentte hem yaşayıp hem de Antalya’daki den art’ta bu kavramlar ışığında sergi yapmak nasıl bir deneyim oluşturdu?
İstanbul’dan 2016 yılında, aslında biraz da sanat ortamında tanık olduğum şeylerle Antalya’ya döndüm. O zamanki bakış açım çok farklıydı. Kentlerden kentlere maruz kaldığımız şeyler doğrultusunda düşüncelerimiz değişiyor muhakkak. Burada den art’ta bu sergiyi gerçekleştirmek ve izleyiciyle diyalog kurmak çok daha farklı perspektifler yarattı benim için.
“VASAT DÜNYA VASAT SANAT” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Maurizio Cattelan, İsimsiz, 2001
Kapak Uygulaması: Burcu Ocak