İki yıl kadar önce telefonum çaldı. O sesi tanımamak mümkün değil. “Dilekçen elimde… Ben de aynı nehirde yüzdüm,” dedi. Söze böyle başladı. O andan itibaren Anadolu’daki nehirlere tüzel kişilik kazandırmak için hazırladığımız kanun teklifine birlikte omuz verdik. Nehirleri yalnızca coğrafi oluşumlar değil, birer hukuki ve ahlaki özne olarak düşünmenin imkânlarını tartıştık.
18 Mart’ta, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış oturumunda, o teklifin sözcüsüydü. O an, bir nehrin ilk kez bir yasama kürsüsünden kendini anlatması gibiydi. Gölgesini büyütmeden, sesiyle başka varlıkların sesine alan açarak konuştu. Çünkü o, yalnızca bir vekil değil, akışa kulak veren bir hayat sürmüştü.
Sırrı Süreyya Önder, Bir Nehir Gibi Aktı
Sırrı Süreyya Önder’in yaşamı, doğrusal değil, mecrasını zamanla değiştiren, kimi zaman genişleyen kimi zaman daralan bir nehir gibiydi. Dar geçitlerden, taşkınlardan, sedir altlarından geçti. Söylediğiyle susuşu, güldüğüyle iç çekişi hep yan yana durdu. Siyaseti sadece temsil değil, bir anlatı ve yüzleşme alanı olarak gören çok az kişiden biriydi. Kendisini değil, başkalarını merkeze alan nadir seslerden. Onunla birlikte geçen bu iki yılda, sadece yasa metinlerini değil, hayatın detaylarını da konuştuk. Kahtalı Mıçe’den Haluk Sağlamtimur’un arkeolojik notlarına, Nuri Bilge Ceylan’ın cezaevi ziyaretlerinden kalp ağrılarına, sütlü tatlılardan nehir boyunca ilerlediği bir romanına kadar pek çok kıyıdan geçtik. O, hayatı bir bütün olarak duyumsayan, gündelikle metafiziği bir arada taşıyan biriydi.
Hastanedeki yoğun bakım günlerinde, kapısında bekleyen yüzlerce insan vardı. Kimileri tanıdığı, kimileri sadece uzaktan izlediği ama kendini yakın hissettiği insanlardı. Şimdi ise milyonlar, bu erken vedayla içlerinde ortak bir boşluk taşıyor. Ama aynı zamanda onun sesiyle temas etmiş olmanın hafifliğini, bazen de ağırlığını hissediyor.
Sırrı Süreyya Önder, bir nehir gibi aktı bu hayattan. Kimi yerde coşkulu, kimi yerde usul, ama her yerinde berrak… Hep kendi yatağında, kimseye benzemeyen bir akışta. Onun sesi şimdi, suskun kıyılarda çınlıyor. Ve bize düşen, o sesin yankısını kaybetmeden yürümek. Nehirlere verdiğimiz sözü tutacağım ağabey…