Boğaz’ın en dar noktasındaki Anadolu Hisarı, İBB Miras restorasyon çalışmalarını Nisan’da tamamlandığından bu yana birçok etkinliğe ev sahipliği yaptı. Müzeye dönüştürülüp ziyarete açılan yapıda söyleşi, tiyatro gösterimi ve konserler düzenleniyor. Binlerce kişinin katıldığı etkinlikler, Hisar’ın tarihi dokusu altında ziyaretçilere gerçek İstanbul’u yaşatıyor. Kısa sürede şehrin önemli kültür-sanat noktalarından biri haline gelen Hisar’da 4 bin 438 katılımcıyla toplam 16 konser, 350 katılımcıyla bir söyleşi, 335 katılımcıyla bir tiyatro gösterisi gerçekleştirildi. Bugüne dek toplam 18 etkinliğin yapıldığı Hisar’ın tarihi dokusunu, 5 bin 123 ziyaretçi hissetmiş oldu. Yeni gösterilerin ise mevsimin açık hava etkinliklerine uygun olduğu Mayıs ayında başlaması bekleniyor. Yıldırım Bayezid tarafından 1300’lü yılların sonunda yaptırılan Anadolu Hisarı’nın geçirdiği değişimi ve restorasyon sürecini İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Oktay Özel’e sorduk.
Hisarın restorasyonu sırasında yapılan çalışmaları sizden dinlemek isteriz. Neler yapıldı, süreç nasıldı?
İBB Miras’ın diğer restorasyon çalışmalarında olduğu gibi Anadolu Hisarı’nda da öncelikle bir bilim heyetiyle yola çıktık. Prof. Dr. Füsun Alioğlu ve Prof. Dr. Feridun Çılı’dan oluşan Bilim Kurulu onaylı proje doğrultusunda, evrensel koruma ilkelerini gözeten bir restorasyon süreci tasarladık.
Anadolu Hisarı, İstanbul’un fethindeki stratejik rolünün yanı sıra şehirdeki ilk Türk kalesi ve en eski Türk yapısı olması sebebiyle de tarihsel ve kültürel öneme sahip. Büyük fethin önünü açmış, yüzlerce yıllık tarihiyle şehrin dönüşümüne tanıklık etmiş anıtsal bir yapıya dokunmak bizim için büyük bir heyecan kaynağı, bir o kadar da büyük bir sorumluluk… Düşünsenize, şehrin siluetinde yer almış, hafızasında önemli izler bırakan bir eser size emanet ve siz o eseri kusursuz bir şekilde geleceğe aktarmak durumundasınız… Bu sorumluluğun bilinciyle hepimiz büyük bir titizlik göstererek süreçte ilerledik. Anadolu Hisarı’nda şu ana kadar herhangi bir kapsamlı restorasyon yapılmaması nedeniyle yapı genel itibariyle dezavantajlı bir durumda olup tehlike arz ediyordu. Fakat bir yandan da herhangi bir müdahalede bulunulmadığı için yapının özgün taş dokusu, büyük oranda günümüze ulaşmış durumdaydı.
Diğer tüm İBB Miras restorasyonlarımızda olduğu gibi, özgün taş dokusunun ve duvar örgülerinin taşıdığı tüm izlerle geleceğe aktarmak için konservasyon çalışmalarımızı yürüttük. Yapıyı iç kısımda birbirine bağlayan ahşap hatıl ve hatıl boşlukları tamamen çürümüş haldeydi, bu kısımlarda da yapıyı güçlendirme amaçlı müdahalelerimizi gerçekleştirdik. Bir diğer müdahalemiz ise Hisar’ın özgün kotunu ortaya çıkarmamız ve buradan kazandığımız edinimler oldu. Özgün kota ulaşmamızla birlikte, burada çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bir amfi alanı kazanmış olduk. Aynı zamanda hisarpeçe kısmındaki hisarın oturduğu ihtişamlı kayaç zemin de ortaya çıktı. Kapsamlı restorasyon ve konservasyon çalışmalarımızın sonunda, ne mutlu ki Anadolu Hisarı’nı, büyük fethin 570’inci, Cumhuriyet’in ise 100’üncü yılında İstanbullulara açma şansına sahip olduk.
Anadolu Hisarı’nın Taş ve Tuğlaları Taşıyıcılığını Kaybetmişti
Çalışmalar sırasında zorlandığınız noktalar oldu mu?
2021 yılının Nisan ayında Anadolu Hisarı’nı yakınındaki Namazgâh’la birlikte kapsamlı bir restorasyon sürecine aldığımızda, karşılaştığımız kritik durumlar söz konusuydu. Yaşanan İstanbul depremlerinde sıklıkla çatlaklar oluşmuş, Hisar’ın belli bir kısmı çökmüş, yıkılmıştı… Özellikle Baş Kule’nin beklenen İstanbul depremine verebileceği hasara ilişkin bir modelleme yaptık, ciddi bir risk ortaya çıktı. Söz konusu bir depremde ağır bir hasar alabilirdi… 1990’lı yıllarda Hisar’da kısmi olarak iyi niyetli bir restorasyon çalışması yapılmış, ancak yapıdaki çatlaklar çimentolu harçlarla doldurulmuştu. Bu çimentolu malzemenin özellikle tarihî yapılara yoğun olumsuz etkisi var. Çimento tuzlu bir malzeme olduğu için yağmurun da etkisiyle yavaş yavaş taşın ve tuğlanın içine geçiyor ve taşlarda bozulmalar başlıyor. Bu sebeple o taş ya da tuğla zamanla taşıyıcılığını kaybetmiş oluyor. Harçlar dayanıksız hale gelip yapı için bir tehdit oluşturuyor… Dolayısıyla öncelikle yapının hasarlarını tespit etmek ve doğru güçlendirme yöntemlerini belirlemek için analizler yaptık ve ilk etapta Baş Kule’de ivedilikle güçlendirme çalışmalarına başladık. Bununla paralel çimentolu malzemeyi hızla Hisar’dan uzaklaştırdık; yapının içindeki özgün harca ulaşmak için laboratuvar sürecine başvurduk. Böylece harcın içindeki malzemelerin, laboratuvardaki uzmanlar tarafından tespit edilmesini ve o dokuya uygun, özgün uygulamaların gerçekleştirilmesini sağladık.
Restorasyonda öne çıkan uygulamalardan bir diğeri ise seğirdim yollarının İstanbullulara açılmasını sağlayan düzenlemelerin uygulanması oldu. Bu sayede uzun bir aradan sonra ilk kez kamu kullanımına açılan Baş Kule’deki seğirdim yolları, ziyaretçilere hem yepyeni bir Hisar deneyimi yaşatıyor hem de tarihî alanın Boğaz’a nazır manzarasını izleme keyfi sunuyor. Çalışmalar kapsamında yürütülen çevre ve meydan düzenlemeleri ise Anadolu Hisarı’nın Göksu Deresi’yle bütünleşmesini sağlayarak bölgede gereksinim duyulan kamusal bir alana hayat verdi.
Anadolu Hisarı restorasyonu son dönemde yapılan restorasyon çalışmaları arasında iyi bir örnek teşkil ediyor mu? Diğerlerinden farkı nedir?
Anadolu Hisarı’nda da diğer anıtsal yapılarda benimsediğimiz “müze kent yaklaşımı”nı benimsedik. Temel ilkelerimizden biri, yapının yüzlerce yıllık tanıklığından izler barındıran “harabe estetiği”ni korumak oldu. İstanbul’da İBB Miras tarafından yürütülen hiçbir restorasyonda, bittikten sonra girdiğinizde tertemiz, dümdüz yüzeyler göremezsiniz. Bu Türkiye’nin alışmış olduğu bir restorasyon yaklaşımı değildi. Ama biz harabe estetiği kavramını çok önemsiyoruz. Yapıların hafızalarıyla kalmasını ama yapı fiziğinin de olası tehditlere karşı iyileştirip güçlendirilmesini hedefliyoruz. Anadolu Hisarı’nda ortaya koyduğumuz restorasyon yaklaşımı da bu şekilde neticelendi. Restorasyon çalışmaları, tarihî dokuyla uyumlu minimum müdahale ile hayata geçirildi. Özgün doku ve elemanlar sadece bakım yapılarak korunurken zaman içinde tahribata uğrayan bölümler, geleneksel malzeme ve tekniklerle desteklenerek güçlendirildi. Dünya çapında örnek teşkil edecek bir restorasyon çalışmasına imza attık diyebilirim. Bu sürecin bir diğer önemli ayağı da söz konusu yapıyı yaşayan bir mekân olarak kent hayatına dâhil edebilmek ki bu da yine İBB Miras’ın benzer tüm işlerinde öne çıkan bir anlayış…
Hisar, restorasyonun ardından kültür-sanat etkinlikleri için önemli bir merkez haline geldi. Restorasyonu gerçekleştirirken mekânın bu şekilde kullanılması özelinde nasıl çalışmalar yürüttünüz?
Biz İstanbul’un binlerce yıllık kültürel mirasını temsil eden kültür varlıklarının restorasyon sonrası sadece “seyirlik” yapılar olarak kalmalarının hem onlara hem de şehre ve şehrin sakinlerine haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle yaşayarak yaşatmak vurgusunu yapıyoruz her defasında. Kültür varlıklarının bizimle, şehirle, günlük hayatla ilişkileri devam etmeli ki yeni tanıklıklarla hikâyelerini geleceğe taşıyabilsinler… Anadolu Hisarı’nda da bu yaklaşımı sergilemeye özen gösterdik. Tarihî yapı müze statüsünü korurken konserler, söyleşiler, farklı gösterimler ve kafesiyle 7’den 70’e hem mahalle sakinlerini hem de İstanbulluları kucaklayan bir yaşam alanı oldu. Ortaya bambaşka bir yaşam enerjisi çıktı.
Türkiye’de restorasyonun geldiği nokta hakkında ne düşünüyorsunuz? Çok kötü restorasyon örnekleriyle karşılaşabiliyoruz. Bu konuda bir denetleme ya da standart uygulanabilir mi?
Türkiye’de maalesef dönem dönem çeşitli restorasyon faciaları gündeme geliyor… Baş tacı etmemiz gereken benzersiz yapılarda bile bu türden örneklere rastlamak mümkün. Bir başka üzücü noktada yakın zamanda restorasyonu yapılmış olsa bile bir afet halinde o yapının ağır hasar görmesi, hatta kaybedilmesi… 6 Şubat depremlerinde özellikle Hatay – Antakya’da bunun örneklerini gördük ne yazık ki…
Bu noktada önleyici korumanın önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Kültürel miras alanları için hayati bir nitelik taşıyan önleyici korumaya aslında Türkiye’de pek de aşina değiliz. Oysa uluslararası koruma literatüründe sıklıkla bu kavrama vurgu yapılıyor. İBB Miras bu anlamda İstanbul için bir ilk örnek… Eğer önleyici koruma anlayışını çok daha eskiden şehirde hayata geçirebilseydik, tahribat geri dönülmez olmadan, ağır restorasyon müdahalelerine gerek kalmadan günlük ihtiyaçlara yanıt veren sürdürülebilir çalışmalarla pek çok yapının korunması sağlamış olurduk.
Biz, restorasyon sonrasında miras ekiplerimizce yapılacak küçük müdahalelerle yapıların çok daha uzun yıllar restorasyona ihtiyaç duymaksızın ayakta kalmalarını hedefliyoruz. Anadolu Hisarı’nda da İBB Miras ekipleri düzenli olarak yapıların bakımını üstlenecek. Büyük bir afet olmadıkça Hisar’ın uzun yıllar kapsamlı restorasyon ihtiyacı olmayacak. Bahsettiğimiz gibi bizim yol haritamız şöyle şekilleniyor: İlk andan fonksiyon verdiğimiz son noktaya kadar, restorasyon yaptığımız işlerin bütün aşamalarını belgeliyoruz. Hatta İstanbulluları “açık şantiye turlarıyla” davet edip onların da restorasyonu canlı olarak görmelerini sağlıyoruz. Bu sayede insanların doğru restorasyon yaklaşımı konusunda bilgi sahibi olmasını ve bu işin bir parçası olmalarını hedefliyoruz. Bu sayede kentin kullanıcılarıyla kültür varlıkları arasındaki aidiyet bağı da güçleniyor ve bir koruma farkındalığı, bilinci gelişiyor. Şehirde yaşayanların o şehrin kültürel mirasını sahiplenmeleri ilgili yapıların korunarak geleceğe aktarılmasında hayati bir önem taşıyor.
Anadolu Hisarı‘ndan Brugg’a bir göç öyküsü. Müze Gazhane’deki kişisel hikayelerden yola çıkarak, göçü yaşayan nesillerin imge dünyalarına ışık tutan “Ve Sonra Hayat Başladı” sergisine dair yazımız da ilginizi çekebilir.