Onur Fırat Fen’in Çağla Cabaoğlu Gallery’de düzenlenen Medeniyet Blokları başlıklı sergisi anıtsal monobloklar, rölyefler ve yüzey işleriyle, sanat ve felsefenin çarpıcı bir birleşimini sunuyor. Sanatçının çalışmalarında kozmik unsurları kullanması, izleyicileri heykelin somut sınırlarını aşan bir yolculuğa çıkmaya davet ediyor. Sergideki Medeniyet Blokları devasa birer monolitler ve büyüklükleriyle heybetliler ama üzerlerine titiz bir hassasiyetle işlenen yıldızlar gibi müdahaleler, heykellerin zeminlerinde parlıyor ve kozmik görüntüler yaratıyor. Bu sergi vesilesiyle Onur Fırat Fen ile konuştuk.
Öncelikle serginizin kavramsal çerçevesini ve bu çerçevenin oluşum sürecini anlatabilir misiniz?
Her şey 2016’da bir karar almamla başladı. O dönem büyük bir seri hazırlamak ve bazı ilkesel yönlerimin olmasını istiyordum. Bu aşamada bileşenleri yazılı olarak çıkardım ve her şeyden önce bunun tarih ve estetik temelli bir sergi olmasını istedim. Sergi ağırlıklı olarak heykellerden oluşacak ve malzemesi de ahşap olacaktı. Renk olarak da siyah bir seri istiyordum. Siyahın farklı tonlarını, farklı malzemeler ve materyaller ile deneyimleyen bir yol haritası oluşturdum. Anadolu’nun her tarafının tarihten izlerle donanmış olması ve benim Antalya’da okumuş olmam, tarihin izlerini sürebileceğim rotalar yarattı. Örneğin Fethiye- Antalya arasındaki güzergahın üzerinde 16-17 antik kent var ve ben çoğunu gezdim. Buralar bana kalıcılık ve kadim uygarlıklar hakkında çok şey kattı. Kalıcılık ve bunun taşınabilirliği, aidiyete dair heykelle ilgili bir anıt fikri oluşturmama neden oldu. Anıt geleneğinden geldiğim için de bunu hemen benimsedim. Bu seriye önce orta ölçek bir blokla başlamıştım ve blokların üzerine bazı kazımalar ve ağırlıklı olarak yıldızlar yaptım. Sanki yavaş yavaş onun neye ihtiyacı olduğunu keşfederek, bir arkeolog gibi kendi kendime bir kazı yapıyor ve bunları ortaya çıkartıyordum. Bu süreç, içsel yolculuğumla beraber başlamış oldu. Serinin en can alıcı ve en çok enerjimi harcadığım yeri, bu blokların zamansız olması için çok uğraşmış olmamdı. Çünkü onların hem tarihsel hem de bugüne ait olmalarını istiyorum.
Serginizdeki eserler heykeller, rölyefler ve yüzey işlerinden oluşan bir çoklu-anlatıma sahip. Bu bağlamda form ve kompozisyon özelliklerini nasıl açıklarsınız?
2016’dan bu yana geniş bir süreçte bunu işlediğim için önce bir-iki derken bloklar yan yan dizilmeye başlayınca bunun duvar versiyonlarını üretebilir miyim diye düşünmüştüm. Blokları bir rölyef etkisiyle duvara taşıyabilir miydim? Bu yaklaşım, çeşitliliğin ortaya çıkmasına vesile oldu. Kağıt işlerdeki gibi heykeltıraşlıkta da bir doku var ve bu doku bir el izi gibi çok karakteristiktir ve taklit edilemez. Ben yüzeyleri kontrast bir şekilde oluşturdum ve dokular, kazımalar böyle zenginleşti ve çeşitlendi. Öte yandan heykellerimin köşelerini ilk yuvarladığımda acaba bu benim taşıyabileceğim bir doku olabilir mi diye düşünüyordum. Böylece sanki bir derede yuvarlanmış bir taş gibi köşelerin yuvarlaklığını öyle yakaladım ve ortaya böyle bir biçim çıktı. Bunu yüzey işlerinde de görebiliyorsunuz. Biçim tamamen, ışığın bana ilettiği bir mesaj oldu. Yüzeylerdeki yumuşak ışığın hareket hali, günlük hayatta çok görmeyeceğiniz biçimlerdir. Ayrıca seri içerisinde o bloklar üç metreye ulaştı. Böylece blok halini bitirdim ve ardından blokların statik yapısını dönüştürmeye başladım. Kütlesellik, kuyruklu yıldızın ucuna doğru incelmeye ve konik bir hal almaya başladı. Böylece yüzey olarak başlayan serüven yontuya, yontudan sonra kütleye ve kütleye müdahalelere dönüştü.
Çalışmalarınızda kozmik unsurların oldukça önemli olduğu görülüyor. Bu unsurlara dair neler söylemek istersiniz?
Bu seride odaklandığım konu medeniyet ama herhangi bir medeniyet üzerine değil de onların ulaşamadığımız ve tanımlayamadığımız kaybolmuşluk hissiyatını ele almaya çalıştım. Bu kalıcılık ve kaybolmuşluk hali, yeniden bir medeniyet inşa etmeme vesile oldu. Buradaki kozmik unsurlar İnka, Mısır uygarlığı gibi birçok eski medeniyette var olan önemli bir olgu. Çünkü insanlar onları izlemişler ve onlarla ilişki kurmuşlar. Ben de bu kozmik unsurları yıldızlarla, kazımalar ve yazıtlarla ilişkilendirmeye çalıştım. Siyah üzerinde yıldızlar da farklı, ışıklar altında bambaşka görülüyor ve özünde karanlığın içinde bilinemez bir medeniyetin parçaları olarak yer alıyor. Gökyüzüne o günün insanlarının gözünden bakmaya çalışıyorum. Ayrıca yıldızın ışıkla olan ve siyahla olan ilişkisi ilgimi çekiyor. Tablet formundaki işlerin bazılarında yazılarla yıldızları birbirine yakın tuttum ve bazı bloklarda bunlar görülebilir. Kuyruklu Yıldız heykelimde olduğu gibi bazı kütleleri, bugünkü dünyanın dışında hayal ediyorum.
Bazı eserlerinizde bilinçli bir bozma ve/veya bozma ve yeniden inşa etme süreci görülüyor. Bu konuya dair neler belirtmek istersiniz?
Blokları birçok varyasyonla çeşitlendirdim ve farklı kompozisyonlarla sonlandırdım. Sonrasında artık bloklara müdahalelere başladım ve bir tür yaşanmışlık duygusu eklemeye başladım. Örneğin köşeleri yuvarlattığım gibi kırmaya da başladım ve bu kırılmalar, onlara bir derinlik verdi. Yani heykel bittiği anda tekrar onunla hesaplaşmaya başladım. İlk zamanlarda bitmiş bir heykele müdahale etmemiştim ama bu durumda iş tekrar başa dönüyor, tekrardan bir malzemeye, tekrardan bir üretime dönüşüyordu. Bunu kağıt işlerde de uyguluyorum. Bu daimi bir süreç ve biraz da kontrolsüz. Örneğin Karapınar heykelimde suyun akışı bir yerde bitiyor ve doğadaki nehir yataklarının kuruması gibi görünüyor. Kısaca bir heykel bittikten sonra tekrardan bir müdahalenin başlaması, beni çok heyecanlandırıyor. Bundan dolayı bu tip bozma eylemleri, bir tür sıçrama oldu benim için.
Çağımızda hikaye anlatan ve anlatmayan sanatçılarla karşılaşıyoruz. Siz peki üretimlerinizle izleyicilere ne tür mesajlar vermeyi arzu ediyorsunuz?
Ben sessizliği, sakinliği ve sükuneti seven bir insanım. Heykellerimin de aynı bu şekilde olmasını istiyorum. Eser bir haykırış değil, sade ve sessiz olmalı. Eserlerimde figüratif çalışmadım ama elbette onlarda da bir yaşanmışlık var. Bu seride insansız bir yeryüzünden bahsediyorum ve kaybolmuş, ulaşılamayan bir medeniyeti vurguluyorum. Ben sanatseverleri yaşadığımız dünyanın bütün kaosundan, bütün dertlerinden uzakta bambaşka bir yere götürmek istiyorum. İzleyici yıldızlara baktığında da benim heykelime baktığında da aynı şeyi hissetmeli.
Malzeme odaklı olarak her bir üretim biçiminin (heykel, rölyef ve yüzey işleri) doğası size ne anlam ifade ediyor?
Yaşadığım coğrafyayı her zaman doğallık üzerine kurguluyorum. Ahşap, en nihayetinde doğal bir malzeme ve ben, bir sanat eserinin ne kadar doğal olursa o kadar pozitif etkisinin olabileceğini düşünüyorum. Ahşap eklenebilen, yontulabilen ve sonsuz versiyonu olan bir malzeme. Malzemeye hakim olmaya çalışıyorum ve ahşap belli oranlarda bunu yapmama izin veriyor. Uygun dış mekanlar oldukça belki taş bloklar da üretebilirim, zira aklımın bir köşesinde zaten.
Eserlerinizin yapımı ne kadar sürdü?
Eserlerimin yapım süresi değişiyor. Büyük ölçekli bloklar üç ay kadar sürüyor, rölyeflerse biraz daha kısa. Disiplinli bir biçimde çalışıyorum ve atölyem deniz ve güneşin ortasında. İklim şartları 7/24 çalışmama olanak sağlıyor. Sıcağı seven birisi olarak, atölyemi de buna göre dizayn ettim.
Son olarak geleceğe dair hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?
Yakın zamanda yurtdışı projelerim geliyor. Yazıtlar serisinin artarak, çeşitleneceğini söyleyebilirim. Bloklar, yazıtlarla birleşecek. Ayrıca rengin katılacağı bir döneme doğru ilerliyorum. Ahşabı bu kez uçuk mavi, gök mavisi ve beyazla kazımayı düşünüyorum, ama yine monokrom olacaklar. Siyahın mat ya da parlak yolculuğu şimdilik tamamlandı. Taslaklarımı bu yönde geliştiriyorum.
“VASAT DÜNYA VASAT SANAT” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Maurizio Cattelan, İsimsiz, 2001
Kapak Uygulaması: Burcu Ocak