Bodrum, tabiri caizse İstanbul’un bir ilçesi olarak sanat galerilerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor.

Yazlıkta Sanat

Fırat Arapoğlu son yıllarda Bodrum ağırlıklı olmak üzere tatil yerlerinde açılan sergi ve ‘sanatsal’ etkinlik furyasını kaleme aldı. İstanbul’dan Bodrum’a ‘taşınan’ sanat bir değer yaratıyor mu yoksa davet görüntülerinin ve haberlerinin malzemesi mi oluyor?

/

Son zamanlarda tatil planlarına sadece deniz, kum ve güneş değil, sanatsal projeler ve sergiler de eklenmeye başladı….

 Peki, yazlık bölge hem sanat üretene hem de o sanatı tüketene bir ilham verebilir mi?

Bodrum’da lüks bir mekanda binlerce lirayı akşam yemeği için harcayan bir koleksiyoner, sonrasında sahilde yürürken sanat galerisine uğrayıp bir sanatçının eserini satın alır mı?

Geçtiğimiz yıl Bodrum’da açılan sergiler üzerine kaç sergi değerlendirme ve sanat eleştirisi yazısı yayımlanmıştır?

Yoksa basında çıkanlar sadece bir galerinin lüks bir mekanda açtığı sergiyi gezen burjuvazinin davet görüntüleri ve haberlerinden öteye geçememekte midir?

Bölgeye has bir mekana-özgü proje geliştirilmeksizin, İstanbul’dan taşınan işlerle sergi açmanın belki de tek açıklaması gündemden düşmemek ve markanın güvenilirliği adına sürdürülebilirliği sağlamak mıdır?

Yaz ayları yaklaştıkça insanlar tatil programlarını oluşturmaya başlıyorlar. Herkes, kendi ekonomik durumuna ve tercih ettiği lokasyona göre çeşitli destinasyonları tercih ediyor. Son zamanlarda tatil planlarına sadece deniz, kum ve güneş değil, sanatsal projeler ve sergiler de eklenmeye başladı. Bu açıdan Bodrum, tabiri caizse İstanbul’un bir ilçesi olarak sanat galerilerine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. Elbette bunu söylerken, sanat galerilerinin bağımsız bir biçimde etkinlikler gerçekleştirdiklerini ileri sürmek safdillik olacaktır. Türkiye, gayet açıkça bilindiği üzere, bitmeyen bir şantiye alanı ve Bodrum’daki yoğun inşaat faaliyetleri ve lüks projeler bu yönelimin bir parçasıdır. İstanbul’da olduğu gibi Bodrum’da da bu inşaat projeleri, prestij üretme adına “sanatı kullanmaya” devam ediyorlar. Pandemi sonrası süreçte İstanbul’daki İstanbul 74, Pilevneli, Sevil Dolmacı Sanat Galerisi, Dirimart, Anna Laudel gibi çok sayıda galeri Bodrum’un çeşitli mekanlarında sergiler açtılar ve açmaya devam ediyorlar. Peki yazlık bir alanda sergiler açmak ve sanata dair farkındalık yaratmak mümkün müdür? Sanat izleyicisinin bu tip etkinliklere bakışı nasıldır? Böyle bir aktivitenin olumlu ve olumsuz yanları neler olabilir?

Öncelikle tatil yerlerinde sergiler açmanın ya da sanata dair projeler sunmanın tuhaf bir yanı yok. En nihayetinde bazı şehirler, coğrafi konumları nedeniyle elverişli bir iklime sahipler. Birer tatil bölgesi olmaları bu bölgelerde sanat etkinlikleri düzenlenemeyeceği anlamına gelmez. Aksine yazlık bölgelerde açılan sergiler ekonomik olarak – maddi ya da sembolik açıdan – önemli bir gelir de sağlayabilir. Belki de yerli ve/veya yabancı ziyaretçiler sadece lüks harcamalar ve hediyelik eşya almak için değil, sanat yapıtı almak için de bir motivasyon geliştirebilir. Ayrıca yaz ayları için biraz zor olsa da belirli kültür turlarının rotaları önemli sergileri ve/veya bienalleri rota kapsamına alarak, kültür turizmine dair bir ivme yaratabilir. Nitekim kendisi başlı başına bir kültürel sermaye olgusu olan Venedik Bienali, kente akan yaklaşık 2 milyar Euro’luk bir gelir yaratıyor. Bu, aynı zamanda, yerel işletmelerin ayakta kalmasına ve binlerce insanın istihdam edilmesine yarıyor.

Fakat az önce bahsettiğim gibi yazın tatile çıkmak ayrı bir motivasyonun konusudur. İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerin sakinleri gündelik yaşamın koşturmacasından kaçmak adına bu tip tatil bölgelerine gelir ve burada amaç, açık havanın tadını çıkarmak ve olsa olsa – düşük bir ihtimalle – o bölgenin tarihini keşfetmek amacını taşır. Peki, yazlık bölge hem sanat üretene hem de o sanatı tüketene bir ilham verebilir mi?

Yaz aylarındaki yoğun turist akını – bu grubun içine geçici konaklayanları değil, aynı zamanda bu bölgelerde mülkleri ve yatırımları bulunan burjuvaziyi de katıyorum – bir sanat galerisi için potansiyel bir izler kitle ve alıcı kitle – her iki anlamda – yaratma potansiyeline sahipmiş gibi görünüyor. Aktüel durum gerçekten böyle midir? Bodrum’da lüks bir mekanda binlerce lirayı akşam yemeği için harcayan bir koleksiyoner, sonrasında sahilde yürürken bir sanat galerisine uğrayıp bir sanatçının eserini satın alır mı?

Bu elbette olasılık dahilindedir. Tabii bunun yanına bir de rekabet konusunu eklemek gerekiyor: Zira, girişte bahsettiğim ve örnek olarak verdiğim galerilerin yanında daha birçok galeri yaz sezonunda özellikle Bodrum’da sergiler düzenliyor. Bir sanat galerisi kendisini diğer sanat galerinin sezonluk sergilerinden nasıl farklılaştırabilir? Yani sanat galerileri ve sergiler, kendi yarattıkları “yazlık sanat enflasyonu” içinden nasıl çıkabilir? Bunun yanında yazlık bölgelerde yaşamanın yüksek maliyetlerini de hesaba katmak gerekiyor. İstanbul’un bazı sanat galerileri lüks inşaat projelerine prestij katmak ve aynı zamanda kendilerine de uygun gördükleri bir prestiji sahiplenmek adına bu etkinlikleri düzenliyorlar. Aksi durumda yazlık bölgede galeri işletmek ve personel istihdam etmek açıkçası rasyonalite dışı bir girişim olarak görünüyor. Çünkü bir galerici Bodrum’da kendi mülküne sahipse ancak personelini rahatlıkla orada konaklatabilir ve iaşesini sağlayabilir. Ama aksi durumda hem deplasmanda olmak hem de kira ödemek akla hiç uygun gelmiyor. Gerçi galerilerin büyük olasılıkla bir mekan kirası ödemedikleri düşünülüyor ve ya kendi mülklerini ya da başka bir zenginin mülkünün aidat vs. giderlerini karşılayarak mekanları kullanıyorlar. Bu İstanbul’da da karşılaştığımız bir girişim modeli aslında: İnşaat şirketlerin galerilere bir mekanı verir ve sadece masrafları üstlenmelerini talep eder. Galeri de mekanı kullanır ve o projenin kimliklendirilmesine hizmet eder.

Yazlık bir bölgede insanların motivasyonu güneş, kum ve denizdir. Buna elbette dağlar ve ormanlar da eklenebilir. Böyle bir görüntü bir manzara ressamı için eşsiz bir kompozisyon yaratma olanağını içinde barındırır. Peki aynı olasılık, üretilen bir sanat yapıtının izleyiciler tarafından değerlendirilme ve eleştirilme şansını da içerir mi? Bu basına yansıyan haberlerin içeriğinden çıkartılabilir. Geçtiğimiz yıl Bodrum’da açılan sergiler üzerine kaç sergi değerlendirme ve sanat eleştirisi yazısı yayınlanmıştır? Yoksa basında çıkanlar sadece bir galerinin lüks bir mekanda açtığı sergiyi gezen burjuvazinin davet görüntüleri ve haberlerinden öteye geçememekte midir? Sanat – belki de sadece yazlık bölge için değil, İstanbul’un herhangi bir mekan da olabilir – lüks bir mekanın duvarlarını ve bahçelerini süslerken keşfedilebilir mi? Tabii eğer mekandan içeri sadece sergiyi ya da koleksiyonu görebilmek için girebiliyorsanız.

İlginizi çekebilir:  Hangi ülkelerde en çok özel sanat müzesi var?

Sanatın en önemli gücü bir olay ya da bir olguya dair farkındalık yaratmak ve bu konuyu görünür kılmaktır. Bu eylem uygun bir fiziksel ortam ve zihinsel konsantrasyonla mümkündür. Sanat, – eğer dekoratif bir üretim ya da başka bir eylemin arka planı değilse -, ancak uygun koşullar ve sürdürülen bir geleneğin çerçevesinde bu değere erişebilir. Şöyle ki; Bodrum’un kış aylarındaki nüfusu yaklaşık 200.000. Yaz aylarındaki nüfusu ise bundan daha fazla – bu yılki beklentiye göre 2.000.000. Kış aylarında böyle bir sanat etkinliği yoğunluğuna sahip olmayan bir bölge, yaz ayındaki geçici etkinliklerle mi bir sürdürülebilirlik yaratabilir? Bu imkansızdır ve bu, ancak kültüralizm ile açıklanabilir. Yani, sanatı olmadığı kabul edilen bir bölgeye İstanbul’dan sanat taşımak olarak…

Tek başına sanatın, sergilerin yazlık bir sanat faaliyetini sürdüremeyeceğinin bir tür kanıtı karşımızdadır. Pilevneli Galeri’nin sanatçıların markalarla iş birliği içinde ürettiği ürünler ve aynı zamanda bir restoran faaliyetini devreye sokması bunu göstermektedir.

Sanat eseri gayet bilindik bir şekilde belirli üretim, sunum ve tüketim aşamalarından geçmektedir. Burada en önemli etkenlerden birisi, az önce bahsedilen sanat ve dekorasyon arasındaki fiziksel ve anlamsal farklılıklardır. Buna galeri mekanının ışıklandırması, uygun iklimlendirme koşulları ve fiziki ortam da dahildir. Muhteşem otellerde açılan sergileri, gerçekten sanatsal bir motivasyonla gezmek imkansız olabilir. Zaten o yoğun sıcağın içinde galeri gezmek, ancak bütün gün plaja gitme aktivitesine bir alternatif olarak ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda da bir galericiden eser satın almak, ancak ayıp olmasın diye yapılacaktır. Satın alınan eserlerin niteliğinin de burada önemli olduğu düşünülmelidir. Yani yazlık bir ev için satılan dekoratif çok renkli resimler, bahçe peyzajları için düşünülen renkli heykeller ya da deniz manzaraları, takdir edilmeli ki, içeriklerinden ziyade dekoratif nitelikleriyle tercih edilecektir.

Mekanların çoklu-fonksiyona sahip olacak biçimde kullanılması aslında pratiğin çok da işler olmadığını gösteriyor. Yani aslında tek başına sanatın – sergilerin – yazlık bir sanat faaliyetini sürdüremeyeceğinin bir tür kanıtı karşımızdadır. Pilevneli Galeri’nin sanatçıların markalarla iş birliği içinde ürettiği ürün ve kitaplar ve aynı zamanda bir restoran faaliyetini devreye sokması bunu göstermektedir. Tabii, bunun yanında belirli kurumların uzun zamandır alışkın olunan çalıştaylar düzenleme veya sanatçı rezidans programları geliştirme faaliyetleri de mevcut ama açık olan şu ki; her halükarda tek başına sanatın, tüm bu ekonomik yapıyı üstlenemeyecek durumda olduğu görülmektedir.

Öte yandan bir galerinin kendi alıcısı olan koleksiyoner dışındaki isimlere ulaşması ne kadar olasıdır? Bu, büyük ihtimalle olasılık dışıdır. Bu konuda ancak çarpıcı – arzu edilebilir demek zor – reklamlara sahip etkinlikler ve davetlerle bu sağlanabilir. Bu da diğer bir kazan-kazan durumunu gösteriyor: Bir galerici yazın büyük çoğunluğunu o bölgede geçiriyorsa, galerisinde kendisi davetler verir. Bu bir yandan galerinin prestijini arttırır ve yaz aylarında kültür-sanat gündemde değilken, böyle bir girişimde bulunmak galerinin kurumsal kimliğinin görünürlüğüne katkıda bulunur.

Kültürel etki açısından sergiler, yazlık bir bölgede turizmi teşvik etmeye ve ziyaretçileri önemli bir kültürel alana çekmeye yardımcı olabilir. Sanatla ilgilenen ziyaretçilerin, güçlü bir sanat ortamına sahip bir destinasyonu seçme olasılıkları daha yüksektir. Fakat o bölgeye has bir mekana-özgü proje geliştirilmeksizin, İstanbul’dan taşınan işlerle sergi açmanın belki de tek açıklaması gündemden düşmemek ve markanın güvenilirliği adına sürdürülebilirliği sağlamak olacaktır. Fakat bir yandan bunun galeri ve çalışanların motivasyonu açısından gerçekten değip değmediğini de araştırmak gerekiyor. Türkiye’de zaten her zaman ikircikli bir konu olan sanat eseri satışı için dokuz ay boyunca uğraşmak gerekirken, yaz sezonunda açılan sergiler ve yapılan birkaç satış gerçekten buna değer midir?

Zai Yaşam Bodrum, Casa dell’Arte Bodrum ya da başka bir önemli mekanda düzenlenen sergiler veya geçici olarak sergilenen yapıtlar insanların ilgilerini çekebilir mi? Bu iki açıdan düşünülebilir: Bir yanda bahsedildiği gibi motivasyonun yaz tatili olduğu bir dönemde sanata ne kadar yüksek bir ilgiyle yaklaşılabileceği önemli bir sorundur ama öte yandan hiç beklenmedik mekanlarda sanat yapıtlarıyla karşılaşmanın getirdiği yabancılaşmanın etkisi de göz ardı edilemez. Türkiye’de pek örneği olmasa da birdenbire bir mekanın duvarlarında röprodüksiyon yapıtlar yerine özgün sanat işleriyle karşılaşmanın pozitif bir yanı olduğu da düşünülmelidir.

Belki de Bodrum’da, Çeşme’de sadece plaja değil, sergilere de vakit ayırmak gerekiyor ve gece kulüplerinin, restoranlar ve beach’lerin yanına galerileri de eklemek günbegün mümkün hale gelecek. Bu tip girişimlerle Mikonos, Sardunya ve Saint-Tropez gibi bölgelerle Bodrum ya da Çeşme’nin aynı ligde olabileceğini görmek olumlu olarak da düşünülebilir. Yine de bu noktada sanata dair bazı konuların eksikliğine temas etmek gerekiyor.

Öncelikle farklı bağlamlarda üretilmiş işlerin, yazlık mekanlarda sergilenmesi arzu edilen reaksiyonun alınamamasına neden olabilir. Bir sanat nesnesinin alımlanma koşulları her iklim ve yapıda aynı etkiyi göstermeyebilir. Öte yandan halihazırda üretilen işlerin sergilenmesi yaratıcılığı ve yeniliği teşvik edecek bir niteliğe sahip olabilir mi sorusu üzerine düşünülmelidir. Yazlık bölgede oluşturulan böyle bir etkinlik diyalogu ve tartışmayı teşvik etmek yerine sadece şova dayalı bir görsel haz nesnesi olmaya dönüşür.

Bu tip alanlarda düzenlenen büyük ölçekli sergilerin, yeni ve gelişmekte olan sanatçılara bir platform sağlama olasılığı yoktur. Sanatın eğitimsel misyonu bu noktada doğrudan devre dışı kalmaktadır. Kamuoyunun güzelliği ve yaratıcılığı takdir edeceği bir platform olması ne kadar mümkün olur sorusunun cevabı bu sergilere dair yayınları hangi platformda gördüğünüzle alakalıdır. Son olarak elbette sergiler bir tatil beldesi için değerli olabilir, destinasyonu daha cazip kılabilir ve yerel sakinlerin hayatlarını zenginleştirebilir. Fakat konu bu değildir; konu İstanbul’dan Bodrum’a ya da Çeşme’ye – ya da herhangi bir yazlık bölgeye – sanat taşınmasının, sezon bittiği zaman bırakacağı mirasın ne olacağıdır.

Previous Story

Vize Yok!

Next Story

Ordu’da Bir Serap

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.