Yavuz Ekinci’nin 2014 yılında yayımlanan romanı “Rüyası Bölünenler” romanında geçen ifadeler gerekçe gösterilerek “terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla açılan davanın ilk duruşması İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Kitabın 2014 yılındaki yayımcısı Doğan Kitap, Türkiye PEN ve Türkiye Yayıncılar Birliği‘nin de hazır bulunduğu duruşmayı Murat Gülsoy, Deniz Yüce Başarır, Başar Başarır, Ayşegül Tözeren, Sibel Oral, Ayşen Şahin, Irmak Zileli, Yiğit Bener, Aslı Tohumcu, Mine Söğüt, Burcu Aktaş, Sine Ergün, Mehmet Said Aydın Haydar Ergülen, Zeynep Uysal, Abdullah Keskin, Ayşegül Devecioğlu, İsmail Güzelsoy başta olmak üzere çok sayıda edebiyatçı, yayıncı ve gazeteci izledi.
ArtDog Istanbul’un da izlediği davada Yavuz Ekinci‘nin mahkemede yaptığı savunmanın tam metni ise şöyle:
“Sayın Mahkeme, ben bir yazarım. Çeyrek asırdır okumadığım ve yazmadığım bir günüm olmadı. Altı roman, üç hikâye kitabı, bir çocuk kitabı yazdım. Metinlerim onlarca dile çevrildi. Oysa şimdi on yıl önce yayınlan Rüyası Bölünenler romanımdan dolayı suçlanıp yargılanıyorum. Öncelikle hakkımda isnat edilen Rüyası Bölünenler romanımla ‘Terör Propagandası Yapma’ suçlamasını kesinlikle kabul etmiyorum. Yazmış olduğum bir roman, kurmaca bir metin sebebiyle bu şekilde suçlanmaktan dolayı da bir yazar olarak hukuk devleti adına son derece üzüntü duyuyorum.
“Ben Bu Romanı Neden Yazdım?”
Mahkemenin davetini, yani mahkeme celbini aldığım gün; tıpkı mahkemenin bana sorduğu gibi ben de kendi kendime şu soruyu sordum ‘Ben bu romanı neden yazdım?’ İlk okulun ya 3 ya da 4. sınıfındaydım. Öğretmenimiz bize ‘Resim defterinizi çıkarın ve evinizi, köyünüzü çizin’ demişti. Büyük resim defterimi açtım, sayfanın ortasına önce bir çatı, sonra bir ev… Evin sağına gürül gürül akan bir dere, sol tarafına ise kocaman bir çam ağacı… Sonra evin arkasına sıradağlar, sıradağların arasında yükselen sarı bir güneş, V-M harflerinde onlarca kuş çizdim. En son evin çatısına tüten bir baca çizdim.
Derken yıllar geçti. Üniversiteyi bitirdim ve öğretmen olarak Batman’ın bir köy okuluna atandım. Bir gün öğrencilerime ‘Resim defterlerinizi çıkarın ve evinizi, köyünüzü çizin’ dedim. Çocuklar defterlerini çıkarıp evlerini çizmeye koyuldu. Sıraların arasında dolaşıp öğrencilerimin çizdiği resimlere baktım. Öğrencilerim de tıpkı benim gibi, sayfanın ortasına çatılı bir ev, evin sağına dere, soluna çam ağacı, arka fona sıradağlar, dağların arasında yükselen güneş ve havada asılı kuşlar çizmişlerdi. Oysa gerçek bu değildi. Ben bir dağ köyünde büyüdüm. Evimizin duvarları taştan ve damları topraktandı. Köyde tek bir çatılı ev yoktu. Ama ben yine de resim defterime çatılı bir ev çizmiştim. Görev yaptığım köy, bir ova köyüydü. Evler kerpiçtendi. Hepsi toprak damlıydı ve köyde çatılı tek bir ev bile yoktu. Ama öğrencilerim de benim gibi evlerini çatılı yapmışlardı. Peki neden çatısı olmayan evimizi değil de kitaplardaki gibi çatılı ev çiziyorduk? Çünkü evimizin bir ev olduğunu düşünmüyorduk. İşte o günlerde öyküler yazıyordum. Okuduğum kitaplardaki gibi öykülerdi bunlar. Hiç bilmediğim, görmediğim hayatları anlatıyordum. Çünkü bir hikâyemin olduğunu ve hikâyemin de anlatılmaya değer bir hikâye olduğunu düşünmüyordum. Tıpkı yaşadığım evin çizilmeye değer bir ev olduğunu düşünmediğim gibi…
“Rüyası Bölünenler Bu Coğrafyanın Hikâyesidir”
Evimin bir ev olduğunu, hikâyemin de anlatılmaya değer bir hikâye olduğunu anlamamı sağlayan yazarlardan biri Yaşar Kemal’dir. O yüzden Yaşar Kemal benim için bir yazardan öte, bir keşif bir buluştur. Bu vesileyle Yaşar Kemal’i saygıyla anıyorum.
Onun sayesinde yüzümü kendi evime, yani kendi hikâyeme çevirdim. Açıkçası, Rüyası Bölünenler’de anlatıldığı gibi bir hayatım olmadı ama Rüyası Bölünenler benim evimin ve evimdeki insanların geniş anlamıyla, köyümün, memleketimin, ülkemin hikâyesidir. Rüyası Bölünenler, pencerenin önünde gözü yolda, televizyonun karşısında giden oğullarından, kızlarından veya babalarından haber bekleyenlerin hikâyesidir. Bitmeyen bir bekleyişin hikâyesidir. İster buna Cumartesi Anneleri, ister buna Diyarbakır Aileleri deyin! Rüyası Bölünenler, öyle veya böyle bu coğrafyanın hikâyesidir.
“Depremin Ertesi Günü İhbar Edilmişim”
Bu davada beni en çok üzen ve ilk duyduğumdan beri anlamaya çalıştığım, büyük şubat depreminin ikinci gününün gecesinde Rüyası Bölünenler romanımı CİMER’ e şikâyet eden insanın ruh dünyasıdır. O gün binlerce insan Hatay’da, Maraş’ta, Antep’te, Malatya’da enkaz altındaydı. Ülke olarak, insan olarak çaresizlik içindeydik. Utanarak evimizde, ekran başında bekliyorduk. İnsan sıcak bir yerde olduğundan, yaşadığından utanıyordu. Oysa bütün bu korkunç olaylar yaşanırken 7 Şubat gecesi birisi hiç üşenmeyip ‘terör propagandası yapıyor’ diyerek romanımla ve benimle ilgili CİMER’e ihbarda bulunabiliyordu. Yani ben o günlerde evde oturmaktan, yemek yemekten, konuşmaktan bile utanırken, vatansever olduğunu düşünen biri romanımı ve beni CİMER’e şikâyet edebiliyordu. Davanın sonucunu değil benim romanımı ülkenin bulunduğu o atmosferde ihbar edebilen o vatansever insanın ruh halini merak ediyorum. Vatansever vatandaşın bu ihbarı üzerine 7. Sulh Ceza Hakimliği, ne benim ne de yayınevimin savunmasını almadan 2014 yılında yayınlanan kitabıma toplatma ve yasaklama kararı verdi.
“Roman Kahramanını Hapse mi Atacaksınız?”
Mahkeme, Rüyası Bölünenler’e toplatma kararı çıkararak roman kahramanlarını tutuklayıp onları hapse mi atacak? Dünyanın bütün polisleri birleşse de tek bir roman kahramanını tutuklayıp hapse atamaz. Onlar artık birer ölümsüz olarak hayatın içindeler. Sınırları ve dilleri aşalı çok oldu.
Şimdi geldiğimiz nokta daha da dramatik. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, bu ihbardan yola çıkarak ilk baskısı 10 yıl önce çıkmış kitabımla ilgili ikinci bir soruşturma başlattı. Çünkü mahkemeye göre kitabın toplatılması, yasaklanması yeterli bir ceza değildi yazarın da cezalandırılması gerekiyordu. Şu an bu mahkeme salonunda bulunmamızın nedeni bu vatansever vatandaşın o geceki ihbarıdır.
Dostoyevski’yi Katil Olarak Yargılamamız Lazım
Roman bir kurgudur. Kurguladığım evrenin mahkemeye gerçek gelmesi benim edebiyatımın gücünü, mahkemenin de edebiyata yaklaşımını gösterir. Kurgulanmış bir yapıtın evrenine açılan dava soyuttur. Onu bugünün mahkemelerinde yargılayıp yasaklayıp toplatmak ise politiktir. Karakterler ve onların sözleri üzerinden sanatçıyı yargılamak ise sanata hakarettir. Bir roman kahramanının söylediklerinden, yaptıklarından dolayı yazarını yargılarsak, o zaman Raskolnikov’ dan dolayı Dostoyevski’yi katil olarak yargılamamız lazım.
“Suçlamayı Kabul Etmiyorum”
Yargılandığım romanım modern bir Yusuf ve kardeşlerinin hikâyesidir. Babasının sevgisine aç olan bir çocuğun hikâyesidir. Hayali bir karakterin kardeşini arama hikâyesidir. İddianamede geçen bölümler bu hayali kahramanın gözünden anlatımdır. Kitap içerisindeki tüm olay ve şahıslar benim hayal ürünümdür. Bu olayları yazılı ve görsel basından edindiğim bilgilerle kurguladım. Kurgulanmış karakterlerin gözünden yapılan anlatımların suç teşkil etmeyeceğini düşünüyorum. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Sayın mahkemenin 2014 yılında yani 10 yıl önce yayınlanan Rüyası Bölünenler romanımı Anayasa ve AİHM de düzenlediği üzere düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmesini ve beraatime karar verilmesini talep ediyorum.”
“Kitap İfade ve Basın Özgürlüğü Çerçevesinde Yazılmıştır”
İddianamede suç tarihi olarak CİMER’e yapılan ihbar tarihinin yazıldığını ifade eden avukat Can Ekinci “İhbar tarihinin bir suç tarihi olamayacağını belirtmek istiyoruz. Suç tarihi ilk yayınlanan tarih olarak dikkate alınacaksa bu 2014 yılıdır. Yani 10 yıl geçti ve 10 yıl sonra bu kitaptan dolayı propaganda davası açıldı. Basın kanunun 26. maddesinde belirtilen dava açma süresi 6 aydır, bu süre geçmiştir. Bu sebeple mahkemenin düşme kararı vermesini talep ediyoruz” dedi. Can Ekinci ayrıca romanda herhangi bir terör propagandası olmadığını, kurmaca bir eseri suçlamak ve yargılamak için bir bilirkişi raporu talep ettiklerini söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: “Edebi ve kurmaca bir metinin ceza hukukuna konu edilmesi kabul edilemez. Kitap ifade ve basın özgürlüğü çerçevesinde yazılmıştır.”
“Sizler Şu An Burada Edebiyatı Yargılıyorsunuz”
Avukat Çiğdem Koç da mahkeme heyetine salonda davayı izleyen yazarları göstererek, “Bugün burada duruşmayı seyredenlerin kimler olduğunu biliyor musunuz? Sizler şu an burada aslında edebiyatı yargılıyorsunuz, burada bu davayı izleyen insanlar da edebiyatın yargılanamayacağını söylemek için burada” dedi. Çiğdem Koç’un bu sözleri üzerine mahkeme başkanı “Buraya kimlerle geldiğiniz yargılamanın konusu değil” dedi ve savunmayı bitirmesini talep etti.
9 Aralık’a Ertelendi
Mahkemenin verdiği aradan sonra Ekinci’ye destek olmak için gelen yazarlar duruşma salonuna alınmadı. Ekinci’nin Rüyası Bölünenler isimli romanının hangi tarihte ilk baskısının yayımlandığının araştırılması için İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne yazı yazılmasına ve esas hakkındaki görüşünü hazırlaması için dosyanın savcılığa gönderilmesine karar verdi. Dava 9 Aralık tarihine ertelendi.