Pandemi, iklim krizi gibi son dönemin coğrafyalar ve ülkeler üstü meseleleri dolayısıyla, farklı alanlardan uzmanların, yaratıcı endüstrilerin sıradışı isimlerinin, kısacası bireysel, toplumsal, küresel ölçekte herkesin aklında, masasında, kaygılı veya umut dolu bir ‘gelecek’ başlığı var artık. Her meslekte bu ‘gelecek vizyonu’na göre eylem planları çalışılıyor. Tasarım ve mimarlık da bu gelecek treninin içinde elbette… Üstelik bu iki yaratıcı mesleğin yeni yaşam alanları ve sistemleri tasarlamak ve inşa etmek üzerine kurulu olduğuna dair anlayış üzerinden düşünüldüğünde, tasarımcı ve mimarların bir kısmı olası gelecek senaryoları ve bu senaryolara dair yaratıcı çözüm önerileri sunmak konusunda son derece iştahlı görünüyor.
Mars Simülasyonu Şehir
Tasarım ve mimarlık alanında gelecek vizyonu nasıl şekilleniyor sorusuna karşılık akla son dönemde gerçekleşen pek çok yenilik gelebilir. Üç boyutlu yazıcılarla basılan evler, atmosferi geçen ve uzaya doğru yapılan ilk sivil yolculuklar, başta mimar Bjarke Ingels’in Dubai çöllerinde inşa ettiği Mars simülasyonu şehir olmak üzere başka gezegenlerde yaşam formları üzerine çalışmalar, teknoloji ve biyoloji alanlarında MIT Media Lab ve benzeri araştırma laboratuvarlarında üretilen yeni ekolojik materyaller bunlardan yalnızca birkaçı. Ve elbette dünyanın çeşitli noktalarında üretilen, ‘yıldız’ tasarımcı ve mimarların tasarladığı yeni objeler ve yapılar da cabası. Bu açıdan bakıldığında tasarımın ve mimarinin şaşalı, ‘parlak’ örneklerinin hâlâ ilgi çektiğini ve bunun devam edeceğini söylemek yanlış olmaz. Ancak diğer yandan gündem bütün bunları sorgulamaya ve yeni bir yerden düşünmeye zorluyor hepimizi. Çünkü sonuçta dünyada hâlâ içme suyu ulaştırılmaysan topluluklar yaşam savaşı veriyor. Artan göç ve göçmen konusu, dünyayı küresel olarak ele geçiren pandemi, kentlerin çoğalan nüfusu, azalan ve hatta tükenen doğal kaynaklar ve iklim krizi çevre sorunlarının yarattığı eşitliksiz koşullar yaratıcı, sürdürülebilir, yaygınlaştırılabilir ve demokratik çözümler gerektiriyor. Ve bunların her biri tek başına olmasa da aynı zamanda tasarım ve mimarlığın konusu.
Dolayısıyla ‘’inovatif’ projelerin heyecanına kapılan yaratıcı alanda gelecek, bir taraftan da ‘informal’ süreçlerin, kolektif ve sorumlu üretim biçimlerinin, sosyal fayda sorgulamasının, katılımcılığın ve kapsayıcılığın etrafında şekillenme ihtimali taşıyor. Artık geleceğe dönük bize heyecan veren yeniliklerin neye mal olacağını doğru düşünmek zorundayız.
22. Yüzyıl Becerileri
Bir grup tasarımcı ve mimar çevresel, mekânsal ve doğaya, çevreye dair aidiyeti artırma peşinde bir süredir. Bunu tam olarak bu şekilde ifade eden kolektiflerden biri ‘Onaranlar Kulübü’. Onlara göre katılımcı müdahaleler olarak özetlenebilecek pratikleri, 22.yüzyıl becerileri kazanmaya yönelik bir öğrenme ve paylaşım süreci. Bunlara belki ‘bir gün sıfırdan başlamak gerekirse yaşamı nereden ve nasıl yeniden inşa edeceğiz?’ sorusuna cevaben geliştirilebilecek beceriler olarak düşünebiliriz. Bu sürecin en temeli elle yapmayı öğrenme. Son yıllarda gelişen ‘maker’ hareketi ve tamir kültürü de bunun bir parçası. Onaranlar Kulübü bunu ‘onar, üret, paylaş’ mottosuyla yapıyor. Onları kentte herhangi bir yerde karşılaştığımız sokak yerleştirmelerinden tanıyoruz en çok. Bu yerleştirmeler kimi zaman tamir, kimi zaman da âtıl durumdaki kent mobilyalarını tekrar ve yeni bir işlevle kullanmak üzerine kurulu oluyor. Atık malzemeler kullanarak gerçekleştirdikleri kent ‘hack’leme atölyeleri ve Kalamış Parkı Kolektif Dönüşüm Projesi gibi daha geniş ölçekli kamusal alan işleri de var. Tüm bu projelerin ortak bileşeni ise, kolektif, katılımcı ve paylaşım temeline dayalı müdahaleler olması ve girişimin, Birleşmiş Milletler ve UNDP ile iş birliği içinde hazırlanan sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden biri olan “Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar” hedefine hizmet etmesi.
“Artık geleceğe dönük bize heyecan veren yeniliklerin neye mal olacağını doğru düşünmek zorundayız.”
Yeniden İşlevlendirme
‘Maker’ ve onarım hareketi gibi tasarım ve mimarlık camiasının bir süredir yoğunlaştığı başlıklardan bir diğeri de ‘yeniden işlevlendirme’. 2050’de dünya nüfusunun üçte ikisinin kentli olacağı öngörülüyor. Ve bu öngörü, sürdürülebilir kentler ve gezegenin geleceği açısından kaygı verici. İçinde bulunduğumuz iklim krizinin önemli bir bölümünün ise kentlerin büyümesi kaynaklı veya bununla ilişkili olduğunu görmek gerekiyor. Bu durumda kentlerin geleceğini buna göre planlamak da hayati öneme sahip. Diğer yandan yeni, kente ve kentlilere yeni artı ‘değer’ katma iddiasında olan, büyük, görkemli, ihtişamlı, yüksek bütçeli, çok geniş alanlara yayılan pek çok mimari proje inşa edilmeye devam ediyor. Oysa ki mimarlık dünyasında ‘inşa etmeyen mimarlık’ da bir tartışma konusu. 2019 yılında ilki gerçekleştirilen Oslo Mimarlık Trienali’nin başlığı “Enough: The Architecture of Degrowth” idi. Ve etkinlik süresince çeşitli bağlamlarda daha fazla inşa etmeme üzerine kurulu bir mimarlık vizyonu üzerine tartışılmıştı. Ancak bu konunun yoğun olarak tartışıldığı kentte, başta Snohetta mimarlık ofisi tarafından tasarlanan meşhur opera binasının hemen karşısına inşa edilmekte olan yeni ve görkemli Munch Museum bu yaklaşımla tezat teşkil eder nitelikteydi.
İngiliz Postanesi
Yeniden işlevlendirme adına İstanbul’daki önemli güncel projelerden biri Galata’da yer alan tarihi ‘İngiliz Postanesi’ binasının yeniden işlevlendirilmesi projesi. Postane adıyla geride bıraktığımız yılın sonlarına doğru açılan yapının yeniden işlevlendirilmesine dair tasarım ve uygulama süreci, çalışmaları yürüten ekipten mimar Merve Bedir’in verdiği bir röportajda belirttiği gibi ‘artıkları yeniden kullanmayı ve dönüştürmeyi içeriyor’. Bedir aynı röportajında ‘mimar olarak sorumluluğum binanın işlevini sürdürebilen tüm elemanlarını kullanılır halde tutmaya devam etmek, yeni işlevlerin binaya adaptasyonuna aracı olmak ve İngiliz Postanesi’ni ve Postane’yi var eden koşulları sağlayan tarihin farkında olmak ve güne aktarmak.’ sözlerine yer veriyor. Bu da olası gelecek senaryolarında mimarlığın kendine edineceği alan veya sahipleneceği rol ile ilgili çok önemli bir sinyal veriyor.
“2050’de dünya nüfusunun üçte ikisinin kentli olacağı öngörülüyor. Ve bu öngörü, sürdürülebilir kentler ve gezegenin geleceği açısından kaygı verici.”
Toprağa Dönüş ve Doğal Malzemeler
Geleceğe dair atlanmaması gereken vizyonlardan biri elle yapmayı, toprağa, suya, doğaya dönüp kendimize doğada bir yaşam alanı kurmayı öğrenmekle ilgili. Bunun temelindeyse doğal malzemeleri ve yerel üretim teknikleri tanımak, bilmek ve uygulayabilmek yatıyor. Doğal malzemeleri kullanmak, bulunduğu coğrafyanın sunduğu kadim malzeme ve üretim bilgisini dikkate alarak yenilik yaratmak da alanın geleceğinde önemli bir farkındalık ve aksiyon noktası. İleri dönüşüm süreçlerinden geçerek gündelik hayatımızda kullanabileceğimiz yeni malzemeler tasarım camiasının dikkatini çekiyor son yıllarda.
Yosun
Örneği yosun bunlardan biri. Yosunun malzeme olarak tasarım ve mimarideki olası kullanım alanlarına dair örnekler, 2018 yılında Jan Boelen küratörlüğünde gerçekleşen 4. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında yer almıştı. Bu alanda önemli araştırma ve çalışmalar yürüten organizasyonlardan biri Güney Fransa’nın Arles bölgesinde yer alan Atelier Luma. Odaklarında doğan ve biyolojik kaynak kullanarak yeni, sürdürülebilir yöntemlerle bir döngü yaratabilmek var. Bu nedenle de biyo-materyaller konusunda araştırmalar yürütüyorlar. Yosun bu malzemelerden biri. Sulak alanlarda mikro ve makro ölçekte yaptıkları çalışmalar, yosunun çeşitli türlerdeki plastiğin yerine kullanmaya uygun olduğunu gösteriyor. Artık 3 boyutlu yazıcılarla evlerin inşa edildiği bir dönemde, yosunun sahip olduğu bu kullanım potansiyeli önemli bir seçenek olacak gibi görünüyor.
İçinde bulunduğumuz iklim krizinin önemli bir bölümünün ise kentlerin büyümesi kaynaklı veya bununla ilişkili olduğunu görmek gerekiyor. Bu durumda kentlerin geleceğini buna göre planlamak da hayati öneme sahip.
Kerpiç
Mimarlıkta yeniden kullanılabilecek malzemelerden biri de kerpiç. Kerpiç iklim şartlarına uygun ve dayanıklı oluşuyla, betonun zarar vericiliğinden uzakta, kullanılabilir bir malzeme olarak dikkat çekiyor. Kerpiç ev tam olarak yerel, coğrafi ve kültürel bilgiyi ve birikimi geleceğe aktarmaya önemli bir örnek. Prof. Dr. Bilge Işık tarafından kurulan Kerpiç Akademi Türkiye’nin çeşitli noktalarında yerel ustalıkla yürütülen projelerle kerpiç kullanımını yaygınlaştırmayı hedefliyor. Buradaki en önemli dayanak noktası ise kerpiç yapılarda sağlanabilen ve net olarak ölçülebilen enerji verimliliği.
Yereli iyileştirme
Son olarak pandemi bize bir kez daha gösterdi ki birey olarak iyi olmak yetmiyor. Daha çoğulcu bir yerden bakıp iyileşmeye katkı sağlayacak bir yaklaşım sergilemeyi öğrenmeliyiz ki, gezegendeki devamlılığımız güzel günler getirsin… Bunun için de en olası ve etkin olanı yakından başlamak. Yani yereli, yanımızdakini iyileştirmek. Geçtiğimiz yıl 10. yılını tamamlayan Herkes için Mimarlık bunu yapıyor. 2011 senesinde bir grup mimarlık öğrencisi ve yeni mezun mimarın kurduğu dernek, bugün 99 üyesi ve yüzlerce katılımcısı ile çalışmalarına devam ediyor. Geçtiğimiz on yılda, farklı coğrafyalarında pek çok proje üreten, sürdürülebilir ve katılımcı süreçler tasarlayan inisiyatifin en bilinen projeleri, kırsal alanda kullanım işlevini yitirmiş yapıların yerel ihtiyaca göre yeniden kullanılmasını amaçlayan Atıl Köy Okulları, Kadın ve Çocuk Mekânları gibi uzun soluklu projeler oldu. Herkes İçin Mimarlık, kendi ifadesiyle, ‘gelecek yıllarda mimarlığın sosyal alandaki rolünü genişletmeyi, toplumla birlikte toplum için üreten bir mimarlık anlayışının daha çok yayılmasını hedefliyor ve projelerinde uyguladığı katılımcı, demokratik ve kapsayıcı süreçleri geleceğe taşıyıp, topluluğunu genişletmek istiyor.’ Bu da mimarlık alanında önemli bir gelecek vizyonu ortaya koyuyor.