Vuslat’ın Emanet/ Troy sergisi, Paolo Colombo küratörlüğünde, 25 Mayıs – 25 Temmuz 2025 tarihleri arasında, Çanakkale’de yer alan Troya Müzesi’nde ziyarete açılıyor. Vuslat bu sergide, Homeros’un emaneti olan İlyada’dan ilham alıyor ve izleyiciyi mit ve hafıza üzerine düşünmeye davet ediyor.
Bu sergi Emanet’in üçüncü ayağı. Emanet, kavramsal çerçeve, okumalar ve ifadeler açısından sizin için ne ifade ediyor? Bundan önceki sergilerinizle bu sergide (yeni eserler olduğu için) ne gibi farklar göreceğiz?
Emanet benim için sadece bir kavramsal çerçeve değil, aynı zamanda sanat üretimimin merkezinde duran bir sorumluluk duygusu. Emanet’in üçüncü ayağı olan Emanet/Troy, bu kavramı tarih, mitoloji, doğa ve sözlü anlatıların izinde daha da derinleştirdiğim bir durak. Önceki sergilerimde, özellikle Baksı Müzesi ve MSGSÜ Tophane-i Amire’deki sergilerde, daha çok kişisel ve kültürel hafıza üzerine odaklanmıştım. Troya’da ise Emanet, dünya kültür mirasının temsilcilerinden biriyle, Troya’yla doğrudan diyalog kuruyor. Bu sergide yer alan eserler yeni ve Troya bağlamında üretildi; dolayısıyla mekânla kurduğu ilişki, mitolojik katmanlar ve ses öğeleriyle çok katmanlı bir deneyim sunuyor.
Sergi kapsamında Troya Müzesi’nin de kendi bağlamında önemli bir yer aldığını söyleyebilir miyiz? Müze aslında bir sergileme mekânı olmaktan çıkıyor ve yeni bir sanatsal söylem yaratıyor diyebilir miyiz?
Troya Müzesi, bu sergiyle birlikte sadece bir sergileme alanı olmanın ötesine geçiyor; hem arkeolojik hem de sanatsal belleğin taşıyıcısı olarak yeni bir söylemin kurucusu haline geliyor. Sergi, müze içinde ve bahçesinde, antik kentin kalıntılarına doğru uzanan alanlarda kurgulandı. Bu sayede müze, hem fiziksel hem de kavramsal olarak serginin bir parçası haline geldi; tarih ve doğayla bütünleşen yani yaşayan bir anlatı alanına evrildi.
Sergide Troya Kazısı Başkanı Prof. Rüstem Aslan ve Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük’ün katkısını görmek mümkün mü? Bu sergi onların davetiyle de anlam kazanıyor mu?
Bu sergi onların nazik daveti sayesinde gerçekleşti. Prof. Rüstem Aslan’ın arkeolojik birikimi ve vizyonu ile Rıdvan Gölcük’ün müzenin kültürel hafızaya olan yaklaşımı, serginin yerleştirilmesinde ve anlam dünyasında çok değerli katkılar sundu. Onların bu sürece dahil olması, Emanet’in tarihsel bağlamla kurduğu ilişkiyi güçlendirdi. Serginin hem mitolojiyle hem de somut arkeolojik mirasla bu denli iç içe olması, onların bu sürece olan inançları ve rehberlikleriyle mümkün oldu.
Sergide Homeros’un İlyada destanına dair nasıl göndermelerde bulunuyorsunuz? Bu destanın edebi yanından çok, tarihte, kültürde ve mirastaki ifadesine mi odaklanıyorsunuz?
İlyada bu serginin kalbinde yer alıyor; ancak edebi bir okuma yerine, İlyada’nın sunduğu katmanlı temalara — savaş ve barış, aşk ve sadakat, insan ve doğa arasındaki ilişki — odaklanıyorum. Homeros’un anlatısının bugüne dek nasıl taşındığı, nasıl sözlü kültürden yazılı kültüre evrildiği ve bunun bir emanet olarak aktarımı beni özellikle ilgilendiriyor. Sergide kullanılan ses öğeleri ve kuş sesi yerleştirmeleriyle birlikte bu sözlü mirasın bugüne taşınmasına odaklanıyorum. Ayrıca İlyada’daki kuş mitolojileri ve kişisel hikâyem olan “Küçük Serçe“ masalıyla birleşiyor; böylece edebiyat, mitoloji ve bireysel hafıza iç içe geçiyor.
Küratör Paolo Colombo ile işbirliğiniz nasıl başladı? Sergiye dair okumalara ve eserlere, üretimlere, sergilemeye nasıl katkısı oldu?
Paolo ile çalışmamız bir sohbetle başladı ama çok kısa sürede ortak bir dil ve duyarlılık yakaladık. Onun doğayla, mitolojiyle ve anlatı kültürüyle kurduğu ilişki benim sanat üretimime çok yakın. Sergi boyunca hem kavramsal çerçevenin gelişiminde hem de mekansal kurgunun oluşumunda çok yönlü bir katkısı oldu. Onun hazırladığı beş katmanlı sergi çerçevesi— eser, tarih, doğa, anlatı ve ses — aslında serginin ruhunu oluşturdu. Ayrıca The Conference of the Birds şiirine yaptığı referansla, işlerime kuşlar üzerinden yeni bir bakış açısı kattı. Paolo’nun bu sergiye olan katkısı sadece bir küratörlük değil; adeta bir ortak anlatı yaratımıydı.
Paolo Colombo: Troya Artık Evim Gibi
“Emanet” kelimesi (aynı zamanda bir güven değişimini de işaret eden) sizde nasıl bir yankı uyandırıyor ve Vuslat ile çalışırken bu kavramı nasıl ele aldınız?
Emanet olağanüstü bir kavram; tıpkı Almanca’daki ‘Sehnsucht’ gibi, başka dillerde tam karşılığı olmayan bir kelime. Bu fikir yalnızca Türkiye’de var ve onun için kusursuz bir kelime yaratılmış. Dilbilimciler (ve nörologlar) arasında yıllardır süren bir tartışma var: Bir dilin inşasında kavram mı önce gelir, yoksa kelime mi üzerinden mi ilerler her şey? Yaşamdaki tüm pratiklerde, bir duygunun bir kelimeden önce geldiğini ve daha sonra onu ifade edecek bir kelimenin bulunduğunu varsayalım.
Emanet kavramının da bir kez tanımlandıktan sonra, tıpkı minnettarlık duygusunun bir çocuğun ruhunda büyüdükçe yavaş yavaş kristalleşmesi gibi, yetiştirilme tarzının, eğitimin bir parçası haline geldiğini düşünüyorum.
Sizce Troya Müzesi bu sergide yalnızca bir mekân değil, bir sanat eseri olarak da işlev görüyor mu?
Troya hem bir yer hem de bir efsane, bir mit; hem gerçekliktir hem de söylence gibi bir öykü diyebilir ona…
Troya Müzesi coğrafi bir mekândan daha fazlası, harikaların yaşandığı bir yer. Geçtiğimiz Ocak ayında Hislik’i ziyaret ettiğimde, sabahın erken saatlerinde Müze’yi ziyaret eden birkaç kişiden biri ve arkeolojik alandaki tek ziyaretçi olma zevkini ve lüksünü yaşadım. Surlarda yağmur kara dönüşüyor, rüzgâr ve sis çalıların ve ağaçların arasından geçiyordu. Yediden fazla Toy kuşunun uçtuğunu gördüm. Toprak, kelimenin tam anlamıyla tarihle titreşiyor gibiydi. Eserleri topraktan kil ve bitki formunda büyüyerek anlatılar ve masallarla yükselen Vuslat’ınkinden daha iyi bir sergi olabilir mi?
Bu serginin fikri nasıl ortaya çıktı ve Türkiye ile Troya’nın entelektüel mirası bu süreci nasıl etkiledi?
Fikir Vuslat’tan çıktı ve bana Troya’daki sergisinin küratörlüğünü yapma fırsatı sundu. Birkaç yıldır küratörlük yapmamış olmama rağmen, batı epik şiirinin başlangıcı olan bir yerde, işlerini sevdiğim bir sanatçıyla bunu yapma şansı umduğumun ötesindeydi. Benim kültürel referans noktam Akdeniz’de müzik, halk ve yüksek sanatın olduğu yer. İstanbul ve Mardin Bienalleri ve İstanbul Modern’deki uzun görevim aracılığıyla Türkiye ile uzun bir ilişkim oldu. Troya bir bakıma artık evim gibi diyebilirim.
Bir sanatçı ve şair olarak bu proje sizde nasıl bir yankı uyandırdı?
Bu proje bir hayalin gerçekleşmesi. Başından beri bir sanatçı ve küratör olarak çalışmalarım hem görüntü hem de içerik olarak kelimeler ve şiirle iç içe geçti.