“İstanbullular” sergisi Venezuelalı sanatçı Jesús Briceño Reyes’in gözünden şehirdeki insan manzaralarına yer veriyor. Sanatçı sergide dış mekânı gösteren çalışmalarında çeşitli meslek erbabının yanı sıra farklı kesimlerden insanların birlikte bekleyişlerinin konu ediniyor. İç mekân işlerinde ise sanatçı, toplu taşıma araçlarında görebileceğimiz farklı insan tiplerine yoğunlaşıyor. 31 Temmuz’a İGA İstanbul Havalimanı Dış Hatlar Terminali A-B Knuckle’daki İGA ART Galeri’de görülebilecek sergiyi sanatçı ile konuştuk.
İstanbul hakkında bir sergi yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Bu şehirle ne kadar zamandır ilgileniyorsunuz?
Dünyanın dört bir yanındaki insanların gündelik yaşamlarını tasvir etmek için yaptığım seyahatler sırasında 2012’de İstanbul’u da ziyaret ettim. Bu ziyaret sırasında Contemporary Istanbul’u gezerken, Zarastro Art standında ekibiyle tanışma fırsatım oldu.
2023 baharında geri dönerek daha uzun bir süre kalmak üzere bir stüdyo kiraladım. Zarastro Art ekibi stüdyomu ziyaret etti ve birlikte çalışmaya başladık. İlk olarak çevrimiçi bir sergi yaptık. Ardından ekip, “İstanbullular” sergisindeki eserleri seçip küratöryel çerçeveyi geliştirdi ve İGA ART’a başvurdu. İGA ART Yürütme Kurulu oybirliğiyle projeyi kabul etti ve sergi süreci böylece başladı.
Serginiz aslında İstanbul’dan ziyade bu şehirdeki insanların varoluş biçimlerine odaklanıyor. Gerçekten de çok farklı yaşam tarzlarına sahip insanları barındıran ve kozmopolit yapısını sürdüren bir şehir. Bu şehrin insanlarını nasıl tanımlarsınız, belirgin bir gözleminiz var mı?
İstanbul, her daim uyanık, hayatla dolup taşan, son derece dirençli, dayanıklı bir metropol. Zengin Bizans ve Osmanlı mirası başta olmak üzere, farklı kültürlerin gerçek anlamda kaynaştığı özel bir yer.
Benim için bir şehrin tarihinin ve kültürel enerjisinin o şehrin sakinlerine yansıması önemli. Gözlemlediğim İstanbullular, bir yandan mülayim, öte yandan agresif. Aynı zamanda son derece modern ya da aşırı gelenekçi. Bunun gibi ikilik durumları son derece büyüleyici ve şehrin zaten karmaşık olan kişiliğine daha da derinlik katıyor.
Serginin bulunduğu İGA ART Gallery, son iki yılın verilerine göre Avrupa’nın en kalabalık havaalanı olarak kaydedilen İGA İstanbul Havalimanı’nda yer alıyor. Bu kadar çok insanın gelip geçtiği bir yerde sergi açmak, eserlerinizi üretme sürecinizi nasıl etkiledi?
Sanatın kitlelere ulaşması gerektiğine inanan bir sanatçı olarak, eserlerimin İstanbul Havalimanı gibi dünyanın her yerinden çok farklı insanların bir araya geldiği bir platformda sergilenmesi benim açımdan tabii ki önemli. Burada temel başarı Zarastro Art’a ait, çünkü projelendirmeden açılışa her aşamada son derece özverili çalıştılar ve tüm zorluklara rağmen hem küratöryel hem de uygulama anlamında harika bir iş çıkarttılar. İzleyicilerden her gün olumlu geri dönüşler alıyoruz ve bu bizi çok mutlu ediyor.
Eserlerin büyük bölümünü 2023 yılındaki Türkiye seyahatimde üretmiştim, ancak bir büyük ölçekte iş ve enstalasyonu sergi açılmadan önceki gün havalimanında tamamladım. Havalimanının enerjik ortamı içinde ölçek açısından büyük eserler yaratmak biraz yorucu ve stresli ancak aynı zamanda etkileyiciydi, ortaya çıkan sonuç beni tatmin etti. Üretimim sırasında yolcuların çalışmamı adeta bir performans gibi izlemesi de harikaydı.
Kâğıt kullanmanız ve eserlerinizi siyah-beyaz olarak üretmeniz serginin kavramsal bağlamına nasıl katkıda bulunuyor?
Sanatçı olarak başlangıç noktam malzeme. İstanbul, çeşitli malzemelere erişilebilirliğiyle beni şaşırttı açıkçası. Çalıştığım büyüklükteki bu kâğıdın Karakas’ta bulunması imkânsız. Seçtiğim siyah akrilik boyanın kalitesi ve parlaklığı etkileyici. İlk aşamada bu iki keşif, yaratma isteğimi ateşledi.
Kavramsal açıdan değerlendirdiğimizde narin bir malzeme olarak kâğıt, İstanbulluların kırılganlıklarını gösteriyor. Aslında hafif olmasına rağmen tarihin ağırlığını taşıyan, insanlığın en önemli anlarına tuval olan bir malzeme. Nazik kâğıda karşı güçlü fırça darbeleri ile Türk halkının direncini ve gücünü yansıtmaya çaba gösterdim.
İstanbul’un zıtlıklarını daha iyi vurgulayabilmek için siyah-beyaz çalıştım. Bir yandan da izleyicileri kendi renklerini getirmeye davet ederek boş alanlar bıraktım. Resim, izleyicinin içinde gördüğü şeye dönüşmeli. Benim için önemli olan, sadece göz gezdirmekle kalmayıp eserlerimle etkileşime girilmesi, gözlemlenmesi.
Bir sanatçı olarak ana konunuz nedir?
Bir sanatçı olarak temel meselem, bir konunun veya öznenin özünü yakalayıp, yeni bir bağlamda sunabilmek. Tanıdık figürleri daha beklenmedik, bazen daha egzotik hale getirerek dönüştürmek, merak uyandırıcı unsurlar ortaya çıkarmak.
Görsellerle dolu dünyamızda bir figürün özünü yakalamak ve yeniden sunmak çok zor. Öncelikle basitçe kopyalamaktan kaçınıyorum. Perspektifimle anlatılar ve yorumlar yaratmaya çalışarak, izleyicilerin hayal gücüne yer bırakıyorum. Bu, onların tanıdık yüzleri ve tarihi figürleri eserlerimde görmelerine ve sanatsal döngüye katılmalarına olanak tanıyor. Ben de referans görüntüsünü farklı bir şeye dönüştürmeye çalışırken beklenmedik unsurlar keşfediyorum.
Karşılaştığım zorluklardan biri, eserlerimin bazıları tarafından illüstrasyon olarak algılanması, tıpkı Magritte’in “Ceci n’est pas une pipe” (İmgelerin İhaneti) eserinin yanlış anlaşılması gibi. Malzemeye hak ettiği alanı vermem, geleneksel araçlarla tablolar yaratmam benim için çok önemli, çünkü bu yaklaşım, eserlerime resimsel bir okuma sunuyor.
İlham kaynaklarınız nelerdir?
Teknoloji şüphesiz değerli bir araç. İnsan olarak evrimimiz ve geldiğimiz nokta herkes gibi beni de etkiliyor. Ancak ben sanat tarihine ve ustalara bakıyorum. Leonardo da Vinci, Francis Bacon ve Armando Reverón sanatsal ifademi şekillendiriyor.
Bu ustaların yapıtlarına baktığımda ışığın tasvir edilmesi, şekillerin etkileşimi, gölgelerin ve kontrastların dinamikleri beni büyülüyor. Onların insan formunu ve durumunu iyi inceleyip etkileyici anlatılar yaratmalarına hayranım. Leonardo Da Vinci, insanlığı nasıl tasvir ettiğimize ve onun gerçekte nasıl olduğuna en erken odaklanan kişi olduğu için bir deha. Francis Bacon, insanlığın içgüdüsel tasviri, zamanın döngüleriyle bağlantıları ve elbette hayali mekânlar içindeki karakterleri basit bir şekilde sunma şekliyle benim için çok değerli.
Armando Reverón, birçok kişi tarafından post empresyonist olarak kabul edilir ve karakterlerine belirgin bir kimlik kazandırmasıyla öne çıkar. Ayrıca ışığın incelenmesi ve yeniden yaratılması konusunda bir usta. Venezuela’da onu ışığın babası olarak tanımlıyoruz.
*İstanbullular” sergisi 31 Temmuz’a kadar İGA İstanbul Havalimanı Dış Hatlar Terminali A-B Knuckle’daki İGA ART Galeri’de görülebilir.