Toprak, Ateş, Su ve Hava - ArtDog Istanbul
Åsa Jungnelius Anne [Nefes I], 2025 Üfleme cam, metal zincir, halat ve kilitli kancalar 175 x 60 cm. Sanatçının izniyle Şişecam’ın destekleriyle üretilmiştir

Toprak, Ateş, Su ve Hava

Camın kırılganlığı ile taşın zamansız direncini buluşturan Åsa Jungnelius, Pera Müzesi’ndeki sergisinde dört elementin izinde malzeme, beden ve varoluş arasındaki ilişkiyi sorguluyor.

/

Pera Müzesi’nde Elif Kamışlı küratörlüğünde gerçekleşen Åsa Jungnelius: Toprak, Ateş, Su ve Havayla Yazılmış Bir Dize sergisi, camın kırılganlığını ve taşın zamansız dayanıklılığını yan yana getirerek izleyiciyi maddesellikle kurulan bağ üzerine düşünmeye çağırıyor. Jungnelius’un cam ve mermer heykelleri, yalnızca bir malzeme araştırması değil; aynı zamanda varoluşu, bedeni, doğayı ve jeolojik süreçlerin sürekliliğini merkeze alan bir deneyim öneriyor.

Şişecam’ın üretim desteği, Orrefors Kosta Boda’nın katkıları ve İsveç Konsolosluğu ile Araştırma Enstitüsü’nün işbirliğiyle hayata geçen sergi, hem Anadolu topraklarında obsidiyen taşlarının izini sürüyor hem de Bitlis, Van ve Kars’taki sahalarda yürütülen araştırmaları Peo Olsson’un fotoğraflarıyla görünür kılıyor. Tarihi cam objelerden göçebe geleneklere dayanan dokumalara uzanan geniş bir seçki, Jungnelius’un heykelleriyle yan yana geldiğinde, hem durgun hem yoğun bir peyzaj inşa ediyor. Sanatçı, cam üflemenin nefesle şekillenen bedensel ritmini, mermerin yüzyılları aşan direnciyle karşılaştırırken, “sözcükler yerine varlık temelli bir deneyim” sunduğunu söylüyor. Bu deneyim, izleyiciyi yalnızca eserlerin karşısında konumlandırmıyor; aksine içine davet ediyor, aktif katılımın ve ortak devinimin bir parçası haline getiriyor. Asa Jungnelius’la yaptığımız söyleşide, dört elementin sanatsal anlatısındaki rolünden, Şişecam ustalarıyla birlikte üretim sürecine, malzemenin diline ve Türkiye sanat sahnesiyle kurduğu ilişkiye kadar uzanan çok katmanlı bir yolculuğa çıkıyoruz.

Åsa Jungnelius. Fotoğraf: Peo Olsson

Serginizin başlığı Toprak, Ateş, Su ve Havayla Yazılmış Bir Dize, dört elementi vurguluyor. Bu elementlerin her biri obsidyenin oluşum süreciyle nasıl bağlantılı ve sanatsal anlatınızda nasıl bir rol oynuyor?

Dört element, tüm canlıların temel güçlerini tanımlar ve yaşam için genel bir önkoşul olarak görülebilir. Bu güçlerin birlikte var olması gerekir. Sergide yer alan heykeller, bu güçleri araştıran bir manzara oluşturuyor; bazen lehime çalışıyorlar, bazen de onlarla mücadele etmek gerekiyor. Jeolojik süreçler Dünya’nın yüzeyini şekillendirdi ve lavalardan jilet keskinliğinde, yarı saydam bir malzeme olan obsidiyen ortaya çıktı. Anadolu’da obsidyen taşları toplayarak ve Dünya Ana’nın kendi cam üretimini işin bir parçası haline getirerek, hepimizin paylaştığı ortak ve sonsuz devinimi; güneşi ışığımız ve güç kaynağımız olarak kabul eden bir mekânsallığı hatırlatmak istiyorum.

istmodern
istmodern mobil

“Maddesellik Benim Dilim”

Pera Müzesi’ndeki serginizde cam ile mermer/taş arasındaki etkileşimi araştırıyorsunuz. Bu iki malzemenin kırılganlık ve dayanıklılık arasındaki karşıtlığı üzerinden nasıl bir diyalog kurmaya çalışıyorsunuz?

Aynı zamanda yapma eylemini de araştırıyorum. Ellerimle bir şeyler yaparak düşünüyorum; maddesellik benim dilim. Mermerin zamansız, pürüzsüz yüzeyi beni kendine çekiyor; saatlerce, günlerce ovmaya, kesmeye, öğütmeye ve malzemeyi ortadan kaldırmaya yöneltiyor ki yeni bir şey yaratılabilsin. Tekrarlayan ve sıcak olan cam ise zihnimi dinginleştiriyor; cam tam tersi şekilde işliyor. Küçük sıcak bir parçayla başlıyorum, döndürüyorum, katman katman inşa ediyorum. İçgüdüm beni bu malzemelere yöneltti; yıllar içinde derinleşen bir tür romantizm bu.

Åsa Jungnelius – Yoğun, sıcak çekirdek

Şişecam’ın Denizli fabrikasında ustalarla çalışmak sizin için ne ifade etti? Geleneksel cam zanaatkârlığıyla çağdaş sanat pratiğiniz arasında nasıl bir köprü kurdunuz?

Şişecam’daki tüm cam ustalarıyla çalışmak ve orada bulunduğum süre boyunca malzemeler toplamak benim için büyük bir onurdu. Orada muazzam bir ustalık var! Ortak bir doğaçlamaydı; cam ustalarının zanaatlarını genelde icra ettikleri biçimi bırakmaları gerekti. Üretim sürecinde beden hareketlerini yeniden düzenleyerek birlikte hareket ettik. Bir adım yerine iki adım, hızlı yerine yavaş döndürmek, ciğerleri doldurup üflemek ardından tekrar nefes almak… Beden hareketlerini değiştirince malzemenin ifadesi de değişti. Sanat eserine adını veren nefeslerin toplamı, dört heykelde vücut buldu: Anne, Onaylama, Seni Taşıyabilirim ve Seni de Taşıyabilirim. Bu eserler, hümanizmin çeşitliliğini ve önemini göstermeyi amaçlıyor.

Elif Kamışlı ile küratöryel işbirliğiniz nasıl gelişti?

Elif’le bu yolculuğu paylaşmak harikaydı ve tanıştığımız için minnettarım. Küratöryel çalışma, benim sanatçı olarak ve Elif’in küratör olarak ortak diyaloğumuzla iç içe geçti.

Türkiye sanat sahnesini nasıl gözlemliyorsunuz?

Geçtiğimiz bir yıl boyunca Türkiye’de epey zaman geçirdim. Orada bulunmak, mekânın açılmasına imkân veriyor. Elif, küratör olarak ve bir birey olarak deneyimlerini paylaştı böylece sergiye de yansıyan sonsuz bir içtenlik ve manzara yarattı.

Åsa Jungnelius – Acı-tatlı

“Malzemeye Özgürlük Tanıdım”

Serginizin “sözcükler yerine varoluşa dayalı bir deneyim sunduğunu” belirtiyorsunuz. Bu yaklaşımı biraz açar mısınız?

Sanatsal pratiğimde, anıtsal olanla toplumsal ve psikolojik olarak inşa edilmiş arasında değişen malzemeleri araştırıyorum. Nesnenin fizikselliği aracılığıyla kimliklerin ve bedensel arzuların nasıl oluştuğunu ve ifade edildiğini inceliyorum. Beden ve maddeye olan ilgim, insanlık tarihi boyunca bu iki varlığın sürekli yeniden müzakere edilmesine dair sorular etrafında şekilleniyor. Pek çok eserim, bizim ve sanat eserinin nasıl birlikte var olabileceğini sorgulamaya davet ediyor. Salt birer izleyici olmak yerine, eser ve görsel dünya bizi aktif katılımcılar haline gelmeye, girip çıkma arasında salınmaya teşvik ediyor.

“Camı hiç zanaat olarak görmedim” diyorsunuz. Camın sınırlarını nasıl zorluyorsunuz ve malzeme sizin için fiziksel özelliklerinin ötesinde ne ifade ediyor?

Elbette bir zanaattır, ama sanatıma baktığımızda bunun ötesine geçip malzemenin anlamlı temellerine bakmamızı istiyorum. Camın malzeme olarak işlevsellikle ve doğasında var olan güzellikle bağlantısı zaman zaman problemli olmuştur, ama aynı zamanda malzemenin en büyük avantajıdır da. Biz insanlar güzelliğin iyi olduğuna inanma eğilimindeyiz, 2005 tarihli Like Your Hair Style! adlı eserimde olduğu gibi, toplumsal cinsiyet temelli güç ilişkileri gibi derinlemesine sorunlu konuları ele alan çalışmalara dikkat çekmenin bir yolu olmuştur. Pera Müzesi’ndeki sergide yer alan bazı heykellerde ise malzemeye tamamen özgürlük tanıdım; güvene ve yerçekimine bırakarak şekillenmesine izin verdim.

Previous Story

Kısmet’se Yarın İsyandayız!

0 0,00