İKSV tarafından, VitrA sponsorluğunda ve T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle düzenlenen 5. İstanbul Tasarım Bienali 15 Ekim tarihinde açılıyor. Pek çok etkinlik gibi pandemi etkisiyle takviminde ve kurgusunda değişiklik yapan bienalin başlığı, geçtiğimiz yıl Aralık ayında gerçekleştirilen basın toplantısında, küratör Mariana Pestana tarafından, Empatiye Dönüş: Birden Fazlası İçin Tasarım olarak açıklanmıştı. ‘Tasarımın bizi nasıl bir araya getirdiğiyle ilgilenen’ ve ‘ziyaretçilerini, empatinin tanımı üzerine yeniden düşünmeye davet eden’ bienalin başlığı, aradan geçen aylardan sonra, küresel olarak etkisi altında olduğumuz salgın sürecinin bize hatırlattıkları ve yeniden düşündürdükleriyle birlikte, şimdi daha fazla anlam kazandı.
Salgınının küresel boyuttaki etkilerinin büyümesiyle birlikte, “doğası gereği etkileşim ve diyaloğu artırmayı hedefleyen bienal” sergi ve etkinlik yapısını tekrar değerlendirdi. Kurgusu bu doğrultuda yeniden şekillendirilen bienal sergileri, Pera Müzesi ve ARK Kültür’de 15 Kasım 2020 tarihine kadar açık olacak. Bunun yanı sıra, dünyanın her yerinden izlenebilen içerikler de sağlanacak. Ayrıca organizasyon tarafından yapılan duyuru doğrultusunda, “sokaklarına yayılacak müdahaleler, araştırma projeleri ve video serileri” sergiler kapandıktan sonra, 2021 yılı boyunca devam edecek.
‘Empati’nin derinliğinden yola çıkarak tasarıma bakmak
Empatiye Dönüş: birden fazlası için tasarım başlığı üzerinden bienal, tema metninde açıklandığı üzere, ‘tasarımın birbirimizle ilişki kurmamızı sağlayan araçlara, platformlara ve arayüzlere sahip olduğu fikrinden yola çıkarak tasarımı “bağlantılı olma” hâline aracılık eden bir unsur olarak görmeyi deniyor.’ Bunu yaparken de ‘empati’ sözcüğünü, günlük hayatımızda yer edindiği anlamının ötesinde yeniden düşünerek, geçmişten bugüne uzanan seyri üzerinden tasarım ile ilişkilendiriyor.
Son yıllarda meydana gelen doğa felaketleri, çevre sorunları, sosyal ve ekonomik eşitsizlik nedeniyle yaşananlar, zorunlu göçler gibi gündemler nedeniyle üzerine daha fazla düşünmeye ve farkındalığımızı artırmaya çalıştığımız, ‘empati’ sözcüğünü günümüzde başka insanlarla kurulan bir bağı anlatmak için kullanıyoruz. Oysa terimin orijinal anlamı hislerin nesnelere ve doğal yaşama aktarılmasını vurguluyordu. 5. İstanbul Tasarım Bienali empatinin kökenine iniyor. Sözcüğün seyrine, tema metninde şu şekilde yer veriliyor;
“Empati sözcüğü 20. yüzyılın başlarında ortaya çıktı. Yunanca pathos sözcüğünün önüne em ekinin getirilmesiyle birlikte hissetmek anlamını kazanan sözcük, Almancadaki Einfühlung sözcüğünün bir tercümesiydi. Psikoloji çevrelerinde doğan bu terim, bir nesnenin estetik deneyiminin onu izleyenin bedenine nasıl uzandığını tanımlamak, hislerin bir nesneden bir insana aktarılabildiğini vurgulamak için kullanılıyordu. Günümüzde diğer insanların yüz ifadelerini ve hislerini algılama yetisini tarif etmek için kullanılsa da 1900’lerin başında insandan farklı gövdelerin arasındaki ilişkileri de barındıran, çok daha kapsayıcı bir anlamı vardı.
Farklı tarihsel dönemlerde empati, ötekinin bakış açısına, kimi zaman bedensel olarak bürünme, yabancı biçimlere girme, nesnelere dönüşme veya farklı gerçeklikleri ikame etme yetisi gibi anlamlara sahip oldu. Psikolojik, politik ya da estetik bağlamlarda empati; benzeme, taklit, aktarım ve yansıtmayla ilişkilendirildi. Roma ve Floransa’da bulunan müzelerdeki heykelleri gözlemlemenin bedeninde uyandırdığı hisleri kayıt altına alırken erkek mahlası (“Vernon Lee”) kullanan Violet Paget, empatiyi kişinin kendi hayatını bir nesneye ödünç vermesi olarak tanımlıyordu (Lanzoni, 2018).
Bugün, aradan 100 yıl geçmişken, terimin ilk algılanma biçimine dönüş zamanı gelmiş gibi görünüyor. İçinde yaşadığımız ekolojik kriz, maden arama ve keşif çalışmalarına dayalı ilerleme ve kalkınma anlayışıyla doğrudan ilişkili. Aydınlanmadan bu yana Batı düşüncesine egemen olmuş Kartezyen yöntem geçerliliğini yitirmiş durumda. İnsan-sonrası paradigması, her şeyin dünyayla kendi ilişkisini kurduğunu, gerçekliğin tüm canlı ve cansız varlıklar arasındaki bir çoklu-doğal bütün olduğunu belirtiyor.”
Yeni bir alan olarak ‘Mutfak’
Mutfak ve sofra, farklı coğrafyalarda gelişmiş pek çok kültürde üretimin, paylaşımın, birlikte olmanın karşılığı, hem tarihsel ve mekânsal olarak, hem de temsiliyet anlamında. Bu açıdan baktığımızda “mutfak olmasaydı bizler olmazdık” demenin yanlış olmayacağı kadar, geleceğimizin mutfağın varlığına bağlı olduğuna inanmak da yersiz değil. Tam da bu nedenle, ‘birden fazlası için tasarım’ı tartıştığımız durumda, bunu mutfak-yemek-gıda üzerinden masaya yatırmak çok anlamlı. 5. İstanbul Tasarım Bienali, “mutfağı tasarım odaklı düşünmenin ve üretimin merkezine alarak yeni bir çerçeveye oturtuyor, günümüzün ve gelecek yılların ekolojik, ekonomik ve jeopolitik bağlamlarını yansıtmayı hedefliyor.”
Üç bölüm
Bienal, ‘Eleştirel Yemek Programı’, ‘Kara ve Deniz Kütüphanesi’ ile ‘Yeni Yurttaşlık Ritüelleri’ başlıklı üç bölümden oluşuyor.
Eleştirel Yemek Programı her hafta bir bölümü yayımlanacak videolardan oluşuyor. Her biri farklı bir uygulamacı ya da düşünür tarafından sunulacak bölümler, yiyecek alışverişi, tedariki ve tüketiminin günümüz kültürünü etkileyen ekolojik, ekonomik ve jeopolitik koşullarla nasıl ilişkili olduğunu sorguluyor. Mutfaktaki mikroplardan tarımın değiştirdiği peyzajlara, bireysel el hareketlerinden yemek masalarındaki toplu buluşmalara dek uzanan farklı konuları irdeleyecek videolar, bir tasarım biçimi olarak yiyeceğe dair karmaşık, çok ölçekli bakış açıları sunuyor.
Kara ve Deniz Kütüphanesi, bölgedeki ekonomik ve çevresel direnç için yeni araçlar ve sistemler oluşturmak adına Akdeniz havzasında araştırmalar yapan tasarımcılar ve düşünürlerin projelerinden oluşan bir seçki. ARK Kültür’de sergilenecek olan seçki, gıda üretiminin daha az göz önünde olan ağlarına dikkat çekerek toprak ve suyla kurduğumuz ilişki ışığında yetki alanlarını yeniden düşünmek için tasarımı kullanıyor. 15 Kasım’a kadar ziyarete açık olacak sergi sonrasında, 2021 boyunca devam edecek projelerle ilgili gelişmeler bienal kanallarından duyurulacak.
İşbirliği yapılan kurum ve kuruluşlarla yapılan anlaşmalara bağlı olarak değişen biçim ve zamanlarda İstanbul’un farklı noktalarında gerçekleştirilecek Yeni Yurttaşlık Ritüelleri ise, ortak yemek pişirme araçlarından bahçelere ve oyun alanlarına dek uzanan, kent ve sakinleri için güvenle bir arada olmayı, yeniden bağ kurmayı, özen göstermeyi öne çıkaran deneyimler sunan bu projelerden oluşuyor.
Bu program, İstanbul’da yaşayan genç küratörlerden oluşan, temaya yerel bir bağlam kazandırmaktan sorumlu Genç Küratörler Grubu’yla birlikte gerçekleştiriliyor. 5. İstanbul Tasarım Bienali’nin küratöryel ekibinin parçası olan Genç Küratörler Grubu’nda Nur Horsanalı, Ulya Soley ve Eylül Şenses yer alıyor.
Kent, kültür ve yemek etrafında yeniden düşünmek
Genç Küratörler Grubu’nun bir süre önce bienalin Instagram hesabı üzerinden paylaşıma açtığı araştırma ise, yemek, tarih, kent ve kültür etrafında kurulmuş bir okuma sunuyor. ‘Seyyahlık’, ‘Bakır ve Hijyen’, ‘Bostanlık’, ‘Kahvehaneler’, ‘Kendine Yetmek’ ile ‘Yemek ve Paylaşma’ başlıklarını taşıyan içeriklerde, yiyecek, yemeğe erişmek, yiyeceği paylaşmak gibi konular yer alıyor. Özellikle ‘Yemek ve Paylaşma’ bölümü altında yer alan içerikler, pandemi sürecinde yeniden düşündüğümüz pek çok şeyin tarihimizdeki ve kültürümüzdeki yansımalarını önümüze koyuyor. Osmanlı döneminde sultanlar ve devletin ileri gelenleri tarafından kurulan ve ihtiyaç sahiplerine sıcak yemek sağlayan kamu mutfağı imaretler, sokak hayvanlarını düzenli olarak beslemeleri için görevlendirilen mancacılar, Türkiye’de çok eskiden beri yaygın bir gelenek olan askıda ekmek ve sonuçta pandemi boyunca yeniden gündeme gelen dayanışma mutfakları, seyyar aşevleri, veresiye defterleri bu içerikler arasında.