Türkiye güncel sanatında (alfabetik soyadı sırasıyla) Şükrü Aysan, Ahmet Öktem ve Avni Yamaner ile dahil olduğu “Sanat Tanımı Topluluğu (S.T.T.) ile(1) tayin edici bir tarihsel kavşak yaratan Serhat Kiraz’ın yeni kişisel sergisi Transform (Değişken Biçim), Maçka Sanat Galerisi’nde (MSG)(2) izlenime sunuldu. MSG’deki ilk kişisel sergisi Döşem’i de, dilekolay 1984 Şubat ve Mart ayında, kontak baskıları kullanarak ‘mekâna özgü’ biçimde yerleştirme olarak sunmuş(3) Kiraz’ın 2025 tarihli yeni sergisi Transform, kapılarını da galeride ziyarete ‘kiraz zamanı’ açmış oldu. 7 Haziran’a dek yer alan etkinlik, galeride yine ‘görsel, kavramsal ve plastik bir araştırma laboratuvarı’ olma iklimi yarattı. Kendini ‘her biçim ve malzemede var edebilmesiyle’ bilinen bu sanat biçimine sâdık Serhat Kiraz, bir anlamda, 1978’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde S.T.T. ile açtığı(4) “İmge – Gerçeklik Üstüne” temalı grup sergisinden de günümüze uzanan bir eğilim ile, ‘asıl – suret’ ve ‘hayal – hakikat’, ya da ‘olgu ve gerçek’ veya ‘temsil ve doğru’ gibi unsurları, sanatında gözle görülür bir ısrar ve tutarlılık içinde araçsallaştırıyor.
1954 doğumlu sanatçı sayı ve renkleri birbirleriyle kâğıt ve tuval üzerinde kucaklaştırdığı 2025 Nisan-Mayıs-Haziran aralıklı yeni sergisinde de, sayıların ‘iz’leriyle, renklerin uygarlık tarihi ve grafik sanat hafızasındaki kodlarını, analitik, ironik bir tavırla tartışıyor. Sergide, Kiraz’ın üst üste ‘pozladığı’ devasa sayı ‘iskeletleri’yle türetilmiş yatay ve yalın, renkçi ve grafik yoğun, tekil ve çoğul ‘varyantlı’ soyutlamalar ön planda. Sanatçı, kendi içinde izleyenden zaman, merak ve sabır talep ettiği, varoluşun bir bakıma ‘cebr-i daim’ halinde kendisini izleyenle bütünlediği yeni sergisinde özellikle, doğayı algılamamıza vesile olan, yine grafik sanatında temel renklere sadakât ile yaptığı ‘renk çiftleşmeleri’yle, bu ifade ve temsil olanaklarının sınırlarını, yeşil, kırmızı, mavi ve beyaz, sarı ya da yeşil ve gri gibi organik dönüşüm hali ve ‘tabirlerinde’ yokluyor (veya doğuruyor). Kiraz ile, serginin (bitmeyen) açılışında, aklımız ve algılarımıza emanet sayılar ve şarabî renkleri üzerine konuştuk:
Serginizde bize çağrışım uğruna yine çok fazla unsur var. Bunlardan biri ‘yalıtım’. Günümüzde insan için bu ‘gürültü’de adeta yaşamsal bir ihtiyaç olan ‘yalıtım’, eserlerinizde ‘ayıklama’ ve ‘belirme’ dengesiyle bir kez daha kendini inşa ediyor. Eserlerinizde de çok ciddi bir yalıtım çağrısı var. Bu çağrıyla öne sürdüğünüz bir nevî plastik ‘gen’ yine, duvarları bir kareli defteri andıran MSG’de karşımızda. Bu ihtiyaçtaki tutarlılığı, 2025 dünyasında nereye doğru götürebiliriz
Ben buradaki kurguyu, sistematik olarak buraya (MSG) göre kurdum. Bunun nasıl gideceğini de bilemem, çünkü, yaptığım işler hep mekânla ilgililer. Aslında şunu tartışmak gerekiyor: Ben sergileme değil, ‘sergi’ yapıyorum. Burada sergileme dışında farklı bir tavır var ve ben, bütün bunları da bu sergiye göre tasarladım. Bunu geldiği sırada, Süreyyya Evren ile de konuşurken, kendisine ‘Acaba,’ dedim, “Bu resimleri olduğu gibi bir küratöre versem, benim buradaki ‘sergileme’ için ürettiğim yapıyı da bulabilir mi?” Çözer mi? Yani bilim adamı nedir? Bilmece çözüyoruz, değil mi? Bilim ile din arasındaki fark da buradan kaynaklanır: Birisi, varolan şeyin nedenlerini gidip araştırırken, öbürü oturduğu yerden, Tanrı’nın onu bulmasını ister.
“Masalların Biçimi Nasıl Değişir?”
Yani şeytanın aklına uyalım: ‘Soyutlama’ bir oto-sansür, hatta alenen sansür olmasın sakın?
Vallahi soyutlama hem sansür, hem oto-sansür. Benim yapmak istediğim şeye bağlı. Ben, bunun içinde istediğim şeyi sansürleyebilirim de. Sergide yine ‘sembol’ hakkında, Yunanca ‘Symbolon’dan gelen bir parça yaptım. Hani kadın, çocuklarını eline alacakken madalyonunu böler, birini birine, diğerini ötekine veriyor ki, belki ileride birleştirilebilsinler… Sembollerin dili bu ve sergi de aslında bunun üzerine kurulu diyebiliriz. Kendi içinde biten, bu derdi anlatmaya çalışan yapıyı çözdüğün zaman, benim burada yapmaya çalıştığım ‘Transform’un da ne anlama geldiğini çözüyorsun. O, 1, 2’nin ardından renklerin niye bir daha olmayıp, aynını tekrarladığını vb. İşte bununla gelen öbür hikâyeleri de ‘uydurunca’, o ‘soyutlama’ dediğin şey, o sorunun cevabına da varabiliyor. Meselâ masalların biçimi nasıl değişir? Ya da Noel Baba hikâyesi, Kuzeyde niye, bizde niye farklıdır?
Normlar, ya da doğal halleriyle, doğaçlama var olanlar bir şekilde evriliyor. Kendi tutarlılıklarının kaosuna gömülüyorlar. Öyle mi?
Tabii, siyasi şeyleri de öyle yapabiliyorsun. Örneğin ben bu sayılara başlamadan evvel, öğrencilere ‘Puzzle’lar çizdirmiştim. Dedim ki, bu ‘Puzzle’ların bir kâğıdına ‘uyumlu’ renkleri yan yana koyun. Diğerlerine de ‘kontrast’ olanları koymalarını istedim. Bu açık – koyu olanların bir tanesine baktık; yüzeyde ‘homojen’ bir yapı ortaya çıktı. Diğerinde ne oldu? İki ayrı kutup halinde, bir ‘büyük çatışma’ belirdi. Sonradan, aklıma şu geldi: İnsanları ‘demografik yapı’ olarak da yerleştiriyorsun ya, farklı düşünceler, yapı ve etnik kültürlere sahip insanları bir araya yerleştirirsen, o kendi içinde birbirleriyle uyumlu hale gelecektir. Ama, bunları birbirlerinden ayırırsan, o zaman bir savaş ve çatışma toplumu haline gelebiliyor. Yani söylediğin o sansür / otosansür konusu da işte burada beliriyor: Bir şeyi neyin ne kadar gerisine gizleyebiliyor, ardında nasıl bir söz söyleyebiliyorsun?
Peki işlerinizde, sergilerinizi oluşturan unsurlarda ast üst dengesi, imajlar arasında bir kıdem sıkıntısı yaşadığınız oluyor mu? Bu mevcut ise, hangi ölçütleriniz söz konusu? Bu sergi derken, MSG’ye özgü bir sergiden söz ediyoruz ama, çalışmalarınızda hiç demografik ve demokratik toplum yapısına da referanslar alır mısınız ?
Bu resimlerde kendi içinde ‘biten’, aynı zamanda birbirine bağlı yapılarda mümkün de olabiliyor. Bu sergide, altı deseni ‘camlı resimler’ olarak MSG’ye yerleştirdim. Böylece bunların, öbür resimleri de kendi içlerine almalarını istedim. Parlak – mat cam konusu üzerinden, mekân yansıması olarak, onların mekânı daha büyük göstermeleri söz konusu oldu. Bu, bir nevî seramik sistemi gibidir. Öbür renklerle bunları aynı boyda yaptım. Seramiğin kendini tekrarı gibi, sanki onlar ‘burada yokmuş gibi’ de durabildiler. Böylece mekân içinde bu işler daha ‘renksiz’ de durabildi. Ancak MSG ‘niş’inin içindeki desenim ise ‘gri’dir. Bunun bir tanesi daha arkada, camlı biçimde içeridedir.
“Resim, Kendiliğinden Oluşuyor”
Orada işin içine ‘karar verme dengeleri’ girer. Neye göre karar vereceksin? Ama ikisi de aynı. Dikkat edersen, bu resimlerde sarı ile mavi üst üste geldiği zaman ‘yeşil’ oluyor. Herhangi bir yere keyfi olarak yeşil süremiyorsun! Ama üstteki mavi, sarının üzerine gelince, daha mavi-yeşil yapabiliyorsun. O zaman mavi daha yakın oluyor veya sarı üstte ise, diyelim ki sarı-yeşil yapabiliyorsun. Bu mavi için de geçerli, mor oluşturabiliyor. Dolayısıyla resim, kendiliğinden oluşuyor ve böylece, resim sanatındaki o ‘kompozisyonda koyuluk – açıklık’ gibi şeylerin de, tartışılabilir hale gelmiş olması gerekiyor. Öğreti farklılaşıyor. Bu sistem aslında, şimdiki, bilgisayarda kullandıkları ‘Transform’ sistemi.
İşlerinizde izleyiciye sürekli bir sarkaç yoldaşlık ediyor sanki: Bunlar ne zaman organik, ne zaman inorganik şeklinde sordurması gibi. Bu da bir ritm gibi. Işıktan, mekândaki sosyallikten, birbirlerinden ne kadar beslendikleri gibi bir sürü unsur, bu sergide buluşuyor değil mi?
Tabii, hesaplıyorum, meselâ, içerde beyaz ışığın içine sinmiş üç iş var ve bunlarla, üç de ışık (Sarı, Kırmızı, Mavi) koydum. Şimdi, bunların bir tanesini var edip, öbürünü gözardı edemeyiz. Biri boya ile elde edilen renkler, öbürü ise günışığının içinde var olanlar. Kristal kullandığın zaman da bunun üzerine, bakıp ‘biçimler’i oluşturuyor ve teoriler oluşturabiliyoruz. Sorunun cevabı biraz da bunun içinde duruyor olması lazım. Gri nerede? Gri, boş olarak hepsini kapsayan bir taşıyıcı, ‘container’ oluyor. Onun için de renklendirebiliyorsun. Renge sen karar veriyorsun.
“Her şey Değişir mi? Değişmez var mı?”
Yani söylediğin bu tartışma hâlâ devam ediyor: Yüzey boş mu? Varlık mı, bilgi mi? Her şey değişir mi? Değişmez var mı? Değişmezler de var. Burada da kendi boyutları, desen vb. değişmiyor aslında. Altyapı değişmiyor ama üstyapıdaki ‘kodlara’ göre her şeyi değiştiriyoruz. Meselâ her şey ‘atom’dur derken de, belki onu kastediyorlardı. ‘Bildiğimiz insanlar’ın, okuduklarını bize anlatırken bile neleri kastettiklerini, aslında biz anlıyor muyuz, yoksa anlamıyor muyuz? Sorunlardan bir tanesi de o. İnsanları anlamaya çalışıyoruz. Ama neyi kastediyorlar, bizden gizledikleri bir şey var mı, yoksa her şey gözümüzün önünde mi?
Veya, bir insanla bir konuda anlaşmak: Bir münakaşayı doğurur mu, öldürür mü?
Evet. Orada dikkat edersen üç tuval var ve ‘sıfır’ orada, tuvallerin bir tanesinden doğuyor. Sekiz, dokuz, sıfır oluyor. Sıfır doğuyor. Sonra, sekiz yok oluyor, dokuz, sıfır, bir oluyor… bir doğuyor, öbüründe dokuz yok oluyor, sıfır, bir, iki kalıyor. Sonra içeri geçiyorsun, yeni yapılacak gibi, ama oradaki bir, öbür yandaki bir ile aynı renkte değil. Başka bir renge dönüşüyor. İçerdeki ise tekrar başlıyor. İki, üç, dört olarak devam etmeye başlıyor…
Bu sergi değil, metafizik bir gözlemevi olmuş.
Aynen. Birle ikiyi, diğerlerini üst üste çakıştırdım. Serginin güzergâhını da ona göre yerleştirdim. ‘Düşüncenin gözlemevi’ olarak düşündüm. İzleyici onu çözmek isterse çözmeyi düşünür. Ama çözmek istemeyebilir de. Bu dünyaya geliyorsun, gidiyorsun…
Sergi alanı içerisi ve dışarısı adına konuşalım: İşlere katılım ve dokunulmazlık konusuna ne kadar değinebiliriz?
Burada öyle bir şey yok. Zaten resim olarak duvara astım. Camlı çerçeveler var ki, onları niye koyduğumu zaten anlattım. İsteseydim o desenleri, direkt tuval üzerine veya duvara yapıştırıp da koyabilirdim. Altı desen, altı desendir o. O sistemde yedincisini yapamazsın. Çizemezsin.
Çalışmalarınızdaki bu ‘üst üste pozlama’ hali ile sayılara yaptığınız göndermeler, bir bakıma da fiziki haritaların yükselti ve alçaltılarına da, sismik biçimde referans veriyor olabilir mi ? Sığlık ve derinlik, sabitlik ve değişkenlik sanatınızda nereye konulabilir?
Haklısın, zaten o da ‘sayı’ oluyor zaten. Zaten bu da, gözleme dayalı ve insanlar o esnemeyi, yükseliş ve alçalışı gözlemleri ile fark ediyorlar. Ben, bunu resim içine de yerleştirdim. Yani bu sistemde de ‘yok olanı’ da görebilirsin. Sistemi çözersen, gelecek olanı da görebiliyorsun. Resimde, bu sayılara baktıkça, beyin devreye girerek, öbür sayıları da görmeni sağlıyor. Bu sayılar tamamlanıyor. Ve o çok tartışılan kompozisyon alanları da burada kendiliğinden oluşuyor. Sen bunu kendiliğinden yapamıyorsun. Diyelim ki mor, resimdeki o alanda olabiliyor. Ardından, mavi oluyor…
Referans ve dipnotlar:
https://www.sanattanimitoplulugu.org/STT’nin%20Tarihi.htm
https://www.mackasanatgalerisi.com/
https://www.mackasanatgalerisi.com/2021oncesiturkce/Exhibitions/Serhat-Kiraz-1983–1984-0
https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/207542
28. Sayı şimdi basılı ve dijital versiyonuyla satışta!
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Basılı dergi siparişiniz 1-5 iş günü içerisinde adresinize teslim edilir. Dijital sayı siparişiniz ise e-posta adresinize PDF olarak gönderilir.