Sinek Gibi: Absürt Bir Gerçeklik, Duyarsızlığa Bir Çentik - ArtDog Istanbul
Öner Erkan. Sinek Gibi.

Sinek Gibi: Absürt Bir Gerçeklik, Duyarsızlığa Bir Çentik

Hazal Beril Çam’ın yazıp yönettiği "Sinek Gibi", kadın cinayetleri ve toplumsal şiddet karşısında giderek silikleşen tepkilerimizi absürt-komedinin sınırlarında sorguluyor.

/

Prömiyerini 61. Antalya Altın Portakal Film Festivali – Ulusal Kısa Film yarışmasında gerçekleştiren Sinek Gibi (2024), otobüs beklerken korkunç bir olaya şahit olan genç bir kadının arkadaşlarıyla yaşadığı tartışmalara odaklanıyor. Film, başta kadın cinayetleri olmak üzere birçok toplumsal olay sonrasında içerisinden geçtiğimiz travmatik süreçler ve akabinde gelen duyarsızlaşma üzerine ironik bir anlatı yapısı yaratıyor. Başrollerinde Cansu Saka, Ecenur Ateş, Naz Buhsem ve Öner Erkan’ın yer aldığı filmin senaristi ve yönetmeni Hazal Beril Çam, hem filmle hem de festival süreciyle ilgili sorularımızı cevapladı.

Sinek Gibi, her gün sosyal medya platformlarında okuduğumuz toplumsal olayların gündelik hayatımıza olan etkilerini absürt-komedi türünün konvansiyonlarını kullanarak ele alıyor. Böyle bir konuyu komedi perspektifinden ele almanızdaki motivasyonlar nelerdi?

Toplumda her gün yaşadığımız ya da şahit olduğumuz şiddet olaylarının sayısı ve yoğunluğu o kadar fazla ki, zamanla bunlara karşı hissizleşiyoruz. Bu da yalnızca şiddetin kendisini değil, ona verdiğimiz tepkinin de silikleşmesini beraberinde getiriyor. Benim derdim de tam olarak bu noktadaydı: böyle bir ortamda, hâlâ kendi derdinde kaybolan, kendini merkeze alan insanın gülünçlüğünü anlatmak. Bunun için de absürt komedinin olanaklarını kullanmak istedim. Çünkü bu ton, bizi gerçekle aramıza belli bir mesafe koymaya ve o mesafeden tekrar bakmaya davet ediyor. Normalde dramatik olarak işleyeceğimiz bir sahneyi bu kez başka bir duyguyla —belki gülerek, belki de utanarak— algılamamızı sağlıyor. Ortaya çıkan şeyin ne kadar komik ya da rahatsız edici olduğuna seyirci karar verir elbette, ama benim yapmaya çalıştığım şey, gündelik hayatın içinde olup biten, artık bize tuhaf bile gelmeyen şeylerle bu duyarsızlık hâlini yan yana getirmekti. En absürt olana bile nasıl bu kadar hızlı alışabildiğimizi, farkında olmadan neleri kanıksadığımızı hatırlatmak istedim.

Yönetmen Hazal Beril Çam.

Sinek Gibi’de üç kadın arasında gelişen diyaloglar, filmin en önemli ve belki de en güçlü noktası olarak öne çıkıyor. Filmin senaryosu ve özellikle de diyalog yazımı üzerinde çalışırken ilham aldığınız ve referans olarak belirlediğiniz sinemasal yapıtlar var mı?

Sinek Gibi’nin senaryosunu yazarken doğrudan belli bir eserden yola çıkmadım. İzlediğim, okuduğum, aklımda kalan ne varsa bir şekilde karışıverdi. Her şeyden biraz etkilendim diyebilirim. Mesela Michael Haneke’nin filmleri, şiddetin toplumdaki sıradanlaşması ve bu durum karşısında toplumsal hafızanın zayıflığı gibi konular üzerine düşünmemi sağlayan yapıtlar. Bu filmde de benzer bir meseleden yola çıktım diyebilirim. Ama kişisel anlatım tarzım ve karakterim bu ciddiyeti Haneke’nin yaptığı gibi doğrudan ve sert bir dille aktarmaya çok uygun değildi; bu yüzden meseleyi daha absürt ve ironik bir yerden ele almayı tercih ettim. Komediyle dram arasında gidip gelen bir ton kurmaya çalıştım. Bu anlamda Roy Andersson’un gerçekliğin içindeki garipliği öne çıkaran dili veya Ruben Östlund’un çelişkili, çoğu zaman rahatsız edici karakterlerini absürt bir tonla, özellikle diyaloglar üzerinden inşa etme biçimi beni çok besledi. Bunun yanında Woody Allen ve Noah Baumbach’ın gündelik hayatı merkeze alan ama karakter çatışmalarını ince ince işleyen doğal diyalog yapıları, filmi izlerken o dünyanın içinde kalmamı sağlıyor ve ilgimi canlı tutuyor. Az karakterli ve sınırlı mekânda geçen hikâyelerin de bu tür ilişkileri kurcalamak için güçlü bir zemin sağladığını düşünüyorum. O yüzden bu tarz filmleri seviyorum.

Filmin senaryo aşamasında yer alıp yapım sürecinde çıkarılan veya kurgu masasında atmaya karar verdiğiniz (ya da atmayı düşündüğünüz) sahneler oldu mu? Varsa bu değişikliklerin filmin anlatısına olan etkileri sizce nedir?

Senaryo sürecinde aslında filmin girişinden önce yaklaşık 10 sayfalık bir akış daha vardı. Karakterlerin o absürt olaya maruz kalmadan önceki hâllerini izliyorduk—gündelik hayatın akışında kaybolmuş, sıradan ama çok tanıdık insanlar. O bölümlerle karakterleri daha yakından tanımayı planlamıştım ama sonra fark ettim ki… onları bu kadar yakından tanımamıza gerek yok. Çünkü filmdeki mesele, karakterlerin geçmişini anlamaktan çok, bugünkü reflekslerini ve duyarsızlıklarını göstermekti.

“Zor Olan, Her Koşulda Doğru Tepkiyi Verebilmek”

Hayattaki her davranışın arkasında bir neden aramak, bizi çoğu zaman haklılık üretmeye götürebiliyor. Bir noktadan sonra herkesin, hatta bir seri katilin bile “haklı” bir yanı çıkabiliyor. Karakterlerin böyle bir alana sığınmasını istemedim. Bahane üretmelerine gerek kalmadan, verdikleri ya da veremedikleri tepkilerle kendi zaaflarını görünür kılmak istedim. Çünkü zor olan, her koşulda doğru tepkiyi verebilmek. Kolay olan ise kendi dertlerinin, alışkanlıklarının, önceliklerinin arkasına saklanmak. Onun dışında kurguda neredeyse hiçbir yeri atmadık—atamadık. Zaten senaryo gereği herhangi bir zaman atlaması olsun istemiyordum. Ama teknik imkânsızlıklar da bunda etkili oldu. Sete girdiğimde filmin kurgusu kafamda çok netti, sahneleri de ona göre çektik. Sanki elimizde sınırlı sayıda makara varmış da montajı sette yapıyormuşuz gibi ilerledik. Zaten sadece iki gün sete çıkabilecek kadar bütçemiz olduğu için “bir take daha alalım” ya da “bu sahneyi bir de şuradan görelim” demek gibi bir lüksüm yoktu.

Sinek Gibi filminin başrollerinde Cansu Saka, Ecenur Ateş, Naz Buhsem ve Öner Erkan oynuyor.

Filmde devasa bir martının yoldaki bir kadını kaçırdığı absürt fakat çok da gerçekçi bir sahne yer alıyor. Yüksek bütçeli filmlerde bile göze batabilecek bu denli riskli bir sahnenin mizanseni, tasarımı ve prodüksiyonu hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Burada bu sahnenin mimarı olan compositing artist’imiz Çağrı Yenen’i anmadan geçmek olmaz. Neyse ki senaryo aşamasında projeye dâhil oldu ve sete de geldi. Çünkü biz bu efekti —özellikle kaçırılma anını— nasıl çekmemiz gerektiğini bilmiyorduk. Çağrı, sette bizi yönlendirdi ve sonrasında görsel efekt ekibiyle birlikte harika bir iş çıkardılar. Hepsinin eline, emeğine sağlık. Ama hep derler ya, “ilk filminizde büyük riskler almayın” diye… Şimdi dönüp bakınca, bu kadar şehrin ortasında, kalabalık sokaklarda geçen, onlarca figürasyon barındıran, hayvan içeren ve büyük bir VFX çalışması gerektiren bir film çekmeye girmek biraz delilikmiş. İlk filmini çeken bir yönetmen olarak tüm bu koordinasyonu sağlamak gerçekten zordu. Ekip arkadaşlarımla bir şekilde üstesinden geldik ama teknik sorunlarla boğuşmak yerine, ekranda gördüğüm oyuna daha dikkatli bakabilmeyi isterdim. Çünkü yolun ortasında film çekince ister istemez “gelen geçen kameraya bakıyor mu acaba?” diye düşünüyorsunuz ya da müziğini kısmayı kabul etmeyen mekân sahipleriyle set sırasında birebir pazarlık yapmanız gerekebiliyor.

Sinek Gibi, prömiyerini Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleştirdikten sonra başarılı bir festival süreci geçirmeye devam ediyor. İlk filmini çekmiş bağımsız bir kadın sinemacı olarak sinema/festival/medya sektörüne dair ilk gözlemleriniz nelerdir ve sizin gibi bu yolculuğa çıkmak isteyen genç sinemacılara verebileceğiniz önerileriniz var mı?

Festival süreciyle ilgili söyleyebileceğim şey şu: bu işin başında, açıkçası bu sürecin bu kadar zahmetli olacağını pek kestirememiştim ve dolayısıyla bütçe planlamasını da ona göre yapmamıştım. Zamanla anladım ki, özellikle kısa filmler için festivaller seyirciyle buluşmanın neredeyse tek yolu. O yüzden başvuru stratejisi, takvim takibi ve iletişim süreci en az filmin kendisi kadar özen istiyor. Benim de bu filmin festival sürecinde yaptığım pek çok amatörlük oldu: bazı festivallerin yönetmeliklerini iyi okumadım, bazı başvuruların tarihlerini kaçırdım, hatta bazı festivallerden hiç haberim bile yoktu. Bir de şu var: özellikle yabancı festivallerde, gönderdiğiniz Vimeo linkinin hangi ülkede açıldığı görülebiliyor. Bazı festivallerin filmi hiç açmadığını fark ettim. Bu da sanırım filmin oraya nasıl ve kim aracılığıyla ulaştığıyla ilgili. O yüzden ilk filmini çekecek arkadaşlara en net tavsiyem şu olur: festival süreci için mutlaka ayrı bir bütçe ayrılmalı ve bu işlerden anlayan biriyle çalışılmalı. Film bittikten sonra da hâlâ çok iş var.

ArtDog Istanbul 28. Sayı100,00250,00Mayıs – Haziran 2025

28. Sayı şimdi basılı ve dijital versiyonuyla satışta!

ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.

Basılı dergi siparişiniz 1-5 iş günü içerisinde adresinize teslim edilir. Dijital sayı siparişiniz ise e-posta adresinize PDF olarak gönderilir.

Başarılı

Previous Story

Sayfadan Perdeye Uyarlanan 10 Film

0 0,00