Sanat öğrencileri, bir yandan sanatçı olmak yolunda kendi üslup ve kimliklerini inşa etmeye çalışırken bir yandan ekonomik, etik, toplumsal pek çok sorunla başa çıkmak zorunda kalıyor. Sorunların temelinde ekonomik zorluklar ve fırsat eşitsizliği yer alırken, bu sorunların kaynaklık ettiği başka problemler baş gösteriyor. Bir engeli aşarken aniden diğer bir engelle karşı karşıya kalan öğrenciler, durumu kabullenmeye razı olmasalar da kendilerine çeşitli çıkış yolları aramaya ve diğer öğrencilerle kolektif dayanışma içerisinde olmaya çalışıyorlar. Sanat bölümlerinde ders veren akademisyenler durumun farkında olsalar da destek vermek konusunda yeterli olamıyorlar.
ArtDog Istanbul olarak konuyu gündeme getirmek adına akademisyenlerden görüş aldı ve farklı üniversitelerin sanat bölümlerinde öğrenim gören öğrencilerle konuştuk. Bu sohbetler sırasında, öğrencilerin gündeme pek getirilmeyen ve ekonomik sıkıntıların ötesine sıçrayan sorunlarla baş etmek zorunda oldukları açığa çıktı. Okurken gelir elde etmek amacıyla sanatçı asistanlığı yapanların uğradıkları taciz ve hak ihlalleri bunlardan biri.
Anadolu Üniversitesi’nde Grafik Sanatlar Bölümünde okuyan ve bir yandan geçimini sağlamak için çalışan Melike Melena, sanat öğrencilerinin çektiği maddi sıkıntıları kendi deneyimleri üzerinden dile getirdi.
“Bir dahaki sefere belki alamam korkusuyla elimdeki malzemeyi korka korka kullanmak çok can sıkıcı ve tabii ki bu durum üretim pratiklerime de etki ediyor. Bir daha alamazsam korkusu, insanı maalesef istifçi olmaya zorluyor. Bu endişeler de üretime yansıyor, daha büyük boyutlarda çalışmak ya da daha pahalı malzemelerle çalışmak hayal olmaya başlıyor ve kendini kısıtlamak zorunda kalıyorsun.”
“Sanatçı asistanlığında inanılmaz sömürü var.”
Melike’nin dikkat çekmek istediği bir diğer konu da öğrencilerin “en azından kendi alanımla ilgili bir işte çalışayım” düşüncesiyle sanatçı asistanlığı yapmaları ve orada da sömürüye maruz kalmaları oluyor:
“Garsonluk yevmiyesi fiyatına sanatçı asistanlığı yapan arkadaşlarım oldu, ben de yaptım. En azından network kurarım ya da bu sanatçı elimden tutar diyorsun ama sonunda elinde bir şey kalmadığı çok zaman oluyor. Tabii ki deneyim kazanıyorsun ama beklediğin gibi bir karşılığı asla olmuyor. Aksine sanatçının eserini yapmasında çok büyük bir katkın olduğu halde adın geçmiyor ya da önünde günler geçirdiğin eser büyük paralara satılsa da adil bir sanatçı değilse komisyon almak çoğu zaman mümkün olmuyor. Bahsettiğim şey sanatçının getirgötür işlerini yapmaktan daha fazlası.
Şimdiye kadar sanatçı asistanlığından belli bir noktaya gelmiş kişi sayısı çok azdır. Aynı yollardan geçiyorsun seni anlamasını bekliyorsun ama o da içinde yetiştiği sisteme uyumlanmış. Özetle sanatçı asistanlığında inanılmaz bir sömürü var. Sanatçıların tacizinden bahsetmek bile istemiyorum. Özetle, sanatçının kendisini gösterdiği belli bir nokta var, belki kişisel bir sergisi belki belli koleksiyonerlerin listesine dahil olmak gibi, oraya kadar yaptığın ne varsa sömürüye dahil oluyor.”
“Hayatta kalma çabası sanatı icra etmeye izin vermiyor.”
Son olarak Melike, sanatçı destek fonları ve genç sanatçılar için düzenlenen sergilere dahil olmanın zorluklarından bahsediyor:
“Son olarak şunu söylemeden geçmek istemiyorum. Gerçekten daha yolun çok başında, daha adı sanı bilinmemiş bir sanatçıysan malzemeyi hallettin geçindin ürettin diyelim; belli çevrelere, kurumlara, sanat ortamlarına dahil olmak çok zor.
Bu çevrelerle, galerilerle, koleksiyonerlerle iletişime geçen, tanışan; çok iyi yorumlar aldığı halde tutunamayan çok sanatçı var. Sergilere dahil olamama, fonlara, komünitelere bir türlü ulaşamama, bunların bu bu kadar ulaşılması ve erişilmesi zor olduğunu farketmek hayal kırıklığı yaşatıyor. Evet çok fazla sanatçı destek fonu var gibi görünüyor ama talep yoğunluğuna nazaran destek cok az ve kabul almak gerçekten kolay değil.
Başaramadıkça, bir fon veya sergi projesine dahil olamadıkça bu kısır döngü büyük bir aidiyetsizlik ve güvensizlik hissi doğuruyor. Bizim gerçekten hem politik gündemimiz hem ekonomik zorluklar hem de her alana yayılmış görünür/ görünmez sömürü sistemleri o kadar büyük bir yer işgal ediyor ki hayatımızda. Kısacası, bu hayatı sanat için yaşamak isterken, hayatta kalma çabası sanat icra etmeye izin vermiyor.”
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümünde yedinci yılını geride bırakan Bilge Abur, kendisiyle birlikte diğer sanat bölümlerinde okuyan arkadaşlarının da ekonomik sorunlarına dikkat çekiyor ve tıpkı Melike gibi o da okurken düşük ücretli işlerde çalışmanın zorluklarına değiniyor:
“Küçüklüğümden beri istediğim tek mesleğe göre bölümümü seçerken, lisede kazanç sağlayabilecekleri bölümlere yönelen arkadaşlarımın yanında hep belli geçim sıkıntıları çekeceğimin farkındaydım. Yine de şunu açıkça söylemem gerekir ki resim okumanın öğrencilik yıllarında diğer güzel sanatlar bölümlerine göre daha tolere edilebilir harcamaları ya da çözümleri olduğunu düşünüyorum.
Resim öğrencileri olarak üretimimizi yapabilmek için bir kağıtla basit bir kalem bile kullanabiliyoruz. Derslerini verebilmek için her hafta yüksek meblağlar harcayan sahne dekorculardan da, kısa bir film çekebilmek için pahalı ekipman ve çok sayıda insan gücü ihtiyacı olan sinemacılardan da, işleri tamamen baskı üzerine olup ozalitlere korkunç paralar ödemek zorunda kalan grafik tasarımcılardan da daha tuzu kuru bir öğrencilik yaşadığıma eminim.”
“Öğrencilerin elinden çıkan resimlere kendi imzalarını attılar.”
Bilge, diğer sanat bölümlerinin malzemelerinin Resim Bölümüne göre daha maliyetli olduğunu söylese de iş meslek icra etmeye geldiğinde Resim Bölümü öğrencilerinin kendi alanlarında bir iş bulmakta daha fazla zorluk çektiklerini belirtiyor:
“Kendi paramı kazanma ihtiyacı ortaya çıktığı zaman, bir resim öğrencisi olarak piyasada en yer edinemeyen öğrenci gruplarından biri olduğumuz çok daha net bir şekilde kendini gösterdi. Sinemacı arkadaşlarım setlere gidip kendi mesleklerinde pişmeye, grafikçi arkadaşlarım freelance işler alarak kendi alanlarında çalışmaya, sahne dekorcular da hiç yoktan kostüm eskiterek yine bölümleriyle ilgili işler yapmaya başlayabildi. Tabii ki öğrencilik dönemlerinde bu saydığım insanların hiçbirine gerçek değerleri verilmedi, orası ayrı bir konu.
Bir resim öğrencisi ve sanatçı adayı olmanın en zor yanı kendi işini yapmayı sürdürüp aynı zamanda bundan para kazanmak. Bu yüzden de resim öğrencileri genelde çizimle ilgili ama resimle hiç ilgisi olmayan işler yapmak zorunda kalıyor. Eli kalem tuttuğu için dövmecilik sektörüne girip, belli yaşam standartını oturttuktan sonra da bu işi bırakamayan çok arkadaşım oldu. Bir setten ötekine koşup duvar eskitmesi yaparak geçinmeye çalışan çok arkadaşım oldu. Belki de en acısı, fabrikatör ressamlar tamamen atölyelerinde çalıştırdığı öğrencilerin elinden çıkan resimlere kendi imzalarını atıp bu resimlerden büyük paralar kazanırken hakkını alamayan çok arkadaşım oldu.”
“Piyasaya girmek kendini pazarlayabilmekle paralel ilerliyor.”
Bilge son olarak sanat piyasasının yerleşik sisteminin gerekliliklerini yerine getirmeyen ve fırsat eşitsizliklerini kabullenmeyen sanatçı adaylarının sistem içerisinde kaybolduğunu dile getiriyor:
“Bu yıl Mimar Sinan’daki yedinci yılım geride kaldı. Bu yedi yılın dört yılında çalışmam gerektiği için henüz bir diplomam bile yok. Diplomam olsa dahi sanat piyasasının ortasına oturmuş çoğu insanın oraları terk etmeyip genç nesillere yer açmayacağının farkındayım. Yer açan tek tük oluşumun bir kısmı sanatçı adaylarını finanse edecek geliri olmadığı için elinden gelenin en iyisini yapmasına rağmen yetersiz kalıyor.
Destek olabilecek diğer kişi ve kurumlar ise bu işe para gözüyle baktığından satılabilir olanın peşinde koşup sanatın inceliklerinden ve vizyonundan uzak bir seyirde ilerliyor. Bunların yanında sanat ve sanatçı kavramlarının gittikçe bulanıklaştığı bir zamandayız. Herkes sanat yapıyor ve herkes sanatçı, piyasaya girebilmek de kendini pazarlayabilmekle paralel ilerliyor ne yazık ki. Kısacası Türkiye’de bir resim öğrencisi ve ressam adayı olmak çok zor. Eğer kendinizden taviz vermeyecekseniz, ayıya dayı demeyecekseniz ve altı boş yüksek egolarınızı konuşturmayacaksanız çok zor.”
“Harcamalara yetişmekte zorlandığımızı kimse anlamadı.”
Yalova Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü öğrencisi Melisa Yalçıntaş da bu bölüme girerken masraflarının çok olacağından habersiz olduğunu ve hem bölüm hocalarının hem de ajans patronlarının bu konuda destek olmak şöyle dursun öğrenciye maddi manevi zorluk çıkarttığını kendi deneyimlerine dayanarak anlatıyor:
“Grafik tasarım bölümünü daha lisedeyken seçmiştim. Kendi sevdiğim işi yapabilmek için bölüme bu kadar para yatıracağımdan habersizdim tabii. Bilgisayar alırım, zaten programlardan tasarım yapıyoruz şeklinde düşünüyordum. Temel sanat derslerimiz için kalem, kağıt, mürekkep, linol, merdane, ahşap… Bunları alabilmek için çalışmam gerekiyordu. Aldığım burs -ki burs bile değil kredi- temel yaşam ihtiyaçlarımın çok az bir kısmını karşılayabiliyordu. Şu an dördüncü sınıfı bitirmek üzereyim ve bu süreçte bölümdeki hocalar, birlikte sergi yapacağız diye öğrencilerinin ozalitçilerde cüzdan bırakmasını gerektirecek isteklerde bulundular.
Her bir uykusuz geceme değer fakat bu harcamalara yetişmekte zorlandığımızı kimse anlamadı. Bölümdeki yetkili kişilere bunların bize fazla geldiğini en azından iki pafta değil de bir pafta yapmayı önerdiğimizde ‘saçını yaptırabiliyorsun ama’ gibi saçma tepkilere maruz kaldık. Bundan dolayı ajanslarda çalışmaya başladım. Ajanslar da bir grafik tasarımcısının sadece tasarım yapmaması gerektiğini savunuyorlardı. Bana hem fotoğraf çekme görevleri hem de röportaj görevleri veriliyordu. Bir yandan kendimi geliştirmeye bir yandan para kazanmaya bir yandan da öğrenciyi her anlamda sömürmeye çalışan ajans patronlarıyla uğraşıyordum. Üstelik çalışmalarımın karşılığını asla alamıyordum.”
“Sektörde herkes kendi egoları altında birbirini ezmeye çalışıyor.”
Melisa, işverenlerin sanat ve tasarım öğrencilerinin her an çalışmaya ve üretmeye hazır olduklarına dair algıya karşı çıkıyor ve işletme sahiplerinin öğrenci çalışanlarına davranış şekillerine tepki gösteriyor:
“Freelance çalıştığım zamanda ise işletme sahipleri, gecenin üçünde çalışanlarını arama haklarına sahip olduklarını düşünüyorlardı. Bu artık öyle bir boyuta gelmişti ki gece telefonlarını açıp afiş yapmadığım için beni işten çıkartmışlardı. Eğer tasarımcıysanız size her dakika her saat ulaşabileceklerini düşünüyorlar hatta getirgötür işi bile yapabileceğinizi. Tasarımcı her şeyi yapar gibi absürt düşüncelere sahip bazı narsist patronlarla çalıştım. Bu süreçte mesleğimden soğumamak için elimden gelen her şeyi yaptım. Verecekleri üç kuruş için etraflarında dört dönmemi beklediler.
Özetle bu sektörde herkes kendi egoları altında birbirini ezmeye çalışıyor bizler de ortaya özgün bir tasarım koymaya çalışıyoruz. Sesinizi çıkarın onlar bastırdıkça siz daha yüksek bağırın yoksa ezilip gidersiniz bu sektörde. Egoist, cimri, ne istediğini bilmeyen, en kötüsü de tacizi ve hak ihlallerini normalleştiren patronların ve müşterilerin piyasadan yok olması dileklerimle.”
Akademisyenlere Sorduk
Mevcut durumu bir de akademisyenlere sormak istedik. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Anasanat Dalı Öğretim Üyesi Dr. Can Aytekin, hem ekonomik zorluklara dikkat çekiyor hem de genç sanatçı adaylarını şevklendirmek istiyor:
“Sanat okulunda okumak her yerde her zaman diğer bölümlere göre daha pahalıdır. Bunun nedeni sürekli çalışma ve üretim gerektiren malzemelerin pahalı olmasından kaynaklanıyor. Okulda atölyelerin imkanlarını kullanmak ve bazı malzemelerin toptan satın alınması her şeyi kapsamıyor ne yazık ki. Son yıllarda artan öğrenci sayısı, yaşanan ekonomik krizin giderek derinleşmesi, çoğu ithal sanatsal malzemelerin fiyatlarının artması herkesi olumsuz etkiledi. Üniversitelerin tektipleşmesi bizim okulda Akademi’den kalan atölyedeki usta-çırak eğitimini olumsuz etkiledi. Ayrıca sanat eğitimi için sadece okul ortamı yetmez, dışardaki sergileri, sanatsal etkinlikleri takip etmek gerekir.”
“Genç sanatçılara ilginin arttığını gözlemliyorum.”
“Türk lirasının değer kaybının yanında yurtdışına çıkışlarda yaşanan vize problemi de ayrı bir sorun. Erasmus değişim programı var ama oldukça sınırlı öğrenci yararlanabiliyor. Son sınıflarda öğrencilerin 3-4 kişi bir araya gelip okula yakın bir yerde atölye tutması hayal oldu. Bizim okulun (MSGSÜ) çevresi giderek mutenalaştı artık Tophane, Beyoğlu ya da Beşiktaş’ta yaşamak çok pahalı. Öğrenciler genellikle okula uzak semtlerde yaşıyorlar ve zamanları yolda geçiyor.
Tüm bunlara rağmen bir arada olmak, üretmek yine de çok güzel. Genç sanatçılara ilginin arttığını gözlemliyorum. Kendilerini gösterecek mecralar oluştu. Sanata destek veren kurumların ve belediyelerin sadece sergi ve yarışma değil de biraz da üretimi sağlayan atölye, malzeme, nakliye vs. gibi somut şeylerle ilgilenmesini diliyorum.”
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Anasanat Dalı Öğretim Üyesi Dr. Erhan Özışıklı da ekonomik zorluklara değinirken, “Öğrenciyi esas zorlayan şeyler bence ders ortamının dışındaki şartlar.” diyor:
“Ekonomik zorlukları ilk gözlemlediğimiz yer ders ortamı oluyor. Çeşitli malzemeleri temin etmeye öğrencinin gücünün yetmediğini fark etmek bizi zaman zaman yapılacak çalışmanın konusunu, boyutunu veya malzemesini değiştirmek durumunda bırakıyor. Okulun da bu konuda onları destekleyecek bir bütçesi olmadığı için en basit malzemeleri bile talep ederken birkaç kez düşünmemiz gerekiyor artık. Bu da müfredatın uygulanmasını kimi zaman olumsuz etkiliyor.”
“Belki de hepsinden önemlisi: Gelecek kaygısı.”
“Ama öğrenciyi esas zorlayan şeyler bence ders ortamının dışındaki şartlar. Birçok öğrencinin gelir elde etmek zorunda olması, onları okurken aynı zamanda bölümüyle ilgili veya ilgisiz işler yapmaya sürüklüyor. Bu konuda skala çok geniş: Ticari fotoğraf çekiminden tutun, garsonluğa, influencer olmaktan, yetenek sınavlarına hazırlık kursu vermeye kadar… Ayrıca çoğu öğrenci şayet yurtta kalma imkânı elde edemediyse şehrin çok uzak semtlerinde yaşıyor ve bu da onların hem zamanını hem de enerjisini çok tüketiyor. Bu uzaklık, ekonomik zorlukla bir araya geldiğinde öğrencinin sosyalleşme imkânlarını da radikal bir şekilde kısıtlıyor.
Bir başka sorun, kısa bir süreliğine dahi olsa öğrencilerin yurt dışına çıkıp dünyayı görme şanslarının artık neredeysa kalmamış olması. Böyle seyahatler büyük bütçeler gerektirir hale geldi. Oysa bir üniversite öğrencisi için en ufuk açıcı temel ihtiyaçtır seyahat etmek. Ama belki de hepsinden önemlisi: Gelecek kaygısı. Bunun gibi kriz zamanlarında öğrencinin yaşadığı en derin sorunun gelecek kaygısı olduğunu düşünüyorum. Temel insani ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktan duyduğu endişe hepsinin merakını, hevesini, azmini ve sonunda umudunu baltalıyor. Onları en kötü etkileyen de bu oluyor.”