Fiber Art’ın (örgü sanatı) queerleşmesi, sanatçılara tekstil malzemeleri aracılığıyla toplumsal cinsiyete ilişkin önyargıları sorgulayan ve bunlara meydan okuyan işler üretmeleri için ilham verdi. Nathan Vincent, Walter Maciel Gallery’deki ‘‘Teach a man to…’’ sergisinde geleneksel olarak kadınlara atfedilen Fiber Art konseptini tersyüz ederek bu kez bu ‘‘kadınsı sanat konseptini’’ erkekler ve erkeklikle ilişkilendirilen nesneler bağlamında ortaya koyuyor. Evrensel olarak kabul edilmiş formlar aracılığıyla izleyicilerin zihinlerinde kalıplaşmış kavramlara dokunuyor.
Sanatçı, kendisine çevresindeki yetişkinlerden geçen normları sorgulamak amacıyla çocukluk anılarına iniyor. Vincent, örgü örmeyi kendisine aynı zamanda bu hobiden vazgeçmesi konusunda kafa karıştırıcı göndermeler yapan ailenin yaşça büyük kadınlarından öğrenmiş. Buna bir sanatçı olarak verdiği tepki ise, çelik dolaplar ve kilitler, porselen pisuarlar, silahlar, el bombaları ve bombalar gibi sert ve erkeksi nesnelerin yumuşak birer versiyonunu üretmek.
Nathan Vincent’tan Hiper-maskülenliğe Darbe
Vincent, Let’s Play War (Savaş Oyunu Oynayalım) adlı heykel serisinde ve ‘‘Locker Room” (Soyunma Odası) adlı büyük ölçekli enstalasyonunda ölçek ve doku aracılığıyla hiper-maskülenliği altüst ediyor. Let’s Play War, oyuncak askerleri gerçek bir çocuk ölçeğine getirerek, 2. Dünya Savaşı askerinin hiper-maskülen dünya idealini altüst ediyor. Vincent, bu askerleri olduklarından daha küçük bir boyutta izleyicisine sunarak onları tıpkı peluş bir oyuncak gibi yumuşak, ulaşılabilir ve iyi huylu bir hale getiriyor.
Enstalasyon aynı zamanda düşmanın insan dışı bir varlık olarak algılanmasını ve çocukların şiddete, savaşa karşı duyarsızlaştırılmasının altını çiziyor. Eserin öznesi konumundaki bu askerlerin onları birer birey yapan herhangi bir yüz hattından ve ifadesinden yoksun olması da dikkat çeken bir detay. Hayatları, arkadaşları ve aileleri olan insanlardan ziyade daha çok video oyunlarındaki NPC’lere yani ‘‘Oyuncu Olmayan Karakterlere’’ benziyorlar.
Soyunma Odası
Soyunma odası hem güvenli hem de güvensiz bir mekan hissiyatına sahip olabilir. Ergenlik dönemi özgüvensizliği, erken yaş soyunma odası deneyimlerini travmatik hale getirebilir. Bireye dikte edilmiş toplumsal cinsiyet alanı, heteronormatif davranışın dar bir tanımına sıkı sıkıya bağlı kalmayı gerektirir.
Tüm bunlara rağmen locker room gelişmekte olan queer olumlama ve arzu için bir platform olabilir, sonuçta bu mekan ve tanım queer erkekler için lisedeki güvensiz alanının ıslahı haline geldi. AIDS salgınının zirve yaptığı dönemde ülkedeki çoğu ‘‘gay bathhouse’’ olarak bilinen mekanların kapatılmasının ardından, spor salonları 1980’ler ve 1990’larda erkek bedenlerine hayranlık duyulan güvenli bir alan olmuştu. Bunun yanında, cinsellik spektrumundaki tüm erkekler için spor salonları kadınlardan bir kaçış ve genellikle “soyunma odası konuşması” ve taciz gibi toksik erkeklik performansları için bir gösteri alanı haline geldi.
Soyunma odası cinsiyetlendirilmiş son alanlardan biridir, bu da onu toplumsal cinsiyet ikiliğine uymayan bedenler için dışlayıcı bir alan haline getirir. Tıpkı tuvaletlerin sağcı politikacıların trans ve non-binary bireyleri dışlamak ve ‘‘ya bu ikisinden birine uyarsın ya da toplumsal hayattan yok olursun’’ demek için bir savaş alanı olması gibi.
Bu çalışmalar ile Nathan Vincent tehdit veya risk kavramından ziyade güvenlikle ilişkilendirilmiş çocukluk anılarını simülasyonlarını yaratıyor. Heykelleri, bir zamanlar onu bir kalıba sokmaya çalışan formları alaycı bir dille yumuşatıyor. Küçükken büyükmüş gibi hissettiğimiz okul masalarının bir yetişkin olarak gözlemlediğimizde ne kadar küçük olduklarını fark etmemiz gibi bize ölçeksel şaşırtmalar sunarak nesnelere bakış açımızı sorgulamaya davet ediyor, çocukken bize öğretilenleri ve bir sonraki nesle aktardıklarımızı tekrar gözden geçirmemize olanak sağlıyor.
2 Mart tarihinde sona eren sergi, Los Angeles Walter Maciel Gallery’de açılmıştı.