Sahne sonsuza uzanan bembeyaz bir boşluk… Akıl hastanesi, insanlar üzerinde deneylerin yapıldığı bir laboratuvar, yaşamla ölüm arasında kalanların gördüğü ışık, araf, karakterlerin ruhları? Belki de bunların hiçbiri. Büyük ihtimal Avustralyalı yönetmen/oyuncu, tiyatronun yaramaz çocuğu Simon Stone “Medea” uyarlamasında seyircinin karakterlere odaklanmasını için boş bir sahneyi tercih etti. Stone’un Medea’sı 25. Uluslararası İstanbul Festivali’ne gelen yabancı prodüksiyonların en iddialılarından biri.
Euripides’in M.Ö 5. Yüzyılda yazdığı Yunan klasiği onu aldatan kocasından intikam almak için çocuklarını öldüren Medea mitini anlatır. Stone’un radikal uyarlaması ise daha ziyade 1996’da ABD’de yaşanan gerçek bir olaya dayanıyor. Kocasını zehirleyerek öldürmeye çalıştığı için akıl hastanesine girip çıktıktan bir süre sonra evini içinde iki çocuğuyla birlikte ateşe veren onkolog Debora Green trajedisine…
Bembeyaz boş set ve daha da beyaz ışık sadece oyunculuklara ve hikayenin gelişimine, daha doğrusu çözülüp ipleri koparmasına konsantre olmamızı sağlıyor. Aynı zamanda dev bir ekran, çocukların okul projesi için çektikleri video-günlüğü kılığında oyuncuların yakın planlarını ve yönetmenin altını çizmeyi seçtiği sahneleri gösteriyor… Oyunculuklar çiğ, yoğun, çarpıcı, mükemmel. Marieke Heebnik Anna rolüyle ödül kazandı. Sahnede ve karakterinde evinde gibiymişçesine doğal bir oyuncu. Lucas’ı canlandıran Aus Greidanus Jr. Karakterinden nefret etmemizi çok kolaylaştıracak kadar iyi. Genç sevgili, genç sevgilinin babası ve sosyal hizmetler uzmanı gibi yan karakterlerde pek bir numara yok fakat iki çocuk, Titus Theunissen ve Leonard Testa yaşlarından beklenmeyecek derecede profesyonel.
Bu versiyonda Debora/Medea çocukları doğduktan sonra kariyerini boşlamak zorunda kalan bir biyokimyacı. Kocası Lucas onu aldatıyor, üstelik karısının emeği olan bir araştırmayı kendine mal etmiş. Oyun Anna’nın kocasını zehirleyerek öldürmeye çalışmasından sonra akıl hastanesinde geçirdiği sürenin sonunda evine döndüğü an başlıyor. Çok iyi hesaplanmış mizansenlerle örülmüş bir sahneleme… Karakterlerin duygusal uzaklığı/yakınlığı sanki fiziksel mesafelerle simgeleniyor. İlaçlarla iyileştiğini düşünüyor Anna, kocasının çok genç yeni sevgilisini kabul ettiğini söylerken bir yandan da her şeyin eskisi gibi olmasına çalışıyor. Ama hiçbir şey aynı değil. Anna beraber çalıştıkları ilaç şirketine girmekten bile men edilmişken kocası orada yükselmiş. Anna’nın hayatı parçalanıyor, Lucas’ınki toparlanıp ilerliyor. Lucas onu patronunun kızıyla aldatıyor. Lucas’ın artık ayrı bir hayatı var. Çocukların velayeti Lucas’ta. Anna’nın kopuşu yeni sevgilinin hamile olduğunu ve Lucas’ın terfi aldığını, çocuklarla birlikte Çin’e taşınacağını öğrendiğinde gerçekleşiyor. Yukarıdan düşerek yerde kümelenen siyah küllerin beyaz üzerinde oluşturduğu çarpıcı görsellikte Anna önce kocasının sevgilisini öldürüyor, sonra evi ateşe veriyor. Sahnede görmediğimiz halde alevleri hissediyoruz. Sahnede gördüğümüz ise, iki çocuk ve onların üzerine kapanmış Anna’nın bedenleri. Sorun da bu radikalce değiştirilmiş sonda. Stone, Medea/Anna’yı bir canavar değil de yaşadıklarının bir kurbanı olarak göstermeyi o kadar önemsemiş ki, kadını da öldürmüş! Fakat orijinal Medea’da da, Stone’un temel aldığı gerçek hikayede de kadın ölmüyor. Objektif baktığımızda bu da bir yorum ve yönetmenin tercihi elbette, sübjektif olarak ise “klasikleri uyarlarken ne kadar ileri gidilmesi caizdir?” sorusu ister istemez akla geliyor çünkü, çocuklarını öldüren annenin de ölmesi, hikayenin ana fikrini kökünden değiştiriyor. Onu “sadece” bir kurban yapıyor. Stone bir röportajında tanıdığı kadınların oyunun sonuna kadar salonda kalmasını istediği için ona göre bir uyarlama yaptığını söylüyor.
Hepimiz feministiz ve Medea 20. yüzyılda çok defa feminist nakış açısıyla yorumlandı. Bir kadını çocuklarının katili yapan elbette ruh sağlığı dışında maruz kaldığı korkunç çevresel etkenlerdir de. Hiçbir suç, içinde doğduğu ortamdan ayrı değerlendirilemez. Fakat bazen politik doğruculuğu bir kenara bırakıp, toplumun cinsiyetlere yüklediği zorlayıcı rollere de bakmaksızın deliye deli, katile katil diyebilmek de gerekiyor. Hele ki orijinal trajedinin asıl amacı kadınla çocuklarını öldürmesine rağmen özdeşleşebilmemizi sağlamak yoluyla kendimizi sorgulamamızı sağlamak, katarsisi böyle tersten yaşatmak idiyse…
Medea 18 Kasım’da Zorlu’da.