1960’ta Padova’da, temizlik işçisi bir anne ile kamyon şoförü bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Maurizio Cattelan’ın sanatla kurduğu ilişki, her zaman biraz dışarıdan, biraz kıyıdan köşeden ve çoğu zaman da radikal biçimde muzip bir yerden gelişti.Sanat eğitimi almamış olması, onu kalıpların dışında düşünmeye iten en kritik unsurlardan biri oldu. Kendi ifadesiyle, “sergiler yapmak benim okulumdu.” Gençlik yıllarında Padova merkezli Magnetica Attrattive grubuyla birlikte, deneysel video çalışmalarına yöneldi. Kısa filmler, performans kayıtları ve görsel manipülasyonlarla anlatının sınırlarını zorlayan işler üretti. Ardından Forlì’de ahşap mobilya tasarlayıp üretmeye başladı. Bu dönem, hem malzemeyle kurduğu fiziksel ilişkiyi hem de üç boyutlu forma dair sezgisini belirgin şekilde keskinleştirdi. Tüm bu deneyimler, ileride heykellerinde ve enstalasyonlarında karşımıza çıkacak o çarpıcı gerçekçilik duygusunun ve keskin gözlem yeteneğinin erken izlerini taşır.
Kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçı olarak Cattelan’ın kariyerinde coğrafyanın da ayrı bir rolü vardır. Uzun yıllar yaşadığı Milano’daki Viale Bligny 42, yalnızca bir adres değil sanatçının en bilinen eserlerinin doğduğu, mizahın, provokasyonun ve kültürel eleştirinin karıştığı bir yaratım laboratuvarı gibiydi. Onu “sanat dünyasının şakacısı” ya da “müptezeli” olarak etiketleyen söylemler de bu dönemde pekişti. Ancak Cattelan’ın mizahı, Carol Vogel’in dediği gibi, “tek cümlelik esprilerin ötesine geçip görsel bir düşünme biçimine” dönüşür. Cattelan’ın hicvi, sanat tarihine, ikonografiye, politik güce ve hatta bizzat sanat piyasasına yönelmiş bir tür karşı-duruş estetiğidir.
Mizahın, Şiddetin ve Sessizliğin Kesiti: Cattelan Yapıtları

1. Novecento (1997)
Cattelan’ın doldurulmuş hayvanlara (taksidermi) yönelen ilgisi, yalnızca malzemeye duyduğu bir meraktan ibaret değildir; bu seçim, sanatçının ölüm, çürüme ve fanilik üzerine süregelen düşüncelerinin neredeyse doğal bir uzantısıdır. Taksidermi, yaşam ile ölüm arasındaki o tuhaf ara bölgeyi, hem var olmanın hem de artık olmamanın aynı bedende sıkıştığı o ürpertici eşiği görünür kılar. Bidibidobidiboo’daki, masanın kenarında intihar etmiş gibi duran küçük sincap figüründe olduğu gibi, Novecento da bu kırılganlığın yankısını taşır. Torino’daki Castello di Rivoli Koleksiyonu’nda yer alan bu iş, tavandan sarkan oldukça büyük bir yarış atını gösterir: Bacakları zarif bir gerilimle uzamış, boynu kendi ağırlığıyla yere doğru kırılmış, gövdesi ise sanki uzun bir koşunun ardından nihayet yenilgiyi kabul etmiş gibidir.

La Nona ora, 1999. Fotğraf: Perrotin.
2. La Nona Ora (1999)
Papa II. John Paul’ü bir meteorun altında çöküp kalmış hâlde tasvir eden La Nona Ora, Cattelan’ın otoriteyle kurduğu en çarpıcı ve provokatif diyaloglardan birini sunar. Eserin başlığı, İsa’nın çarmıhtayken Tanrı’ya yönelttiği “Beni neden terk ettin?” feryadına doğrudan bir göndermedir; böylece kutsal bir an, beklenmedik ve dramatik bir modern alegoriye dönüşür.
Cattelan, bu eserinde hem korkutucu hem de insancıl bir gerilim yaratır: Bir yandan kutsalın dokunulmazlığı ve papalığın simgesel gücüyle yüzleşiyor, diğer yandan kırılgan ve savunmasız bir insan figürü görüyoruz. İzleyici, Papa’nın acısına tanık olurken, kendi vicdanını ve tarihî sorumluluklarını sorgulamak zorunda bırakılır. Sanatçı, 2010’daki söyleşisinde işini “acıyı anlatan ruhani bir iş” diyerek tanımlar.

3. Him (2001)
İlk bakışta dizlerinin üstüne çöküp dua eden masum bir çocuk gibi görünen heykel, yaklaştıkça ardında yatan gerçeği ortaya çıkarır; çocuğun yüzü Adolf Hitler’e aittir. Bu tüyler ürpertici karşıtlık, izleyicide hem şok hem de derin bir düşünsel gerilim yaratır
Cattelan burada kötülüğün, masumiyet kisvesiyle nasıl iç içe geçebileceğini sorgular. İğrenme ile merhamet arasındaki etik gerilimi tetikleyen eser, izleyiciyi rahatsız edici bir vicdan muhasebesine davet eder. Dünyanın gördüğü en büyük kötülüklerden birinin sembolü, çocuk figürünün saflığıyla karşılaştırıldığında, geçmişin ağırlığı ve insanın kolektif hafızası üzerinde düşünmeye zorlar. Eser, affetme, yüzleşme ve tarihî sorumluluk kavramlarını merkezine alır. Cattelan izleyiciye şı soruları yöneltir: Böylesine büyük kötülüğün ardından bağışlama mümkün müdür? İnsanlık, geçmişin hatalarından ders alabilir mi?

4. Untitled (2001)
Zemininde açılmış bir delikten sergi mekânını gözetleyen figür, Cattelan’ın karikatürize edilmiş otoportresidir. Mario Monicelli’nin I Soliti Ignoti filmindeki şaşkın ve beklenmedik anti-kahramanları anımsatan bu iş, sanatçının ömür boyu süren “ait olamama” hissinin heykelsi bir dışavurumudur. Dünyayı kenardan sessizce gözleyen figür, tıpkı The Tambourine Boy ve diğer otoportrelerinde olduğu gibi, hem izleyiciye hem de kendi varoluşuna dair sessiz, tedirgin bir hikâye anlatır.

5. Untitled (2004)
Milano’nun tarihî meşesinden sarkan üç çocuk figürüyle karşılaştığımız bu sarsıcı enstalasyon, adeta bir masalın karanlık sonunu andırır. 1924’te Birinci Dünya Savaşı’nın kurbanlarını anmak için dikilmiş olan bu ağaç, mekâna yüzyıllık bir yas ve kolektif hafıza yükler. Cattelan’ın tasarladığı çocuk figürleri, hem bu tarihî ağırlığı hem de izleyicide derin bir rahatsızlık uyandıran evrensel kayıp duygusunu çağrıştırır. Eser, Trussardi Vakfı için hazırlanmış, ancak kamusal alanda sergilendiği anda büyük bir tartışma yaratarak yalnızca 48 saat boyunca izleyiciyle buluşabilmiştir. Untitled (2004), çağdaş sanatın kamusal alanla ilişkisini, sınırlarını ve sansürle olan gerilimini çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.

6. All (2007)
Mermerden oyulmuş, üzeri beyaz çarşaflarla örtülü bedenler… İlk bakışta sanki bir anlık uykuya dalmış gibi duran bu figürler, aslında kaza, afet, savaş veya kitlesel trajedilerin anonim kurbanlarını temsil eder. Her bir beden, tarihin biriktirdiği acının ve şiddetin sessiz bir tanığıdır. İzleyiciye hem güzelliğin estetik cazibesi hem de ölümün soğuk, sert gerçeğiyle çarpıcı bir karşılaşma sunar. Cattelan, mermerin soğuk dokusuyla ve çarşafların yumuşaklığıyla, trajediyi hem gözle görülebilir hem de hissedilebilir bir hâle getirir. Bu kırılgan bedenler, sessiz ama sarsıcı birer anıt olarak, insanlığın hatırlamaktan kaçındığı acıları gün yüzüne çıkarır ve bizleri kolektif hafızayla yüzleşmeye davet eder.

7. WE (2010)
Yan yana uzanmış, takım elbiseleriyle dimdik duran iki adam. Bu figürler, sanatçının kendi yansımalarıdır ve bir aynada çoğalan benliğin sessiz ama çarpıcı bir yorumunu sunar. WE, ikizlik, bölünmüş benlik ve içsel çatışma temalarını yoğun bir şekilde işler. Cattelan izleyiciyi, kimliğin tek bir çizgiyle sınırlanamayacağını hatırlamaya davet eder; aynı zamanda, Arte Povera ustası Alighiero Boetti’nin kendisini “Alighiero ve Boetti” olarak imzalayarak tekil bir kimlik yerine ikilik önerdiği yaklaşımı akla gelir.

8. America (2016)
Cattelan’ın mizah ve provokasyonla örülü altın klozeti America, Floransa’da dökümü yapılan ve 227 kilo altından üretilen bir tuvalettir. Guggenheim Müzesi’ndeki bir tuvalete yerleştirilmiş ve ziyaretçiler tarafından kullanılmak üzere tasarlanmıştır. 2019’da Blenheim Palace’a taşındıktan sadece iki gün sonra çalınması, eseri popüler kültür mitosuna dönüştürdü. America, zenginlik, statü, gösteriş ve Amerikan Rüyası gibi kavramlara ironik bir ayna tutar. Kasım 2025’te Sotheby’s’te gerçekleştirilen ikinci edisyonu 12,1 milyon dolara alıcı buldu. İlk edisyonunun çalınması ve yarattığı politik göndermelerle popüler kültürdeki etkisi, America’yı çağdaş sanatın en çok konuşulan yapıtlarından biri hâline getirmiştir.






