İtalya merkezli seyahat blogu The Tour Guy, Louvre Müzesi’nin en meşhur 17 tablosunu derledi. Bir tam günlük gezinin bile yetmediği müzeye gidenlerin asla kaçırmaması gereken bu listeden çevrimiçi gezilerde de faydalanılabilir. İşte dünyanın en popüler müzelerinden Louvre’daki en meşhur 17 tablo:
Listenin ilk sırası Giotto di Bondone’nin 1295 yılında çizdiği düşünülen “St. Francis Of Assisi Receiving Stigmata” adlı tablosuna ait. Bizans sanatının bir temsilcisi olan bu eser Rönesans’ın da belkemiği olarak anılıyor. La Gioconda ve Son Akşam Yemeği gibi eserlerin de var olma sebeplerinden biri bu eserdir. Resim aynı odada bulunduğu diğer Bizans sanatı eserleriyle farklılık da gösteriyor. Resimdeki figürler diğer eserlere göre birbirleriyle daha fazla etkileşim halinde ve eserde daha fazla duygu hissediliyor.
Nicolas Poussin’in “The Rape Of The Sabine Women” adlı eseri 1637-38 yıllarında yapıldı. Sabine kadınlarına tecavüz muhtemelen Jül Sezar’ın öldürülmesinden sonra Roma tarihinin en meşhur hikayesidir. Poussin’in versiyonu sanatçının Roma’ya olan sevgisini gösteriyor. Aynı zamanda o sahnenin en ünlü anlatımlarından biri. Romalılar o dönemde kadın eksikliği yaşıyordu. Roma’nın ilk kralı Romulus da bu nedenle yakındaki köyleri davet edip bir parti düzenlemeye karar verdi. En fazla katılım Sabine halkından olmuştu. Romulus’un bir işaretiyle Romalılar Sabine kadınlarını kaçırıp tecavüz etti. Bunu da Roma’nın nüfusunu artırma gerekçesiyle yaptılar. Kadınlar, Avrupa tarihinin en uzun ömürlü ve tartışmasız en büyük imparatorluğunu yaşatacak ikinci nesil Romalı oğulları doğuracaklardı. Hikayenin önemi, imparatorluğun bir amaca ulaşmak için acı vermekle ve yanlış yapmakla işe başlamış olmasından geliyor. Bu sert zihniyet, imparatorluğun büyümesi boyunca Roma pragmatizmi ile iç içe oldu. Poussin, tüm bunları İtalyan Rönesansı tarzında güzel bir şekilde yakalıyor.
Titian, “The Rape Of The Sabine Women” adlı resmini 1509’da çizdi. Tablo, sembolik ögelerle dolu. Ve tablodaki iki çıplak kadının orada bulunan iki adamın hayalinden ibaret olduğu anlaşılıyor.
Andrea Mantegna’nın 1500-02 yıllarında çizdiği “Minerva Expelling The Vices From The Garden Of Virtue” adlı tablosu sembolizmle dolu epik bir resim. Tablo Roma tanrıçası Minerva’nın o dönemde ahlaksızlık olarak görülen cinsel arzuya karşı savaşını anlatıyor. Tablonun sağ alt kısmındaki üç adam, açgözlülük, nankörlük ve cehalet yani üç farklı kötülüğü ifade ediyor. Elinde mızrak olan Minerva, bir Centaur avlanma ve doğurganlık tanrıçası Diana’ya tecavüz etmeden son anda yetişiyor. Tablodaki sembolik öğeler sınırsız. Bulutlara gizli yüzler ve yüzü olan ağaçlar göze çarpanlar arasında.
Leonardo da Vinci’nin 1503-19 yılları arasında yaptığı “The Virgin, Saint Anne, And The Child Playing With A Lamb” adlı eser teknik bir şaheser olarak anılıyor. Resim tamamlandığında birçok bölgeden hacılar tabloyu görmeye gitmişti. Resmin karmaşıklığı halen büyük ilgi çekiyor. Resimdeki üç kişinin üçgen bir alanda yer alması bakan kişinin dikkatinin sürekli resimde kalmasını sağlıyor. Anne ve Bakire Meryem’in gülümsemeleri ise iç ısıtıyor. Mona Lisa’da olduğu gibi. Var olan Da Vinci eserlerinin yüzde 25’i Louvre’da. Müzedeki diğer görülmesi gereken Da Vinci eserleri, La Belle Ferronière, Portrait of Isabella d’Este, Saint John the Baptist ve tabii ki La Gioconda.
Perugino’nun “The Battle Between Love And Chastity” adlı eseri 1505 yılına ait. İffet ve aşk arasındaki savaşı anlatan tablo, Sistin Şapeli’nde de çalışmaları bulunan Perugino tarafından çizildi. Eser, 16’ncı yüzyıldaki kadınların düşüncelerini anlamayı sağlıyor.
Da Vinci Louvre’daki en meşhur tablolardan biri olan La Gioconda’yı 1503-5 yıllarında yaptı. Tablonun en ünlü da Vinci tablosu olmasının hikayesi ise İtalyan bir kapıcı tarafından çalınıp daha sonra bulunmasından kaynaklanıyor. Bu hikaye sebebiyle herkes tabloyu görmek için Louvre’a koşunca tablo uluslararası şöhrete kavuştu.
Charles Le Brun 14. Louis’nin favori ressamıydı. “The Battles” Of The Granicus River adlı eser Kral’ın Le Brun’den talep ettiği dört resimden biriydi. Resim, Konstantin’in Maxentius’u yendiği Milvian Köprüsü freskiyle büyük benzerlik taşıyor. Bunun sebebi ise 14. Louis’nin İtalya ile bir sanat savaşına girmesi. Kral, Le Brun’den o döneme benzer tablolar çizmesini istemiş.
Da Vinci’nin 1483-86 yıllarında çizdiği “Virgin of the Rocks”, Vaftizci Yahya, Bakire Meryem, melek Uriel ve bebek İsa’yı konu ediyor. Resmin önemi Da Vinci’nin çok az farklarla aynı tabloyu bir kez daha yapmasından geliyor. Diğer tabloda melek Uriel bu tablodakinin aksine parmağını uzatmıyor. Renkleri de daha farklı. Resim figürlerin üçgen bir şekilde durmasıyla da ilgi çekiyor.
Raphael’in “St. Michael Overwhelming The Demon” adlı eseri müzenin en önemli tabloları arasında. Sadece 37 yıl yaşamış olsa da Raphael, Rönesans döneminin en önemli sanatçılarından biri. Sanatçı, Da Vinci ve Michelangelo’nun aksine sadece birkaç favori öğrencisiyle değil bir sanatçı ordusuyla vakit geçirmiş, onlara ışık tutmuştu. Aziz Michael bir baş melek ve Tanrı’nın insanları koruması için gönderdiği sağ kolu. Tablo da İncil’deki en güçlü hikayelerden biri olan Aziz Michael’ın Şeytan’ı yendiği bu anı anlatıyor.
Eugène Delacroix, 1822’de çizdiği “Dante And Virgil In Hell” adlı eserinde Dante’nin İlahi Komedya’sından ilham aldı. Cehennemin korkutucu bir tasviri olan bu eser sanatçının ilk büyük eseri. Delacroix’nın Michelangelo’dan da ilham aldığı görülüyor.
Veronese’in 1563’te yaptığı “The Wedding Feast At Cana” adlı eseri Meryem’in isteği üzerine İsa’nın suyu şaraba çevirdiği anı anlatıyor. Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği’ndeki oturma düzeninden ilham alan Veronese kendisini de tablonun tam ortasına beyaz tunikli bir müzisyen olarak çizmiş.
Guido Reni’nin 1606’da yaptığı “David With The Head Of Goliath” adlı eseri İncil’in en önemli hikayelerinden Davut ve Golyat’ı anlatıyor. Savunmasız çoban Davut ve dev Golyat’ın savaşını anlatan tablo Reni’nin tarzını da ortaya koyuyor.
Caravaggio’nun 1601-06 yılları arasında resmettiği “Death of the Virgin” adlı eseri Louvre’un öne çıkan tabloları arasında yer alıyor. Roma’daki Santa Maria della Scala kilisesi tarafından Caravaggio’ya sipariş edilen eser Meryem’in ölümünü anlatıyor. Ancak Caravaggio resmi tamamladıktan sonra kilise tabloyu beğenmeyerek kabul etmiyor.
Jacques-Louis David, İmparator Napolyon’un ilk ressamı olarak biliniyor. Eser devasa boyutlarda olmasıyla kişilerin yüz ifadelerine kadar odaklanabilmeyi sağlıyor. Napolyon’un taç giyme töreninin anlatıldığı resimdeki olay Notre-Dame Katedrali’nde geçiyor. Resimdeki Papa’nın başını eğip yüzünü buruşturarak baktığı görülüyor.
Théodore Géricault, “The Raft of Medusa” adlı eserini 1819 yılında yaptı. Ressama şöhret kazandıran bu resim bir gemi enkazından kurtulmaya çalışan bir grup insanın yaşadığı dehşeti anlatıyor. Gemileri batan bu çaresiz insanların yardım talebi ise Fransa donanması tarafından görmezden geliniyor. Daha sonra yamyamlık ve histeri gibi felaketler baş gösteriyor. Resim Fransız romantizmi dönemine iyi bir örnek.
Sanat tarihinin en önemli eserlerinden “La Liberté guidant le peuple”, Fransız romantizminin en önemli ressamlarından Eugene Delacroix imzasıyla Louvre’da yer alıyor. Döneminin Bernini’si ve Michelangelo’su olarak anılan Delacroix en ünlü tablosunda 1830 devrimini anlatıyor. Resimdeki Liberté figürünün yanında yer alan insanlar da birlikte savaşan tüm sınıfları ifade ediyor. Kişiler arasında zengin, fabrika işçisi ve öğrenci göze çarpıyor.