İpek Duben’in Salt Beyoğlu’nda “TEN, BEDEN, BEN” başlığıyla gerçekleşen ve 8 Mayıs’a dek sürecek sergisinde dilsel ifadeleri anlambilim ve göstergebilim açısından yorumlamak mümkün.
Duben, 1994 yılında ürettiği Manuscript adlı eseri için kaleme aldığı kısa şiir şu şekilde başlar:
“gövdemi sarmalayan ten/ taşlara değiyor çakıllara /sımsıkı bastırınca beni/ bedenimi ruhumu/ çekiliveriyorum/ o tenin derinine”
Duben bu şiiri orijinal olarak İngilizce yazmıştır, çevirisi ise Tomris Uyar’a aittir. Şiirin eser serisine eşlik etmesi bir tesadüf değil, bir gerekliliktir. Şiirde, bir yandan ruh- beden düalizmini, diğer yandan ise beden ve zihin düalizmini görürüz. Duben’in kullandığı dil net ve açıktır. Anlatmak istediği ise kendisiyle ilgili bir tür düalizmdir. Duben’in dil kullanımını bu alanda şiirsel bir ifadeye açtığını ve bu şiirsellik içinde toplumsal ve politik bir konuyu irdelediğini görürüz. Duben’in, Nilüfer Göle ile yaptığı röportajda eserin, modernite, kadın olma ve İslam gelenekleri sarmalı çevresinde oluştuğunu ifade eder. Röportajda, Duben’in resmin görsel imgelerini, çıplaklık, kadın bedeni ve kadının bireysel duruşu açısından ifade ettiğini de okuruz. Bu eserde Duben bir tür kendi kırılmasını yaşamak istemiştir. Şiir devam eder:
“yeniden görme kendimi/ bir daha bir daha yine/ gerçek olan hangisi/o mu ben mi/”
Şiirde, eserde de olduğu gibi ve kendisinin de daha önce ifade ettiği gibi bir tür zihinsel ve ruhsal samimiyeti arar. Bu kelimelerle samimiyetini, zihinsel ve ruhsal düalizmle ifade ederek bulur. Sanatçının esere ait özel bir dil kullanımına başvurduğunu görürüz. Onun yazdıkları ve eserlere eşlik eden yazınsal dil, onları tamamlarcasına izleyicinin önüne çıkarır. Böylece, Manuscript 1994 eserinde Duben’in bedenini katmanlarla yeniden ifade ettiğini görürüz. Ancak, katmanlar zihnindeki ve ruhundaki kırılmaya göndermedir. Bu eser ve ona eşlik eden şiir sanatçı için bir tür kimlik arayışıdır daha doğrusu bir tür kendini ortaya koyma cesaretidir. Bu durumu şiirde de bulabiliriz:
“ben’ler çoğalıyor gitgide/ dışa gittiğimde gözümü/ ve içte/ ta derinlerde/ hiçbir dilin varolmadığı/ dağlarla anının dibinde/ keşfediyorum birden/ beni çevreleyen her şeyi”
Böylece, şiirin devamında sanatçının eserde katmanlarla göstermek istediği ben’lere şahit oluruz. Bu bahsedilen ben’ler sanatçının New York’ta yaşadığı zamanlar boyunca kendini sorgulamasıyla ortaya çıkan ben’ler olabilir mi? Ya da sanatçının ben’leri toplumsal bağlamda aslında her kadının benliğinin bir parçası mıdır? Öğrenim için Chicago’da geçirdiği yıllar ve 1990’larda New York yılları sırasında Duben, yabancı bir toplumda kendi olma ve kendini keşfetme çabası içinde formlar, malzemeler ve fikirlerle yeni keşifler yapmıştır. Bu keşifleri eserlerinde görmek kaçınılmazdır ancak, Manuscript için yazdığı şiirde de izleri görmek mümkündür.
“gerçek olan hangisi/ ben mi o mu/ ikimiz mi hiçbiri mi”
Duben’in sorusu gerçek benliğin arayışının bir parçasıdır. Eserdeki katmanlar, kendi bedeninin kullanımı bunun bir parçasıdır. Yeniden Nilüfer Göle ile yaptığı röportaja bakacak olursak, şöyle dediğini görürüz: “O çalışmamda çıplak bedenime rağmen görüntünün mahremi vardı, yani çıplak beden erotizmi değil, bir gizi içinde barındırıyordu. Sergiyi görenlerden bu izlenimi -hem Türkiye’de hem Amerika’da- duydum.” Şiirin devamında da bahsettiği ‘giz’i görmek, bulmak ve hissetmek mümkündür:
“zaman duralamışsa/ kıpırdıyorsa şey’ler/an sürüp gidiyor/ burada mıyım orada mı/ yoksa/ aynı-şey- mi hepsi”
Manuscript 1994 ancak, bu şiirle birlikte bütünleşir ve tamamlanır. Sanatçının şiirsel bir dille beden ve zihin düalizmini en derin şekilde yansıttığını görürüz. Eserinde kullandığı farklı malzemeler ve katmanlar bu derinliğin ispatıdır.
Kelimeler ve Cümlelerle Kimlik Keşfi: “What is a Turk?”
Duben’in dili derinlemesine ama bu sefer şiirselliğe kaçmadan daha düz kullandığı bir diğer eseri ise, What is a Turk. Duben bu eseri şu şekilde açıklıyor:
“2003-2004 yıllarında yaptığım What is a Turk?, Batılıların Türk kimliği ve Türk kültürü hakkında görüşleri, inançları ve ön yargıları hakkındaydı. Onlar, evrensel alanda “ötekinin ötekisi”ni tanımlamayı amaçlıyor. Bindirilmiş kimlikler, kendi mağduriyetleri içerisinde başkalarını ötekileştirebiliyor ve bu, şikâyetten küfüre ve hatta şiddete varıp kimilerinin yaşam hakkının inkârına yol açıyor. Böyle bir durumda “birliktelik” hangi zeminde, nasıl gerçekleşebilir?
Onlar, boşlukta yankılanan her bir sesin bizi dinlemeye davet ettiği karanlık bir meydan. Bu evrenin içinde konuşanların ışıkları yanıp sönerken kimi dinleyeceğiz; ya da dinlemek istiyor muyuz? Duymak için yaklaşacak ve yalnızca o sesi dinlemek için yanına oturacağız. Daha sonra belki diğerleri de katılır; Onlar, zaten hep konuşuyorlar, yalnız ve beraber…
Tüm katılımcılara benimle mahremlerini paylaştıkları için minnettarım. Şimdi Onlar benim dostlarım, arkadaşlarım.”
Duben’in açıklama olarak kaleme aldığı bu kısa metinde de şiirsel bir anlatım bulmak mümkün. Bu anlatımın içinde düalizm yine kendisini gösteriyor. Yalnızlık ve beraberlik üzerinden esere yaklaşan Duben, What is a Turk eserinde kartpostallar üzerinden ürettiği görsel dile eşlik eden tanımlar bulunur. Bu bağlamda iki dil üretimine tanık oluruz: Kartpostallardaki görsel dil ve yazılı tanımlar. Bu tanımlardaki dil oldukça yalın ve nettir. Sanatçı, bu eserde Türk olmayı tanımlayan ve farklı çevrelerden tanımları bir araya getirir. Burada Duben’in semiyotik bir yaklaşımla yeni bir alana doğru ilerlediğini de görebiliriz. Kartpostallara eşlik eden kelimeler, cümleler aslında bize dil ile başlayan ve dil ile biten bir anlambilim kavramına götürür. Turk nedir? Ve neden Türk bu şekilde ifade edilmiştir sorularını hem dilbilim hem de göstergebilim alanlarında bizlere sunar. Sanatçının bu bağlamda yine farklı kitaplardan alıntılara müdahale etmeden ve olduğu gibi sunma çabası önemlidir. Bu eserde Duben, farklı bir alanda semantik bir yaklaşımla Türklüğe dair yeni anlamlar üretmez, o, kendini ve bu kimlik ayrışmasını dilin kullanımının derinliklerinde yeniden ve tekrardan inceler. ‘What is a Turk’ eseri bir anlamda da sanatçının ‘öteki’ olma anlayışını anlambilim açısından incelemesidir. Bunu yaparken, dilsel alanda bizlere sunduğu her öğe sanatçının ne kadar iyi bir araştırmacı olduğunu ve araştırırken görsel alanda yaptığı keşifleri de ortaya çıkartır.
Bu tanımlara ve görsellere baktığımızda, eserin, görsel ve yazının bir arada olmasıyla anlamsal ve dilbilimsel alanda yeni anlamlar aradığını görürüz. Görsel ve dil burada hangi alanda bir araya geliyor ve nasıl ifade ediliyor? Duben bu bağlamda dilsel alanda da düşünebilen bir sanatçı olarak çıkar karşımıza.
Bu ifadelere bakacak olursak; Duben’in yabancı bir haber ajansının muhabiri olarak uzun yıllar Türkiye’de kalan David Hotham’ın Türkler kitabından alıntılar yaptığını görürüz. Bu alıntıların ilkinde;
“Avrupa Konseyi’ndeki bir Türk delegesi bana 1949’da Strasbourg’a ilk gittiğinde batılı delegasyondan bir üyenin, anlaşılan ciddi bir şekilde, hayatı boyunca Türklerin kuyruklu olduğunu sandığını söyledi… Kuyruklu olmadıklarına kendisini nasıl ikna ettiğini bir türlü anlayamadım.’ David Hotham, The Turks [Türkler], 1972
Bu tanıma eşlik eden görselin eski siyah-beyaz bir fotoğraf olduğunu gördüğümüzde ise, tanımın gerçekliğini bize sorgulatmaya yetecek kadar cesaret katabilmiştir. Diğer yandan ise, sanatçının bize yıllar boyunca dayatılan Batı kültürüne dair bir tür bağırışını görürüz. Batı kültürünün kendisi dışında herkesi ve her şeyi nasıl sıradanlaştırdığı, bazı durumlarda ise garipleştirdiğini fark ederiz. Bu durum bambaşka bir tür düalizmi ortaya koyar. Bizler bu kültürün dışında nasıl sıradan bir hale geldik ve nasıl farklılaştık. Bu alanda nasıl kendimizi bulduk ya da bulamadık… Duben büyük bir profesyonellikle bize hepsini semiyotik bir yaklaşımla hissettirir.
Anlamsal ve gösterge alanlarının içinde kaybolmuşken, yine David Hotham’ın kitabından şu tanımla karşılaşırız;
- “Kuşkusuz Asyalı olan bir Türk Avrupalı olabilir mi?”, David Hotham, The Turks [Türkler], 1972
İpek Duben’in Hotham’ın bu tanımını (ya da sorusu) kullanması, kendisinin de eseri açıkladığı metinde kullandığı gibi: ‘ötekinin ötekisini aramak’ söylemine uymaktadır.
Daha ilginci ise, David Hotham’ın kitabının Cumhuriyet gazetesi tarafından şu sözlerle yayımlandığını görebiliriz. Cumhuriyet kaynakları dışında dijital alanda da bulunan kitabın yayım tarihi, Ekim 2000’dir ve şu sözlerle yayımlandığı ifade edilmiştir.
Yabancı bir haber ajansının muhabiri olarak uzun yıllar yurdumuzda kalan David Hotham, bir yandan günlük olayların haberlerini ülkesine gönderirken, bir yandan da Türkiye’yi tanıma çabalarına girişmiştir. Yazar, büyük illerden köylere kadar yaptığı gezilerle Türkleri yakından tanımış, gelenek ve göreneklerini, insancıl yönlerini ve konukseverliklerini görmüş ve yaşamıştır.
İngiltere›ye döndükten sonra izlenimlerini tarafsız bir gözle bütün dünyaya açıklayan David Hotham, Türklerin kim olduğu sorusundan yol çıkarak ne olabileceklerini araştırmaya çalışmıştır. David Hotham’m bu araştırmasında ne kadar başarılı olduğuna ‘Türkler I’ adlı kitabını okuduktan soma sizler de hak vereceksiniz.
David Hotham’m bu ilgi çekici çalışmasını okurlarımıza önemle sunmak isteriz.
Ana akım medyada da Hotham’ın Türkükle ilgili tanımları kabullenilmiş ve okunmuştur, hatta yazarın öznel fikirleri oldukça yaratıcı bulunmuştur.
Duben, sadece Hotham’la yetinmez What is a Turk kartpostallarında belki de en ilgi çekici ve dil alanında en farklı yere sahip olan, 1725’te Henry Carey tarafından yazılmış Sally in our Alley [Bizim Sokaktaki Sally] şarkısından yapılan bir alıntıdır. Bu alıntıda aslında Rudyard Kipling şiirine aittir ve şöyle ilerler:
- “O gelince işimi bırakırım, (Onu içtenlikle çok seviyorum) Efendim, her Türk gibi gelir Ve bana şiddetle vurur”, Rudyard Kipling
Şarkının geneli eğlenceli ve neşeli sözlerle doludur ve sadece Türk tanımı bu şekilde ifade edilmektedir.
Bunun dışında daha farklı ve olumsuz tanımlara da yer verir. Tam bu noktada, Duben’in önce görsel olarak kartpostalları bularak tanımları mı ortaya çıkarttığı ya da önce tanımları okuyarak kartpostalları mı onlarla bir araya getirip getirmediği merak konusu… Eğer Roland Barthes’ın semiyotik yaklaşımıyla bakacak olursak, dil tek başına var olurken gösterge ona ne kadar yardımcı olur sorusuna gelmek mümkün. Barthes’a göre her şeyin başlangıcı dildi Duben’in de kartpostalları tanımlarla birleştirirken önce dili öne koyduğunu söylemek mümkün.
Bu dilin farklı kullanımlarını, olumlu ve olumsuz alanda ifadeleri art arda şu şekilde görebiliriz:
- “Bu ırkın durağanlığının nedenleri (1) fazla gururlu olduğundan işçi olmayı reddetmesi, (2) maharet ve yaratı isteyen herhangi bir iş için fazla aptal olmaları, (3) dinlerinin çabaya düşman bir kaderciliği telkin ettiği gerçeğidir.” – W.S. Monroe, Turkey and the Turks [Türkiye ve Türkler], 1907
- Illey’e göre Sarah’nın “Müslüman erkek arkadaş” tercihi, aynı anoreksiya gibi bir ilgi çekme ihtiyacı’dır. Sarah’nın sevgisi sadece bir hastalık değil, aynı zamanda bir bahanedir”. -New Statesman and Society [Yeni Devlet Adamı ve Toplum], 2 Şubat 1996
- “Bu insanları -Türkleri, Moğolları, Macarları, Mançuları ve diğerlerini ele aldığımızda, sanata, edebiyata, bilime ve dünya inanışlarına katkıları neredeyse sıfırdır.”- Edmondo de Amicis, Constantinople, 1896
Kimlik dışında İpek Duben’in kadına ve kadın olmaya dair eserlerinde de dil kullanımın (hatta bu sefer semiyotiğin) çok yoğun kullanıldığını görürüz. Love Game başlı başına kullanılan dilin en yoğun şekilde eserle bağdaştığı örneklerden biridir. Love Game ismi itibariyle de sanatçının şiddetin içindeki aşkı, aşkın içindeki şiddeti gösterdiği bir eserdir. Duben’in serginin basın toplantısında da söylediği gibi; Love Game, aslında aşk adı altında şiddetin uygulandığını gösteren bir eserdir. İzleyici bu eserde yine dilsel ifadeleri direk ve dolaylı yollardan görür: gazete kupürleri, şarkılar bu dilsel ifadeler arasında önem kazanır. Love Game eserinin başındayken arkadan gelen aşk şarkılarının sözleri dikkat çeker. Foreigner’ın şarkısı Duben’in söylemiyle uyum içindedir:
“I wanna know what love is
I want you to show me
I wanna feel what love is
I know you can show me”
Sanatçının dil kullanımdaki gerçekliğinin tüm eserlerine yansıması bir tesadüf değil. Duben gerçekleri ve tanımları görsel evrenle birleştirebilen bir sanatçı. Dilsel ifadeler, göstergelere, göstergeler anlamlara dönüşürken izleyici dilsel bir devinim içinde eserleri tekrar ve tekrar keşfeder.