Kuvvetli Bir Alkış‘ın Metin’i, portakalda bir vitaminken önce anne karnında bir fetüs olur, sonra dünyaya gelir. Geldiği yeri o kadar beğenmez ki annesinin karnına geri döner. Yaşam döngüsü bu Kafkaesk travmayla başlar ve asla yakasını bırakmaz. Sinemada neşeyi temsil eden turuncu Metin için portakaldaki vitamine dönme isteğinin göstergesi olur. Çocukluğundan yetişkinliğine turuncu kıyafetlerle ve portakal suyu içerek hayatına devam eder.
Türkiye’nin kalburüstü kalemlerinden Berkun Oya’nın kendine ve meslektaşlarına dair özeleştirisinin özetidir “Metin”… Adını kelimelerden alır, kelimelerin efendisidir çünkü. Güzel kelimeleriyle kadınları tavlar, kelimelerle sever, kelimelerle yargılar ve kelimeleri bırakamaz bir türlü. Ama adı gibi her şey sözdedir, onun politik duruşu da aşkı da aile bağları da sözdedir. Zaten bu kahrolası yaratıcı insanların hepsi böyledir. Teoman’ın o şarkısındaki gibi, öyle büyüktür ki içlerindeki boşluk, ne koyarsalar koysunlar hiç dolmaz. Kaosta çırpınır dururlar, diğerleri hayatını yaşayıp potansiyelini gerçekleştirirken…
Otobiyografik Bir İntikam ile Yergi Arasında
Kuvvetli Bir Alkış, Berkun Oya’nın yine Netflix’e çektiği Cici‘nin bir hiciv olduğunu bile anlamayan eleştirmenlerden intikamı adeta. Üstelik sadece o eleştirmenler değil hedeftekiler, tüm yaratıcı sektörler, kültür sanat çalışanları, Kadıköy’de yaşayanlar… Yani bu ülkenin ekonomi çarklarını en çok döndüren, en çok alışveriş yapan, dışarıda yiyen, sinemaya-tiyatroya-konsere giden, hatta artık olmasa da yurt dışında tatil tecrübesi bulunan, allah muhafaza içki içen insanları. Sekülerler!
Nefretin röntgenini çekerken Oya’nın içinden çıktığı kalabalığı eleştirmesinin doğallığı gözden kaçmasın. Fakat eşyanın tüm tabiatına rağmen, enflasyon üç haneyi çoktan geçmiş, hapishaneler düşünce suçlularıyla dolmuş, hayvan katilleri ve kadın düşmanları elini kolunu sallayarak sokakta gerine gerine gezerken bir kez daha sekülerlere kesilen “işte her şey sizin suçunuz” faturası da bize şu soruyu sorma hakkını vermiyor mu:
“Sevgili Berkun Oya peki sen bizi hangi refahın içinde olmakla itham ediyorsun? Türkiye’nin son 20 yılında en derin fakirleşmeyi, alım gücü kaybını, sosyal ve siyasal dışlanmayı yaşayan, kürsülerden sistematik hakaret edilen, aşağılanan o kesime Norveç palamudu gibi ithal bir Kuzey Avrupa estetiği ve İsveçli Ruben Östlund’dan, adapte etmeden kopyaladığın, kavramsal çerçeve ile neyin hesabını soruyorsun?”
“Kuvvetli Bir Alkış”ın Sorunu Ne?
Daha önce Azizler’i de kaleme alan Oya’nın diyalogların arasına sıkıştırdığı itiraflara ve dizinin satır aralarında (hatta çoğu zaman o kadar didaktik ki satırların arasına bile ihtiyaç duymuyor) söylediklerine bakılırsa; Masum‘dan bu yana çözmekte pek yol kat edemediği aşikar anne travmasının ve pek de işe yaramadığını düşündüğü yıllar süren terapi seanslarının, otobiyografik olduğu her haliyle belli, senaryoda parmağı var.
Absürtlük ise aslında Berkun Oya filmografisinde yeni bir kavram değil… 2022 yapımı Cici‘de birçok absürt öğeye rastlasak da tam 20 yıl önce CNN Türk’te ciddi ciddi program sunarken birdenbire masaya dansöz fırlatan Defakto‘dan bu yatkınlığına çoktan aşinayız. Sorun senaryonun absürtlüğü güvenli bir zırh gibi giyinmesinde. Sorun bugünün mimarlarına dair hiçbir derinlikli eleştiri sunmadan, içinde bulunduğu güruhu ölesiye eleştirirken, mevcut karanlığa hiçbir laf edememesinde. YouTube mikrofonlarına “Kötü giden ekonominin sorumlusu İmamoğlu” diyenler gibi yaklaşmasında. Yoksa belli ki kendisini oynamasını istediği Zeynep Ocak’ın rolü, sanki ihtiyacı varmış gibi, abartarak oynamasına izin vermesindeki trajikomiklik, kişisel gelişimin içinin tamamen boşaltılarak modern bir din haline sokulmaya çalışılmasındaki ironi, 3×7 sorusuna cevap veremeyen çocuğun tembel değil de özel ve üstün olduğu kandırmacası gülünmeyecek gibi değil.
Aynı şekilde ilişkilere dair yaptığı tespitler, sıkça şahit olduğumuz disfonksiyonel bağlanmaları örneklemekte oldukça başarılı. Hep boşanmayı düşünen o kadın ve o kadını mutlu edebilmek için ömrünü adayan ve asla takdir almayan o adam özel hayatımızda hepimizin tanıdığı karakterler. “Teşekkür ederim yüzüme söylemediğin için” repliği ile niye devam ettiği belli olmadan sürdürülen onlarca ilişki, boşanmamak için dünyaya getirilen bebekler bir o kadar yakınımızda… Tıpkı şımartılmaktan öte aile reisliğinin teslim edildiği, özgüvenlerine halel gelmesin diye yanında ağzınızdan çıkan her kelimeye dikkat etmemiz gereken, birbirinden sevimsiz ve çokbilmiş çocuklar gibi…
Eleştirirken Eleştirdiğin Olmak
Kuvvetli Bir Alkış’ın Berkun Oya filmografisinde en dipte olmadığı muhakkak. Tüm yerli dizilerin birbirinin kopyası olduğu, aynı bölüm içinde bir önceki sahneye flashback verildiği bir dönemde elbette izlemeye değer bir iş. Fakat şu soruları da havada asılı bırakarak…
Masada hak etmeyen birilerinin müebbet hapis kararı konuşulurken konuya duyarsız, dilini çıkaran vicdan fukarası Sevda ile Bir Başkadır ve Kuvvetli Bir Alkış‘ta sadece kendi içinden çıktığı kesimi eleştirirken; bu işlerin ilkinde muhafazakarlık güzelleyen, bu kez ise muhafazakarlara hiç yer vermeden tamamen seküler anti-kahramanlar üzerine bir yergi yazan pişkinlik arasında nasıl bir fark var? Kapkaranlık ve karmaşık anne karnını bize bir milat gibi sunarken, o annenin içine düşürüldüğü çıkmazı, o kör karanlığı sorgulayabiliyor mu Kuvvetli Bir Alkış?
Cici, Nuri Bilge Ceylan ekolünü ve taşra sinemasını didaktiklik, kolaycılık, sıkıcılık ile üstelik haklı da bir yerden eleştirmişti. “Üstten bakmak”, “yargılamak”, “küçümsemek” kelimelerini döndüre döndüre sekülerleri suçlamak için kullanan Kuvvetli Bir Alkış ile Uzak‘ta misafirinin çıkarıp ortada bıraktığı ayakkabıları her seferinde sinirle dolaba kaldıran ev sahibi sahnesinin amansız tekrarı arasında ne fark var?
Dizinin alt metinleriyle söyleyemediğini karakterlerin ağzına tıkmak zorunda kalmasındaki didaktiklik ve beceriksizlik ile 3,5 saatlik Kuru Otlar Üstüne‘de derdini anlatamayıp finalini başkarakterin ağzından bir kapanış ile yaptırmak zorunda kalan NBC’den ne farkı kalıyor Oya’nın?
Üstelik kendinin de yürütücülerinden biri olduğu kültürel iktidarın bu vahşi 22 yıla rağmen sendelemeden sekülerlerde kalmasının hiç mi kutlanacak bir yanı yok acaba Oya için? Karşı tarafın sunulan tüm maddi imkanlara, politik desteğe rağmen alternatif bir kültür yaratamamasında eleştirecek hiçbir şey yok mu mesela? Bir beyaz Türk olarak doğmanın konforuna yaslanıp asla karşı tarafı eleştirmezken, kağıt kalınlığında yüzeysel kutuplaşma göndermesi yapmak yeterli mi sahiden, içinden bulunduğumuz durumdan çıkabilmek için?
Bütün bu eksikleri görmezden gelmek için Batı’dan ithal bir dilenci kurgusu, daha ilk bölümden anne göndermesi yapan ve finalde yerini bulan yılan tasviri, kefir-süt-emzirme alegorisi ile Einar Georg Einarsson’un İzlandaca şiiri yeter mi peki?
“Ve eğlence sıçradı
Gri bir taşın üzerinde
Huzur ve sessizlik içinde”