13-17 Ekim 2023 arasında Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği ya da kısa ismiyle AICA’nın 55. Olağan ve Bilimsel Kongresi, Polonya’nın Krakow şehrinde yapıldı. Contested Infrastructures (Tartışmalı Altyapılar) başlıklı kongrede dünyanın dört bir yanından gelen katılımcıların sunumları gerçekleştirildi ve kongreye paralel konferanslar ve paneller düzenlendi. 15 Ekim’den itibaren dahil olabildiğim kongreyle ilgili bazı gözlemlerimi aktartmak istiyorum.
Yeni- Muhafazakar Demokrasinin Hedefi
Kongrenin içeriği ve çağrısı özetle şu şekildeydi: Özellikle son 20 yıl içinde kültürel kurumların hem politik rekabet alanı olduğu hem de geniş ölçekli toplumsal eleştiri nesnesi olduğu fazlasıyla net ve Batı’da liberal ve sosyal demokrat fikirler statülerini kaybederken, yeni-muhafazakar demokrasi yanlıları tiyatrolar, galeriler ve müzeler üzerinde otorite kurmak adına rekabet ediyor. Çünkü bu alanların kamuyu etkileme gücünün farkındalar. Buna karşın kültür ve sanat alanında kurumların sadece kültürel veya siyasi anlaşmazlıklardan değil, her şeyden önce modernitenin temellerini sarsan uzun vadeli ekonomik ve ekolojik krizlerden kaynaklanan zorluklarla başa çıkmaya çalıştığı da vurgulanıyor. Böylece kurumların varoluş kriziyle karşı karşıya kalan pek çok sanat emekçisi, kültürel alanda Batı’nın kültürel hiyerarşisi ve toplumsal ütopyalarından farklı ve yeni örgütlenme biçimleri geliştirmeye çalışıyor.
Sembolik Savaş Alanları olan Kültür Kurumları
Bu bağlam ekseninde kongrede sunulan bildirilerin hepsine tek tek değinmek olası değil. Ki ben kongreye ancak 15 Ekim günü öğleden sonra dahil olabildim. Ama kongredeki genel sunumlar ve ortaya çıkan panoramayı özetlemeye çalışabilirim ve genel olarak gözlemlediklerim şu fikirlere bağlanıyor: Hemen hemen tüm coğrafyalardaki toplumlar derin dönüşümler geçiriyor ve bir zamanlar aydınlanmanın sembolleri olarak görülen kültür kurumları, farklı siyasi ideolojilerin ve çekişmeli kamusal söylemlerin odak noktaları haline geldi. Kutuplaşmanın fazlasıyla arttığı günümüzde kültür merkezleri siyasi ideolojilerin çarpıştığı sembolik savaş alanlarıdır ve artık ulusal kimliğin koruyucusu olarak görülen müzeler ve tarihi mekanların siyasal tartışmaların odak noktası olduğu görülüyor.
Yunanistan Örneği
Örneğin kongrede Yunanistan’dan Elli Leventaki’nin Sanatı Yaftalamak: Metodolojiler, Ortamlar ve (Yeniden-Yorumlamalar) başlıklı bildirisi, 20. yüzyıl başında Yunanistan’da, kadınların sanatsal üretiminin büyük ölçüde amatör, geleneksel ya da folklorik olarak etiketlenmeleriyle resmi sanat tarihinin dışında bırakıldığını vurgulamasıyla dikkatleri çekti. Yazara göre, farklı teknikler kullanan, yerel desenler geliştiren ve kendi sembolik dillerini taşıyan dokumacılar, çoğu zaman sanatçı olarak dahi nitelendirilmedi.
Kültürel Kurumların “Piyonlaşması”
Bu konu, çoğu ülkedeki modernist dönem heykellerinin kaldırılmasıyla da ilgili olarak düşünülebilir. Sözgelimi Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bazı konfederasyon anıtlarının kaldırılmasına ilişkin tartışmalar, bu olgunun bir örneği ve buna Mehmet Aksoy’un (bağlamı biraz daha farklı olsa da) İnsanlık Anıtı heykeli de eklemlenebilir. Bir yanda acı dolu bir tarihle ilişkilendirilen sembollerin kaldırılmasını isteyen ve bunu dini bir türbe retoriği üzerinden savunanlar bulunurken, karşıtları da bunu mirasın silinmesi olarak gördü. Bu çatışma, kültürel kurumların daha geniş siyasi mücadelelerde nasıl piyon haline geldiğini ve kimlik, tarih ve değerler üzerine toplumsal tartışmaları nasıl yansıttığını örnekliyor.
Brezilya
Bu konu, Brezilya’dan Ana Lúcia Beck’in Disipline Edilemeyen Hakikatler-Sérgio Adriano’nun Sanat Eleştirisini Yeniden-Düşünmeye Katkısı” sunumunda Brezilya çağdaş sanatındaki sömürgecilik karşıtı tartışmalarla masaya yatırdı. Yazar Afro-Brezilyalı Sérgio Adriano’nun MASP São Paulo veya MAR Rio de Janeiro gibi önemli müzelere nasıl yeni yollar önerdiğini ve genel olarak müze alımlarını tartışıyordu. Sanatçının yapıtlarından örnekler sunan Beck, çalışmalarının sadece Afro-Brezilya gerçekliğinin çağdaş sosyal ve kültürel mirasını alıntılamakla, yeniden ele almakla ve sorgulamakla kalmadığını, bunun yanında sömürgecilik ve kölelik tarihi sonrasının nasıl iç içe geçtiğini gösteren görsel ve sözel söylemler olduğunu belirtti.
Polonya
Polonya’dan Wiktoria Kozioł ise Leh Sanatçılar ve Tasarımcılar Derneği Tarafından Yayınlanan ‘Ars Forum’ Dergisinin Eleştirel Söylem Analizi: Si̇yasi̇ Bi̇r Strateji̇ Olarak Sanat Meti̇nleri̇nin Kurumsallaşmasına Bir Örnek bildirisinde Ars Forum dergisindeki makalelerin çoğulcu söylemi yerine getirip getirmediğinin izini sürdü. 2017-2020 arasında dokuz sayı yayımlanan dergide, genel yayın yönetmeni Janusz Janowski’nin görünürlüğünü nasıl kullandığını, açık bir biçimde eleştirel analize tabi tutarak açıkladı.
Polonya, Macaristan, Türkiye ve Sansür
Kongre kapsamında Dorota Monkiewicz moderatörlüğünde düzenlenen Arşivi Açmak: Orta ve Doğu Avrupa’da Sanat Eleştirisinin Geçmiş ve Geleceğini Birleştirmek başlıklı ve Marysia Lewandowska, Magda Ujma, Małgorzata Kaźmierczak, Paweł Leszkowicz ve Richard Gregor’un yer aldığı panelde ise, ilgili coğrafyalardaki devlet fonlarının kültür kurumlarına tahsisinin nasıl ideolojik farklılıkları yansıtan çekişmeli bir konu haline geldiği ve hükümetlerin yetkilileri ile kültür kurumları arasında finansman konusunda yaşanan çekişmelerin, genellikle bu kurumların ulusal anlatıları şekillendirmedeki rolüne ilişkin farklı bakış açılarına dayandığı belirtildi. Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde hükümetler kültür kurumları üzerinde daha fazla kontrol sağlamaya çalışmış, bu da sansür ve muhalif seslerin bastırılması suçlamalarına yol açmıştır. Türkiye’de ise bu konu, malum olduğu üzere, hiç de okuyucuyu zorlamayacak şekilde daha nettir.
Sömürgeci Miras Sürdürülüyor
Kongrede toplam dokuz panel ve kongreye paralel paneller ve konuşmalarda kültürel kurumların çok çeşitli coğrafyalar ve alanlardan gelen eleştirilerle karşı karşıya olduğu ve eleştirmenlerin başlangıçta kapsayıcılığı ve çeşitliliği teşvik etmek üzere tasarlanan bu kurumların değişen toplumsal normlara ayak uydurmakta başarısız olduğunu vurguladıklarını gözlemledim. Sanat müzelerinin özellikle tarihsel olarak Avrupa-merkezci bakış açıları nedeniyle eleştirilmesi dikkatleri çekti. Aktivist akademisyenler ve sanatçılar, bu kurumların Batılı olmayan sanatçıları yeterince temsil etmeyerek ve farklı anlatıları marjinalleştirerek, sömürgeci mirası sürdürdüğünü iddia ediyordu.
Boykot
Öte yandan teknoloji bağlamında sosyal medya platformlarının kamusal söylem için güçlü araçlar haline gelmesiyle kültürel eleştirinin erişiminin arttığına da tanık oldum. 21. yüzyılda ortaya çıkan bu fenomen, yıkıcı ideolojileri sürdürdüğü düşünülen kültürel figürleri ve kurumları hedef alıyor. Tartışmalı sanat eserlerinin kaldırılmasına yönelik çağrılar ve sakıncalı bakış açılarıyla bağlantılı olduğu düşünülen kurumların ev sahipliği yaptığı etkinliklerin boykot edilmesi, sunumlarda rastlanılan genel içerikler arasındaydı.
Dengeyi Kurabilmek
Nihayetinde kültür kurumlarını çevreleyen tartışmalar, hem siyasi rekabetin hem de yaygın eleştirilerin bir ürünüdür. Bu kurumların siyasallaşması daha geniş toplumsal gerilimleri yansıtırken, karşı karşıya kaldıkları eleştiriler de daha fazla kapsayıcılık ve çağdaş değerlere yanıt verme talebinin altını çiziyor. Kültür kurumlarının evrim geçirmesine tanık olurken, tarihi mirası korumak ile farklı ve dinamik bir toplumun değişen ihtiyaç ve perspektiflerine uyum sağlamak arasındaki hassas dengenin farkına varmak elzem görünüyor.
UCUBE “İNSANLIK ANITI”
7 Kasım 2005’te Kars Belediye Meclisi oy birliğiyle Ermenistan’daki Soykırım Anıtı’na karşı Sukapı Mahallesi’nde İnsanlık Anıtı yaptırılması kararını aldı. 2006’da heykeltıraş Mehmet Aksoy 24,5 metre yüksekliğindeki heykelin yapımına başladı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kars’ta heykeltıraş Mehmet Aksoy’un yaptığı İnsanlık Anıtı’nı ucubeye benzeterek anıtın belediye tarafından yıkılacağını ve yerine park yapılacağını söyledi. Bu söylemler sonrası Mehmet Aksoy, Erdoğan’a karşı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak dava açtı.
14 Haziran 2011 günü İnsanlık Anıtı yıkıldı. Önce parçalar halinde kesilerek indirildi. 2019’da toplanan Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, Aksoy’un “ifade ve sanat özgürlüğünün ihlal edildiği” kararını vererek Erdoğan’ın tazminat ödemesine hükmetti. Anıtın mimarı Mehmet Aksoy halen web sayfasında olan açıklamalarda ise şu ifadeleri kullandı: “Heykel sanatı form diliyle konuşur. Bu dili öğrenmek, alfabesini, kodlarını çözmek bir kültür ve görgü işidir. Bir uğraşı ve eğitim gerektirir. Politik arenanın çirkinliği, her şeyin politik rant sağlayan bir meta olarak algılanması ve maalesef sanatın da acımasızca ve kaba bir şekilde bu arenaya çekilmek istenmesi Türkiye sanatı ve sanat kültürü adına bir kayıp, bir düşmanlıktır. Başbakanımız vicdanını göğsünde taşımıyor, iktidar koltuğunun arkasında saklamış, görünmüyor. Görünen ve gösterdiği yalnızca güç… Yarın ahirette kalbi ağırlaşmış olarak terazinin kefesine konacak. Biliyorsunuz terazinin öteki tefesinde bir tüy var, kalbin tüyden hafif olması gerekiyor, o tüy belki de benim kekliğin tüyü olur. Kalbinizi, vicdanınızı ağırlaştırmayın Sayın Başbakanım.. Bakın bir sürü bakanlarınız var, danışmanlarınız var, kültür bakanınız var. Bu heykel hakkında sizi bilgilendirsinler. Kulaktan dolma, gerçek olmayan informasyonlarla konuşmamış olursunuz. Sarıkamış’ta, Kars’ta, Çanakkale’de ölen tüm şehitlerimizin barış arzularını ruhlarını göğe yükseltiyor bu anıt. Savaşları mahkum ediyor. İnsan olma yolunda ilerleme kaydetmek istiyorsak, barış içinde yan yana yaşamak, hayatı daha derinden anlamlı hosgörü içinde birbirimizi kucaklamak gerekir duygusunu veriyor… Böyle bir içerikteki heykele Başbakanın karşı olacağını düşünemiyorum… Siz en iyisi beni bırakın da heykeli tamamlayayım. Bana sahip çıkın, heykele sahip çıkın, barışa sahip çıkın… Benim kafamı meşgul etmeyin, bana elleşmeyin, bırakın da heykelimi yapayım. SİZDE KENDİ İŞİNiZİ YAPIN. İŞSİZLİK SORUNUNU HALLEDİN, KARS’TAKİ BESİCİLİK İŞİNİ HALLEDİN, HAYVANCILIK İŞİNİ HALLEDİN, OKUL SORUNUNU HALLEDİN, ÇİFTÇİNİN ÜRÜNÜNÜ DALINDA ÇÜRÜTMEYİN, ARACILARIN TEFECİLERİN ELİNE BIRAKMAYIN, KANALİZYON PROBLEMLERİNİ ÇÖZÜN, DOĞAYA SAHİP ÇIKIN, DOĞAYI PARSEL PARSEL SATMAYIN, DAHA SÖYLENİLCEK ÇOK ŞEY VAR AMA…”