Gazetecilik geçmişiyle de tanınan üretken yazar Şebnem İşigüzel, tarihi ters yüz eden son kitabı “İstanbullu Amazonlar 1809”u ArtDog Istanbul’a anlattı. İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap Osmanlı tarihini kadınların lehine çeviren bir kurgu. Kurgu olmasına rağmen gerçekçiliğinden ödün vermeyen “İstanbullu Amazonlar 1809”, İşigüzel’in Türkiye’de öldürülen kadınlara, geride kalan hak savunucusu kız kardeşlere, Şule Çet ve arkadaşlarına hediyesi…
-
‘İstanbullu Amazonlar’ın hikayesini anlatmaya nasıl karar verdiniz?
Kitaplar hep bir his olarak gelirler. Özünde yaratmanın hikayesi bu sanırım. Bir şeyler topluyorsunuz, biriktiriyorsunuz hatta ne yapacağınızı bilemediğiniz bir bulanık zaman bile geçiriyorsunuz ve sonra aniden kendini yazdırmak isteyen şey geliyor. Elbette sonrası korkunç bir disiplin, işçilik ve adanmışlık. İstanbullu Amazonlar kendini yazdırmak için resmen araya girdi. Hatta yeniçerilerin aklını aldıkları yakutlu balta masama indi diyebilirim. Çok daha büyük bir romanın sonuna gelmiştim çünkü. Pandemi oldu. Çalışma düzenim değişti. Ben de herkes gibi nefes almak istedim ve İstanbullu Amazonlar’ı yazmakta buldum çareyi. Mısır’da ilk ve tek kadın firavun vardır mesela. Hatşepsut. Bizde de olmayan, olamayan, yok sayılan hikâyeyi aradım. İmkansızı aradım. Yazmaya karar verme nedenim, görülmeyen, yok sayılan kadınlar oldu aslında. Erkek şiddetine kurban gidip pencereden atılmaya, bunu yapanların salınmasına; böyle bir geleneğe, sisteme itirazım olduğu için bir bakıma.
“Yazmaya karar verme nedenim, görülmeyen, yok sayılan kadınlar oldu aslında. Erkek şiddetine kurban gidip pencereden atılmaya, bunu yapanların salınmasına; böyle bir geleneğe, sisteme itirazım olduğu için bir bakıma.”
“Bu Coğrafya Farklı Bir Bakış Açısı Kazanırdı”
-
Kitabı okurken “Keşke gerçek olsaydı” dediğimiz bir öykü anlatıyorsunuz. Sizce Esma Sultan ya da genel olarak Osmanlı’da bir kadın sultan tahta çıksaydı tarih nasıl bir yön alırdı?
Ben kahramanlarımın yalancısıyım ama anlatıcılarım ilginç şeyler öne sürüyorlar. Yani onların güçlü iddialarıyla kayıp yüz yetmiş bir günlük iktidar sürseydi ve kadın sultanların taht bahtı görmesinin devamı gelseydi, elbette farklı bir bakış açısı kazanırdı bu coğrafya. Elbette cinsiyetten öte iktidarın donanımı ve değerleri de önemli. Ancak gelenek ve dine rağmen kadın iktidarı olmuş olsaydı bu baskı olmayabilirdi. Kaldı ki benim yarattığım kadın sultan ileri görüşlü, sezgileri kuvvetli, mantıklı bir kadın. Ona çaptan düşen imparatorluğun dünyaya nasıl ayak uyduracağını söyletmek güzel bir hayaldi. Öyle bir kadın fikrinin iktidarı bu coğrafyanın talihsizliğini ortadan kaldırabilirdi.
“Romanlarım Benim Cennetim”
-
İstanbullu Amazonlar 1809’u Türkiye’de öldürülen kadınlara, geride kalan hak savunucusu kız kardeşlere, Şule Çet ve arkadaşlarına adadınız. Bu değerli romanla destek verdiğiniz kadın mücadelesinin şu an bulunduğu nokta hakkında neler düşünüyorsunuz?
Kadınların, Türkiye’deki en güçlü muhalefet olduğunu düşünüyorum. Gençlerin de öyle. Yeni dünyayı kadınlar ve gençlerle icat edebiliriz. Kadınların cinsel şiddete kurban edilip pervasızca pencereden atılması ve bunu yapanların ceza almaması hangi vicdana sığar? Bu ülkeye ve adalete vicdan tesis etmek kadınlara düştü. Bu yüzden kadın mücadelesini çok kıymetli ve güçlü buluyorum. Üstelik kadınlar sadece kadın meselelerinde değil her türlü hak ihlalinde ve çevre sorunlarında, bunu yapanların karşısına dikiliyorlar.
-
Tarihi ters yüz ederek yeniden yorumlayan bu roman yazım aşamasında sizi diğer eserlerinize göre daha çok zorladı mı?
Romanlarım değil hayat zorluyor beni. Romanlarım benim cennetim. Hayatta en mutlu olduğum yer masamın başı. Yazmak, hayal etmek, kurmak, çalışmak. Tabii kelime kelime cümle cümle bir dünya örmek, kahramanların yerine geçmek ve yaşadıklarını masa başında bile olsa yüklenmek zaman zaman yıpratıcı, evet. Zihinsel işlerin yorgunluğu farklı. Yazarken en sevmediğim şey hayal kırıklığı yaşamaktır. Öyle olunca durmak ve düşünmek hatta bazen bırakmak ya da bir şeyleri çöpe atmak gerekir. Kahramanlarıma yaşattığım hislerden etkilendiğim olur. Burada kadın sultanımın yalnızlığı, melankolisi, sarayın karanlık kış günlerinde hissettiklerini yazdığım bölümde duygusal olarak zorlandım diyebilirim.
“Bu ülkeye ve adalete vicdan tesis etmek kadınlara düştü. Bu yüzden kadın mücadelesini çok kıymetli ve güçlü buluyorum. Üstelik kadınlar sadece kadın meselelerinde değil her türlü hak ihlalinde ve çevre sorunlarında, bunu yapanların karşısına dikiliyorlar.”
-
Tarihten başka karakterlerle ilgili benzer romanlar yazmayı düşünüyor musunuz?
Bu aslında benim Esma Sultan’ım. Yani yaşadığı dönem, ilişkileri, tarihi olabilirlik anı dışında bir gerçekliği yok. Ona Faust’un birinci cildini okutan da Platon’u öğreten de, makaronları yediren de İngiliz Elçisi’yle konuşturan da benim. Dolayısıyla kurgusal bir karakter. Tarihi hikâye etmeyi seviyorum. Mutlaka bir köşesinden yine dalarım. İleride 15’inci yüzyıl ya da 16’ncı yüzyıla uğramak gibi bir niyetim var.
Şebnem İşigüzel, Fotoğraf: Manuel Çıtak
“Ölmekten Değil Yazdıklarımın Yarım Kalmasından Korkarım”
-
Çok üretken bir yazarsınız. Pandemi bu üretkenliğinizi daha da artırdı mı? Gelecek projelerinizden bahseder misiniz?
Evet zaman hızlandıkça ben de hızlanıyorum. Zamana ayak uydurmak diye buna derim. Yarım bıraktığım romanımı tamamlayacağım. 1800’lerin sonundan 2015’e uzanan. Sıradan insanlar üzerinden toplumsal hayatın panaroması gibi düşünebiliriz bunu. İlginç bir yerden başlıyor tabii, sıradan insanlar desem bile kahramanlarıma. Ben onlara çok alıştım diye öyle sanırım. Bin sayfalık dev bir yapı kurdum. Sonra bir roman daha yazacağım. O da İstanbul dışından bir hikâye. Bir de farklı bir kurgu ve anlatım biçiminde yazacağım romanım var. Fikri beni çok heyecanlandırıyor. Bu iki kitap arasına gelir ya da öne geçebilir mi ya da sırasını mı bekler bilmiyorum. Ölmekten değil yazdıklarımın yarım kalmasından korkacak kadar seviyorum yazmayı. Öldüğüme değil yazamayacak olmaya üzülürüm. Yaşamak benim için yazmak. Böyle olunca üretken olmayı başarabildim. Küsme tehlikem de vardı çünkü. Buradaki hayat en kolay yaratıcıyı soldurur çünkü..
“…Bin sayfalık dev bir yapı kurdum. Sonra bir roman daha yazacağım. O da İstanbul dışından bir hikâye. Bir de farklı bir kurgu ve anlatım biçiminde yazacağım romanım var. Fikri beni çok heyecanlandırıyor.”
“Edebiyatı Düşünme Biçimlerini de Seviyorum”
-
Çağdaş Türk edebiyatından takip ettiğiniz yazarlar kimler? Özellikle de genç kadınlara “Kesinlikle okuyun” önerisinde bulunabileceğiniz yazarları merak ediyoruz?
İsimler hep eksik kalıyor sonra üzülüyorum. Ama pek çok yayınevi iyi kitaplar yayınlıyor. Çağdaş Türk edebiyatında, günümüzde, öykü yazılıyor daha çok. Roman yazan az. Çağdaş dünya edebiyatından güzel kitaplar geliyor ve iyi çevriliyor. Siz genç kadınlara öneri isteyince aklıma kendi gençliğim geldi. “Çöplük”ü yazdığımda otuz yaşındaydım. Bütün romanlarım aslında çok erken yaşta gelmiş. Benimkisi edebi ve ebedi gençlik gibi 🙂 Gökçe Bilgin’in ilk kitabı güzel, Melisa Kesmez’in yine ilk öykü kitabını sevmiştim, Gamze Arslan, Mevsim Yenice, Semra Topal, Ebru Ojen, Seray Şahiner, Hamdi Koç, Irmak Zileli, Hikmet Hükümenoğlu… Eksik bir tavsiye olsa bile bu isimlerin sadece yazdıklarını değil, edebiyatı düşünme biçimlerini de seviyorum.
“Temel Hak ve Hürriyetlerimizi Kadın Atalarımıza Borçluyuz”
-
Hürriyet’e verdiğiniz röportajda, “Yakacaksa dünyayı kadınlar yakacak ve yeniden de kuracak” demişsiniz. Kadınların ve kadın hareketinin gücüne ilişkin neler söylemek istersiniz?
Kibirli görünecek kadar Batılı olsam, düşünsem, baksam bile arabesk bir tınıyla böyle söylemişim; güzel söylemişim. Kadın hareketinin hakkı teslim edilmediği gibi yaptıkları görülmedi de. Oysa dünyayla eş zamanlı başladı. Klişe ama öyle, bu topraklarda temel hak ve hürriyetlerimizi kadın atalarımıza borçluyuz. Önce bunu bilmek, hatırlatmak, çoğunluğa da öğretmek lazım. Kadın hareketinin bugün geldiği noktada adalet tesis etmesi, dayanışması ve örgütlenme becerisi muazzam. Gezi’nin kırmızılı kadınından, İkizdere’ye mücadelelerin başında kadınları gördük. Onlar yok sayılan kadın hareketinin en güzel karşılığı, bugünün Amazonları işte.