Ara Güler’in objektifinden Yaşar Kemal.

İnsanlığın Ortak Değeri Yaşar Kemal…

//

Yaşar Kemal, kelam ustasıydı. Onun sözlüğünde bu ülkenin adı, ‘bin bir çiçekli bahçe’ydi. “Bir bahçede hep aynı çiçekten olursa o bahçe güzel olmaz. Sen, ben, o varız diye güzel bu bahçe. Koparma farklı çiçekleri, kalsın renkleriyle, kokularıyla…” derdi. O, bu bahçenin tam ortasında koca bir çınar ağacıydı: O ağacın gölgesindeki bütün halklar kardeşten de öteydi. O yüzden Kürt’tü, Türk’tü, Arap’tı, Laz’dı, Çerkez’di, Ermeni’ydi, Musevi’ydi, Rum’du, Ezidi’ydi. O yüzden tüm insanlığın ortak değeriydi. Ve o çınar ağacı 8 yıl önce; ‘O güzel adam, o güzel ata binip gitti’.

Edebiyatın büyük ‘usta’sı Yaşar Kemal, Türkiye’den Nobel Ödülü’ne aday gösterilen ilk yazardı. Gençliğinde Kadirli’de ‘Arzuhalci Kemal’ olarak bilinirdi. Toprak ağalarına karşı olduğu için 1950 yılında hapse atılmış, ‘komünist kör Kemal’ olarak anılmaya başlanmıştı. Yine ağaların kışkırtmasıyla halk, hapishaneyi basarak Yaşar Kemal’i linç etmek istemiş; bunun üzerine Kemal, Kozan Hapishanesi’ne nakledilmiş, ardından da salıverilmişti. Kadirli’de manavdan elma alırken, “Yahu, bu elmaların kırmızısı yok mu?” diye sorduğu için, “Vayy, sen kırmızı derken, aslında ‘kızıl’ demek istiyorsun” denilerek dövülmüştü, taşlanmıştı.

Türk edebiyatının çınarının, 1951’de İstanbul’a geldiğinde yanında getirdiği, kafasında çoktan yazdığı, hatta ilk satırlarını 1947’de kaleme aldığı dört ciltten oluşan İnce Memed’i, bugüne kadar 40’tan fazla dile çevrildi. Çukurova›nın sesi, halk ve doğa sevdalısı Yaşar Kemal geride onlarca eser bırakarak 28 Şubat 2015 tarihinde, 92 yaşında, hayata veda etti…

Hemite Köyü

Yeni yılı uğurlamaya hazırlandığımız aralık ayında, Yaşar Kemal’in sağlığında sık sık ziyaret ettiği, Osmaniye’nin Kadirli İlçesi’ne bağlı, yeni adı Gökçedağ olan Hemite Köyü’ne doğru yol alıyoruz. Yaşar Kemal’in yazdığı gibi baştan başa nergis açan yamaca yaslanmış Hemite; arkasında kale, önünde Ceyhan… Ve uzaklarda Yaşar Kemal’in anlata anlata bitiremediği Düldül Dağı…

Yaşar Kemal’in coğrafyasında dağın, taşın, akarsuyun, yağmurun, bulutun, ağaçların nesnelerin ruhu vardır; insanın ruhu nesnelerin içine girer ve oradan bakar sanki. Hemite’ye gitseniz her kitabından bir iz bulursunuz.

“Hemite dağı Çukurova’nın ortasına doğru bi hançer gibi uzanmıştır. Önünden Ceyhan ırmağı akar. Aşağıda Akdeniz’e kadar uzanan Çukurova düzlüğü… Hemite dağı Çukurova düzlüğünden birdenbire çıktığı, yükseldiği için ulu bir dağ gibi gözükür. Sırtını Torosa dayamış bir küçük dağdır. Kıraçtır. Kayalığında tek tük kesme çalıları, kocayemiş çalıları, alıç ağaçları bulunur. Hemite dağı baştan ayağa çiriş, nergis açar. En kokulu nergis Hemite dağı nergisidir. Hemite dağı kayalıkları keskin, mor, ak, yeşil benekli kırmızı damarlı çinke taşındandır. Çinketaşı çakmaktaşına yakın sertliktedir. Bu dağdan hiç mi hiç su kaynamaz. Kurudur, ince, yarım parmak kalınlığında bir su Hemite köyünün üstündeki kayalığın dibinden sızar. Bu çeşmenin çok eskilerden, Hititlerden kaldığı söylenir. Bu ot bitirmez Hemite dağı hiç kimsenin işine yaramaz. Sarp kayalıklarında eskiden kartal yuvaları vardı. Öylesine çoktu ki kartallar, kapkara, kayalıkları örterlerdi. Şimdi onlar da çekip gitmişler, nereye gitmişlerse…” Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi adlı kitabında Hemite’den böyle bahseder. Bu toprakları anlatır hep Yaşar Kemal kitaplarında; Hemite’yi, Osmaniye’yi…

225 haneli köyün girişinde Türk edebiyatının koca çınarı için yapılan Yaşar Kemal Kültür Merkezi’ne uğruyoruz. Kültür Merkezi’nin elektriğinin yedi yıldır kesik olduğunu üzüntü içinde öğreniyoruz… Dünyaca ünlü yazar Yaşar Kemal’in 2013 yılında açılışını bizzat kendisinin yaptığı Yaşar Kemal Kültür Evi ve parkı ne yazık ki bakımsızlık içinde… Burayı ziyaret için gelenler elektrik olmadığı için sadece gündüz içeri girebiliyor. Köyün içine doğru ilerliyoruz. Çukurova kadar sıcak yürekleriyle bizi karşılayan Hemite’nin sakinleriyle Yaşar Kemal’i ve eskileri konuşuyoruz. Bu sırada Yaşar Kemal’in çok sevdiği ve bağını hiç koparmadığı çocukluk arkadaşı Veli Kılıç’ın öldüğünü öğrenmiş olmanın üzüntüsünü yaşıyoruz.

Hemite’nin eski ve dar sokaklarında dolaşırken bizleri şair Seyfi Metin evine misafir ediyor. Tavşan kanı çaylarımızı içerken Ceyhan ırmağının kuzey kıyısında bulunan tarihi Hemite kalesi tüm gizemiyle bizleri selamlıyor adeta. Seyfi Metin’den Yaşar Kemal’in en sevdiği oyun mekanlarından birinin bu tarihi kale olduğunu öğreniyoruz. Metin, “Abilerimiz anlatırdı: Yaşar Kemal arkadaşlarıyla kaleye çıkar, yaptıkları tahta kılıçlarla burada oynarmış” diyor ve usta yazara 2009 yılında Hemite’ye geldiğinde okuduğu Benim Köyümdür şiirini bizlerle paylaşıyor:

“Karşıdan bakınca güzel görünür

 İşte o köy, işte benim köyümdür

Yaz gelince yeşillere bürünür

İşte o köy, işte benim köyümdür

Seyfi Metin, bu şiiri okumaya başladığında Yaşar Kemal’in gözlerinin buğulandığını anlatıyor. Buram buram Yaşar Kemal kokan sohbet sırasında edebiyatın ulu çınarının hayatı bizlerin gözü önünde adeta bir film şeridi gibi geçiyor: Yürekleri paramparça yapan dramla yoğrulmuş, siyah-beyaz bir film…

Thilda Serrero Gökçeli, Sabahattin Eyüboğlu, Yaşar Kemal. 1960

Birinci Dünya Savaşı Yılları…

Doğu Anadolu’da ve Kafkasya’da Ermeni komitaları Türklere yönelik katliamlar içindedir. Tarihler 1 Mayıs 1915’i gösterdiğinde Ruslar Kafkas Dağları’nı aşıp girdiğinde Doğu Anadolu’ya, Erzurum’a, Ağrı’ya, Van’a, Hakkâri’ye kendilerinden önce korkuları gelir. Yaşar Kemal Kimsecik romanında şöyle anlatır o günleri: “Akşamüstüydü, gün kavuşuyordu, birden köyün ortasına bir top güllesi düştü, köyün tam ortasında kaynayan sıcak sulu pınarın sularını havaya fışkırttı, orada derin bir çukur açtı. Top gülleleri artık ardı ardına köyün ortasına, yanına yönüne düşüyordu. Toz duman, çığlıklar, melemeler, böğürmeler, kişnemeler, horoz sesleri, gölün uğultusu, yankılanmalar, bir kıyamet gününün akşamüstüydü. Çok kişi ölmüş, çok kişi yaralanmıştı.”

Her başlangıç çeşitli zorluklar barındırır kendi bağrında. Çukurova’nın verimli toprakları artı değer üretirken çok sayıda insan gönül heybelerinde sayısız umutla Adana’ya çalışmaya gelir. Yaşar Kemal’in ailesi de yaşamak için evlerini, sevdiklerini ve hayatlarını geride bırakmak zorunda kalmıştır. Aile, Muradiye ilçesine bağlı Ünseli (Arnes/Ernis) köyünden Çukurova’ya zorunlu göç eder. Van’dan Çukurova’ya kadar yol, bir felakettir… Aç, sefil, üryan… Baba Sadık yanında karısı Nigâr Hanım, yaşlı anası Hırde Hatun ve sonradan her biri birer roman kahramanı olacak diğerleri… Mezopotamya toprakları kan ağlıyor, Fırat Suyu Kan Akıyor!

Büyükanne Hırde Hatun, yolculuk boyunca hep oğlu Sadık’ın sırtındadır. Bilinmezlikler içinde sürüp giden yolculuk sırasında Hırde Hatun oğlu Sadık’a, “Çalının arasında bir inilti duydum oğul” der. Durup bakarlar, bir yaralı çocuk… Alırlar yanlarına, adını sorarlar, “Yusuf” der. Baba Sadık nereden bilecektir, bu yaralı çocuğun sonraki yıllarda Azrail’i olacağını…

Birinci Cihan Harbi yakıp yıkmıştır dağı taşı bile… Çukurova adeta insansızdır o devirde. Baba Sadık, varır İskan Komisyonu Başkanı’nın huzuruna. “Bak Kürdoğlu, sana bir konak veriyorum ki kasabanın en güzel konağı. Sana tarlalar veriyorum ki ovanın en bereketli toprakları. Semail’in konağı, tarlaları senin…” der başkan. Baba Sadık istemez: “Anam derdi ki: Yuvasından atılmış bir kuşun yuvası başka kuşa hayretmez.” Başkan kızar: “Onlar kuş değil, Ermeni.” Uzun bir münakaşadan sonra başkan iki jandarma çağırır: “Bunları alın, doğru yılanların oynaştığı o kayalık Hemite Köyü’ne götürün. Görsün gününü orada.”

O zamanlar Hemite Osmaniye’ye değil, Kadirli’ye bağlıdır. Hemite’de köylüler onları çok iyi karşılar. Elbirliği yapıp yeni komşularına, duvarları kamıştan, damı sazdan ‘huğ’ dedikleri güzel bir ev yaparlar. Köyde üç çeşit toprak vardır; mavi, sarı, kırmızı… Dileyen evini istediği renkten toprakla sıvar. İşte Yaşar Kemal bu köyde, bu evde dünyaya gelir. Kemal’in aileye katılması babasını sevince boğar. Adını Kemal Sadık koyarlar. Kemal Sadık Gökçeli, Yaşar Kemal’in gerçek ismidir. Nüfus cüzdanında doğum yılı 1926 yazılmış olsa da Yaşar Kemal annesiyle yaptığı hesaplamalar sonucunda gerçek doğum tarihinin 1923 yılı olduğunu söyleyecektir…

Baba Sadık Oğlu Yaşar için Her Yıl Bir Kurban Keser

Çukurova’da ekim ayının sonuna doğru yayladan inilir ve evlerin avlusunda oğlaklar kesilir. Kemal 3.5 yaşındadır. Evlerinin avlusunda oğlak kesen halasının eşini izlerken, bıçak deriden kayıp sağ gözüne saplanır… Kemal acı içinde yere yığılır ve haykırışı tüm köyde yankılanır. Sağ gözü kör olur. Bu, çocuk bedeninin yaşadığı ilk felakettir ama ölünceye kadar yüreğinde söküp atamayacağı asıl acıyı bir yıl sonra yaşayacaktır.

Kemal 4 yaşındadır. Babası Sadık’la camiye gider. Ailesinin Van’dan gelirken bulup yaralarını iyileştirdikleri evlatlıkları Yusuf, hiçbir sebep yokken camide, babası Sadık’ı Kemal’in gözünün önünde bıçakla delik deşik eder… Tüm vücudu titriyordur. Pörtlemiş gözlerinin içinden göz bebekleri fırlayacak gibidir. Korku içinde ağıtların yakıldığı eve gelir ve sabaha kadar ağlar. Şafak vakti tek bir cümle çıkar ağzından, “Yüreğim ağrıyor” ana der… Sabah olduğunda bu cümleyi de kuramayacaktır. O artık kekemedir. Körlüğün üstüne kekemelik gelmiştir.12 yaşına kadar hep kekeme yaşayacak, sadece türkü söylerken dili çözülecektir. Bu olay hayatının dönüm noktası olur. Babasının ölümüne uzun yıllar inanamaz, mezarına hiç gitmez. Hatta uzun bir süre mezarlığın yanından bile geçmez.

Küçük yaşlarda ozanların anlattığı efsaneler, okudukları şiirler Yaşar Kemal’i derinden etkiler; ozanlara öykünerek türküler, şiirler söylemeye başlar. Kendisiyle atışan görme engelli Âşık Ali’nin “Sen bu yaşta bu kadarsan sonunda Karacaoğlan gibi olacaksın” sözleri onu çok mutlu eder. Türkülere sığınır; konuşmaktan çok türkü söyler. O kadar çok türkü söyler ki, bir süre sonra köyde adı Âşık Kemal’e çıkar.

Huzursuz, sıkıntılarla dolu bir dönemdir… Yaşar Kemal, yüreğinde kopan fırtınaları dindirmeye çalışsa da başarılı olmaz… Aklını hep, ‘babasının katilini öldürme isteği, bu fikrin neden olduğu korku’ kemirir. Anası, oğlu Kemal, Yusuf’u öldürsün de babasının intikamını alsın diye dua eder hep… Kemal bunu yapmaz. Bu işi yapmak akrabadan Osman’ın payına düşer. Anası uzun yıllar Yusuf’u Osman’ın öldürdüğüne inanmak istemez. Ona göre, ‘Yusuf’u Osman değil, Kemal öldürmüş, babasının intikamını almış ve hapse girmemek için de suçu Osman’ın üzerine atmıştır’! Annesi komşu ve uzak akrabalarına hep böyle anlatır.

Gençliği, korku ve endişe içinde geçer… Kasvetli bir iklimde geçen bu yıllar Yaşar Kemal’in, yazacağı romanlarının harcını oluşturacaktır. Ve yaşadığı bu acılar onu dünyanın en büyük ‘modern destancısı’ yapacak, dünya edebiyatı Homeros’tan sonra ikinci büyük anlatıcısını kazanacaktır.

Yaşar Kemal, o yıllarda yaşadığı acıyı Kimsecik Üçlemesinin Yağmurcuk Kuşu adlı romanının birinci cildinde şu sözlerle özetler: “Ben küçükken, babam bana hep Van’dan Çukurova’ya göç macerasını anlatırdı. Derdi ki: ‘Oğlum yol buyunca hep çocuk sürülerini gördük.’ Bu cümle hayatım boyunca kafamın içinde çınlayıp durdu. Kimsecik Üçlemesi’ni yazmaya oturduğumda, kafamda bu cümle vardı. Ve bu cümleden 3 cilt roman çıkardım.”

Yazıyla Buluşma…

Köye gelen bir çerçinin tuttuğu borç çetelesi, onu yazıyla buluşturur. Çerçi ak kâğıda sihirli birtakım işaretler çizmektedir. O da bunu öğrenmek ister ancak çevresinde bir mektep yoktur. Uzak bir yerde vardır ve o da yalın ayak oraya gitmeye başlar. İlkokul bitince orta mektebe gitmesi gerekir, amcası elde avuçta kalan tek tosunu verir ona, “Götür Adana’ya sat, parasıyla okula git” der. Tosunu satar, parasıyla mektebe yazılır ama 1939’da orta mektebin son sınıfından ayrılır. 1941’de ‘tastikname’sini alır. Birçok iş yapar: Ayakkabıcı çıraklığı, kavun-karpuz bekçiliği, traktör sürücülüğü, ırgatlık, amelebaşılık, vekil öğretmenlik, kütüphane memurluğu, arzuhalcilik…

İlginizi çekebilir:  Gazze’de 100’den Fazla Kültürel Miras Alanı Zarar Gördü

İkinci Cihan Harbi Yılları

İkinci cihan harbi yılları… Ankara aydınlara, muhaliflere göz açtırmaz. Yaşar Kemal, Adana’ya sürülen Arif ve Abidin Dino kardeşler ile tanışır. Abidin ressamdır, yazardır, sinemacıdır. Abidin Dino, 1979’da bu tanışmayı Milliyet Sanat Dergisi’nde şöyle yazar: “Gözümüzün önünde, bir deri bir kemik, köylü delikanlının biri… Adı Kemal Sadık Göğceli. Hemite Köyü’nden gelmedir. Dağ bayır dinlemez, köyünden, dağ köylerinden, obalardan, ovalardan, kasabalardan ikide bir de kopup gelir Adanaya, çöker önümüze. Ağıtlar, türküler, destanlar serer buruşuk sarı kâğıtlar üzerine yazılmış. Her getirdiği söz yumağı, akıllara durgunlukta… Dehşet acı, dehşet güzel.”

Abidin Dino, ona “Türküler Müfettişi” adını takar. Adana’da kütüphanede çalışmaya başlar. Batı klasiklerini hatmeder, okunmadık kitap bırakmaz. Daha sonra Orhan Kemal adıyla muhteşem romanlar, hikâyeler yazacak olan Raşit Kemali Öğütçü’yle burada tanışır. Hapishaneden yeni çıkmıştır Raşit Kemali; hem de Bursa Hapishanesi’nden geliyordur, Nâzım Hikmet’in yanından, onunla kurduğu dostluğun kokusu vardır hâlâ üzerinde. O da şiirler yazar ama Nâzım’ınkileri görünce şiiri bırakmış, hikâyeye, romana yönelmiştir.

Hem ‘Komünist’ hem de ‘Casus’…

Çalışmak için İstanbul’a gider Yaşar Kemal. Bir süre havagazı şirketinde çalışır. Havagazı saatlerini okuyup, tüketileni kaydediyordur. Ancak İstanbul’da tutunamaz ve Adana’ya döner. Kadirli’de arzuhalcilik yapmaya başlar. Hapishaneyle de o günlerde tanışacaktır… Yazdığı hikâyeler ve ağıt derlemeleri nedeniyle hem ‘komünist’ hem de ‘casus’ diye yaftalanıp atılır Kozan Hapishanesi’ne… Bir eşkıya bıçaklar onu orada. Ölümden döner, zor iyileşir. Yaralı halde defalarca mahkemeye götürülür, her defasında tutukluluğuna karar verilir. Son duruşmada aynı kararı beklediği sırada yargıç, “Suçtan beraatine” der. Yıllar sonra Yaşar Kemal “Niye Adana’yı bırakıp geldiniz ki?” sorusuna şu cevabı verir: “Öldüreceklerdi. Bunu bir hâkim söyledi bana. Aslında o hâkim beni buraya gönderdi.”

Hapisten çıktıktan sonra arzuhalcilik yaptığı tezgâhının yerinde yeller esiyordur. Açtır, işsizdir ve artık buralarda durmanın imkânı yoktur. Kemal ile Kemali şanslarını İstanbul’da deneyecektir. Ama ikisinde de para ne gezer. Orhan Kemal’in babası vefat etmiştir ve mirastan da payına 600 lira düşer. Bu parayla iki Adanalı, İstanbul’da sebzecilik yapacaklardır. Bir kamyonet alacak, sebzeyi dolduracaklar, Orhan Kemal kamyoneti sürecek, Yaşar Kemal de o davudi gür sesiyle, “Baklaya gel, enginara gel! Zerzevatçı geldi!” diye bağıracak, zerzevattan kazandıkları parayla hayatlarını idame ettirecek, boş kalan zamanlarında da roman ve hikâye yazacaklardır. Zerzevatçılık yapma hayali, Orhan Kemal’in parayı harcaması nedeniyle suya düşer.

İnce Memed ve Gülhane Parkı…

İstanbul Gülhane Parkı’nda, 1951’in yazıdır. Anası Nigâr Hanım, balmumundan muşamba bir torba dikmiştir ona. Adana’dayken bir bölümünü yazdığı İnce Memed romanını o torbada saklar, boynunda muska gibi taşır. Bir çınarın gölgesinde kartondan yaptığı yatakta yatar, İnce Memed’e başını koyar. Yaşar Kemal bir röportajında o yıllara ilişkin şunları söyler: “İşte şurası, şu çınarın altı, 1951 yılında İstanbul’a geldiğimde benim ilk evimdi. Yaz başıydı. Uzun süre burada yatıp kalktım. Anam balmumundan muşamba bir torba dikmişti bana. Adana’dayken bir kısmını yazdığım İnce Memed romanım vardı o torbanın içinde. Boynumda bir muska gibi taşıyordum. Karton sermiştim şuraya, geceleri İnce Memed’i de yastık yapıyor, başımı koyup uyuyordum.”

Yaşar Kemal, Gülhane Parkı’nda yatıp kalktığı günlerde, Sarayburnu’nda oltayla balık avlar, yediklerini yer, diğerlerini satar. Birçok kez kapısından geri çevrildiği Cumhuriyet Gazetesi’ne ise Behçet Kemal Çağlar’ın araya girmesiyle adımını atar… Behçet Kemal Çağlar, onun Bebek hikâyesinin Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’nin eline geçmesine vesile olur. Nadir Bey, Türkçesine hayran kaldığı Yaşar Kemal’in hikâyesini gazetede tefrika eder. Ama onun için düşündüğü asıl iş röportaj yazarlığıdır.

O zamanlar, şimdi olduğu gibi iki kişinin karşılıklı konuşmasına röportaj denmiyordu. Röportaj eli kalem tutan, dil cambazı yazarların bir olayı kendi üsluplarıyla anlatmasıydı; dili bu kadar güçlü, kelimelere böylesi dans ettirebilen bir yazardan müthiş bir röportaj yazarı çıkabilirdi. Nadir Bey bunu gördü.

Nadir Nadi’nin huzuruna çıktığında Yaşar Kemal’in dış görünüşü perişandır. Sakalları uzamış, saçları karmakarışık, kir içindedir. Lastik ayakkabıları yırtılmış, parmakları dışarı çıkmış… Uzun süredir sıcak su yüzü görmemiş bedeni kaşınır. Giysilerini deniz suyunda yıkadığı için pantolonu bile kararmıştır. Bir deri bir kemik, uzun, cılız, dokunsan devrilecek bir kavak ağacı gibi durur.

Yaşar Kemal, 1950’lerin başında Cumhuriyet Gazetesi’nde işe başlar. Nadir Bey’in talimatıyla kendisine muhasebeden 1500 lira avans para verilir. Üstünü başını düzeltecek, kalacak bir yer ayarlayacaktır. İlk görevi de sıkıntılı günler geçiren Diyarbakır’a gidip, orada olanları yazmak ve röportajlarını gazeteye yollamaktır.

Tatvan’dan Van’a giderken, feribotta bir yüzbaşının okuduğu Cumhuriyet Gazetesi’nde ilk defa ‘Yaşar Kemal’ imzasını görür. Abidin Dino’nun önerisiyle adını Yaşar Kemal olarak değiştirmiştir. Polis, ancak iki yıl sonra, 1953’te, Gökçeli’nin Yaşar Kemal olduğunu öğrenecektir… Ne de olsa ‘Sadık Kemal Gökçeli’, mimlidir, fişlenmiştir, komünisttir; gazete yönetimi ona taze bir başlangıç yapma fırsatı vermiştir yeni adıyla.

Cumhuriyet Gazetesi’nin dış politika yazarı Ömer Sami Coşar, bir gün Yaşar Kemal’i Tarabya’ya balık yemeğe davet eder. Masaya iki kadın gelir, biri Coşar’ın eşi; ötekisini Thilda Serero diye tanıştırdılar. Masalarına hiç beklemediği bir anda soylu bir güzellik gelip kurulmuştur. Yaşar Kemal etkilenir. Sohbet başlar, daha da etkilenir. Tesadüfi bir buluşma mıdır, Tanrı mı böyle istemiştir bilinmez, ama o geceki o buluşma, 1952’de mutlu sonla biter. Yaşar Kemal, Sultan 2. Abdülhamid’in baştabibi Jak Mandil Efendi’nin torunu Thilda Serrero ile evlenir. Thilda sayesinde Yaşar Kemal dünyaya açılır.

İstanbul’un Kışı ve Bir Efsanenin Doğuşu…

1953 kışıdır… Birkaç yıl önce evlenen Yaşar ve Thilda Kemal çifti, o günlerde Beşiktaş Serencebey’de küçük bir apartman dairesine taşınırlar. Bu evde bir ‘tarih’ yazılacaktır. Yaşar Kemal’in Cumhuriyet gazetesine yaptığı röportajlarla hayli ünlü olduğu bir dönemdir bu. Ne var ki Thilda Kemal işten atılmıştır; aile, gazetenin verdiği 180 lirayla geçinmeye çalışır. Kömürün kilosu 15 kuruş o vakitler. Kış da fena bastırdığından kömür darlığı söz konusu. Bakar ki olacak gibi değil, gazetenin yazı işleri müdürü Cevat Fehmi Başkut’a gider Yaşar Kemal ve İnce Memed romanından söz eder. “Bu romanı yazmak istiyorum. Ama paraya ihtiyacım var” der, “Bana romanın tefrikası karşılığı avans olarak 1000 lira verirseniz…” diye teklif eder. İnce Memed, 1953-1954 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilir.

İnce Memed’de haksızlığa ve zulme karşı silahla mücadele ederken Yaşar Kemal, aynı çabayı hayatı boyunca fikirleri ve onları kâğıda döktüğü kalemiyle gösterir…

1956 yılında Varlık Roman Armağanı’nı alan İnce Memed; öncelikle Bulgarcaya, Nâzım Hikmet tarafından Rusçaya, eşi Thilda Kemal tarafından İngilizceye ve ardından Fransızca, İtalyanca olmak üzere 40’tan fazla dile çevrilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarının anlatıldığı bu kıymetli eser, Çukurova’da geçer. İnsanın özünü keşfeden eşsiz yazar, en zor koşullarda bile insana ve ondaki umuda olan inancını ortaya koyar. Yaşar Kemal, Torosların eşkıyası İnce Memed ile Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen ilk Türk yazar unvanına sahip olacaktır.

Evet, ilki 1973’te olmak üzere pek çok kez Nobel’e aday gösterilmesine rağmen Yaşar Kemal bir türlü ödülü alamaz. Verdiği bir röportajda Ölene kadar da aday olacağımder hatta.

Siyasi Kavgaların Hep İçinde Oldu…

1967’de Ant Dergisi’nin kurucuları arasında yer alan Yaşar Kemal, bu dönemde Ant Yayınevi’nin çıkardığı Marksizmin Temel Kitabı nedeniyle 18 aylık hapis cezası alsa da bu karar daha sonra Yargıtay tarafından bozulur. 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası’nın ardından gözaltına alınır, bir ay sonra serbest bırakılır. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğrayan Yaşar Kemal, siyasi iklimin sert esen rüzgarları nedeniyle o çok sevdiği yazılarına bir süre zorunlu olarak ara verir.

1973’te Sovyetler Birliği’nde Asya Afrika Yazarlar Birliği Kongresi’ne katılan Yaşar Kemal, Türkiye’ye döndükten sonra kurucuları arasında yer aldığı Türkiye Yazarlar Sendikası’nın ilk genel başkanı olur. 1976’da iki yıl sürecek yurt dışı gezisine çıkar. Önce adına organize edilen geceye katılmak üzere Paris’e giden Yaşar Kemal, daha sonra Sovyetler Birliği, ABD, Belçika, Bulgaristan ve İsveç’e seyahat eder. 1978’de Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra yeniden İsveç’e giderek 1980’e kadar Stockholm’de yaşar.

Yaşar Kemal, Avrupa’nın en büyük haftalık siyasi dergisi Der Spiegel’deki bir makalesi nedeniyle Ocak 1995’te İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından yargılanarak iki yıl, ardından Index on Censorship’teki bir diğer makalesi nedeniyle bir yıl sekiz ay hapis cezası alır. Her iki cezası da tescil edilir.

Raşit Gökçeli adlı bir oğlu olan Yaşar- Thilda Kemal çiftin evliliği, Serrero’nun vefat ettiği 17 Ocak 2001’e kadar devam eder. Usta yazar, 2002’de Ayşe Semiha Baban ile evlenir. Eserlerinde sade ve akıcı bir üslup kullanmayı tercih eden ünlü yazar, roman ve öykülerinde çoğunlukla Çukurova’da yaşanan insan dramlarını işler. Kemal’in İnce Memed’in de aralarında bulunduğu dokuz eseri beyazperdeye de aktarılır ve birçok romanı tiyatroya uyarlanır. Kitaplarında Anadolu’nun efsane ve masallarından da yararlanan Kemal, 1970’ten sonra yazdığı romanlarında ise şehir insanının hayatını ele alır.

71 yıllık yazın hayatına 26 roman, 11 deneme, 9 röportaj ve 2 öykü sığdıran Yaşar Kemal’i ‘usta’ yapan, belki de yaşadığı o fırtınalı çocukluğu ve yokluk içinde geçen gençliğidir…

“İnsan düşleri öldüğü gün ölür” diyen Yaşar Kemal’in düşleri, sayısı 60’ı geçen yapıtlarında ve hakkında yazılan 50’den fazla kitapta yaşamaya devam ediyor; eserleri ve yüreğinin sesi içimizi ısıtıyor. Ne demişti o: “İnsan, evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.” Özdemir İnce’nin dediği gibi “Yaşar Kemal Türkiye’dir”.

28 Şubat 2015 günü hayata veda eden Yaşar Kemal, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda ilk eşi Thilda’nın yanına defnedilir. Yaşar Kemal’in ölümüyle bir devir kapanır. 92 yıllık ömrüne 50’den fazla eser sığdıran, en son 2013 yılında yarım bıraktığı bir romanı Tek Kanatlı Bir Kuş adıyla yayımlanan, Çukurova’nın ulu çınarı Yaşar Kemal’i saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz.

Yaşar Kemal-Âşık Veysel-Sait Faik

Yaşar Kemal’in hiç unutamadığı bir anısı ise bugün hâlâ bizlere tebessüm ettirir. Bir gün, İstiklal Caddesi’nde Yaşar Kemal’le Âşık Veysel kol kola girmiş yürürler. Muhtemelen türkü söylüyorlar birbirlerine, Tünel’e yakın bir yerde Sait Faik çıkar karşılarına. Sait Faik onları böyle kol kola girmiş yürürken görünce, başlar yüksek sesle gülmeye, Yaşar Kemal bir türlü susturamaz onu: “Ne gülüyorsun lan, ne var bu kadar gülecek.” Sait Faik gülmesine zorla hâkim olur ve der ki: “Yahu çok komiksiniz, iki kişisiniz, tek gözle yürüyorsunuz…”

Previous Story

“Türkiye’de Virginia Woolf” Sempozyumu

Next Story

Assos’ta Felsefe Buluşması

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.