Nezaket Ekici

“İnsan Onurlandırılmalıdır”

Almanya’da yaşayan ve çalışan performans-temelli sanatçı Nezaket Ekici, Pi Artworks’teki üçüncü kişisel sergisini Keşfin Boyutları başlığıyla açtı ve sergi kapsamında üç gün boyunca farklı bir canlı performans yaptı. Bu üç performans heykeller etrafında şekillendi ve heykeller, Ekici’nin canlı performanslarının malzemeleri ya da performansının birer çıktısı olarak sergide yer alıyor. Sergi, 25 Mayıs’a dek açık. 

//

Sürekli olarak yeni eserler yaratmaya, yeni perspektifler üretmeye ve izleyicilerine yeni gözlem seviyeleri açmaya çalışan Keşfin Boyutları sergisi, Ekici’nin birbirini takip eden performanslarının her birini hem fiziksel hem de kavramsal olarak birbirine bağladığını gösteriyor. Essence, Cohesion Patterns Egg ve Panta Rhei adlı üretimlerin her biri farklı görsel boyutları örnekliyor. Bu vesileyle ArtDog Istanbul olarak Nezaket Ekici ile bir online söyleşi yaptık.

Biliyoruz ki şu an ABD’de Kuzey Karolina’da Charleston’da Foundation for Spiruality and the Arts’ta (FSA) sanatçı rezidansı programındasınız. Öncelikle 2016’daki Essence performansı üzerine konuşmak istiyorum. Çünkü günümüzde oldukça önemli konulardan biri bu. Alman Anayasası’nın birinci maddesine karşılık gelen “İnsan onuru dokunulmazdır” (Die Würde des Menschen ist unantastbar) cümlesi üzerinden hareket eden bir çalışma.

Aslında bu cümleyi birebir çeviremiyorsun, o cümlenin anlamını tam veremiyorsun. Ben Türkiye’de bu konuda bir avukatla konuşmuşum ve aslında, kıyasladığında Türkiye’nin anayasası bayağı değişik. Alman Anayasası için II. Dünya Savaşı’nda, biliyorsun birçok insanı, birçok Yahudiyi öldürdüler, katlettiler ve bunu yazmaya mecbur kaldılar. Çünkü o kadar kötülük yaptılar ki, bu yüzden bu ibare önplanda. Türkiye’de de sordum var mı bu diye. Öyle birebir cümle yok ama avukat arkadaşım Türk Anayasasının 12. Maddesini anımsattı. Bu madde şu şekilde: Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder”.

Ben mesajı birebir almadım ama üzerine düşündüm. Bu cümleye yakın olduğu için “İnsanın Onuruna Dokunulamaz” dedim. Ben bu performansı Norveç’te (2016) ve İtalya’da (2017) da yaptım, ama birinci paragraf olarak bu bir tek Alman anayasasında mevcut. Hepsinde öyle ya da böyle buna yakın söylemler var, ama Alman Anayasası tamamen farklı. Ve bu performansı Almanya’da da 2017 ve 2021 yıllarında gerçekleştirdim.

Bu performansı her bir farklı ülkede yaptığımda başka bir anlama karşılık geliyor. Çünkü bu sürekli gündemde olan bir konu. 2016’da ilk kez yaptım ve bak şimdi 2024’teyiz. İşte ne kadar önemli: Dünyada her yerde savaşlar devam ediyor ve insanlar canlarını kaybediyorlar, insanlıktan çıkıyorlar. Halbuki o insanlara değer vermek, onlara saygıyla bakmak ve yardım etmek benim için çok önemli. Esas onu anlatmak istiyorum: İnsanlarla saygılı olmayı anlatmak istiyorum. Saygılı olalım, beraber yardım edelim istiyorum. İşte çalışma, sergide yer alan videoda da görülebileceği gibi böyle ortaya çıktı. Orada pleksiglasın altında yerde o yazı var. Önce beyaz yazı ve ardından kırmızı pleksiglas. Ben yazıyı yazıyorum. Kırıyorum baltayla ve bir şeyler yapıyorum, çiziyorum, Pleksiglas iyice kırılmaya başlıyor. 5 milimetre bir pleksiglas var ve bunu yapmak kolay değil, aynı ne yaparsan yap insan onuruna dokunulamayacağı gibi. O insanın değeri ve o en önemli şey. Pleksiglas tahrip oluyor, çizikler var ama yerdeki pleksiglasın altındaki yazı tahrip olmamış ve bu anlamı taşıyor. Bu bir ifade. İnsan çok önemlidir ve onurlandırılmalıdır.

Ben bunu anlatmak istedim performansımla. Benim için çok önemli bir şey bu. Ben bu performansı Türkiye’de ilk defa yapıyorum. Türkiye’de de olsun istedim ama tek Türkiye için değil, bütün dünya için konuşuyorum. İtalya’da, Norveç’te, Almanya’da tek İtalyanlar, Norveçliler, Almanlar için değil, bütün dünya için konuşuyorum. Çeşitli ülkelerde bu performansı yaptım ve herkes bunu anlıyor ve bana bunun doğru olduğunu söylüyorlar: Zaten insanlık beraberlik içinde olmalı.

Nezaket Ekici, Keşfin Boyutları sergisinden önceki performansı

Sizi gözlemlediğim kadarıyla bir sanat tarihçisi olarak yaftalanmaktan kaçınmaya çalışıyorsunuz. Örneğin feminist sanatın özelliklerini içeren çok önemli çalışmalarınız var. Fakat siz kendinizi feminist sanatçı olarak nitelendirmediniz. Politikaya dokunan direk işleriniz var, ama siz kendinizi asla politik sanatçı olarak konumlandırmadınız. Bu bağlamda başka bir soru soracağım. Performans sanatının tarihine baktığımızda fiziksel dayanıklılığa dayalı bir performans türü icra ediyorsunuz. Bu gerçek özgürlüğü elde etmenin zorluğunu da gösteriyor bir yandan. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Performans sanatı elbette kolay değil. Bence gelmiş geçmiş en zor sanatlardan birisi. Çünkü çok fazla güce, cesarete, çabaya, tutkuya ve daha fazlasına ihtiyacınız var. Bu aynı “İnsanın Onuruna Dokunulamaz” cümlesindeki anlam gibi. Tabii ki mücadele gerekiyor. Çünkü bu çok ağır bir şey. Çok güzel ama kolay bir söz değil. Böyle bir beraberlik kurmak bu zamanlarda zor. Ama bunun için emek harcamak da lazım. Bu performanslarım için de geçerli. Benim bir amacım var: Herkesi bu konuya dair farkında olmaya çağırıyorum. Ben herkes için konuşuyorum. Elbette performansımda bir temel mesaj var, ama herkes performansımı istediği gibi okuyabilir ve anlayabilir. Bu performans sanatının özgürlüğüdür. Herkes görmek istediğini görür.

Çalışmanız tarihsel olarak Türkiye tarihi ile çok önemli ve özel bir zamanla kesişiyor. Çünkü şu an Türkiye’de bir anayasa tartışması var. İktidar partisi diğer partilerle anlaşmaya çalışacak. Sizin dikkat çektiğiniz nokta küresel ölçekte gerçekten çok önemli. İsrail-Filistin, Azerbaycan-Ermenistan ve Rusya-Ukrayna… Belki de üçüncü dünya savaşını aslında yaşıyoruz.

Evet bu yakında belki olur bilmiyorum ama herkes çok mutsuz ve bu negatif enerji her yerde hissediliyor. İşte bu yüzden bu da benim sanatsal yaklaşımım. Öte yandan feminist işlerim de var ama ben kendimi feminist olarak adlandırmak istemiyorum. Ben bir kalıba girmek istemiyorum. Aksine açık düşünceli olmaya çalışıyorum. Sanat tarihine, dine, yemeğe, kültüre dayalı birçok iş yaptım. Bundan dolayı sadece sanatçı olmak yeterli benim için. Ben eski zamanlarda da performans yapıyordum, genç yaşlarımda. Ama o zaman da hemen performans sanatçısı oldum demiyordum. Çünkü onun bir zamanı var, bir emeği var, bir araştırması var. Ben 25 senedir bu araştırmayı yapıyorum. Bunu bütün dünyada yapıyorum. Hep bir araştırma, bir hayat…

İlginizi çekebilir:  Can Merdan Doğan'dan 18 Dakikada "En Uzun Gece"

2023 tarihli bir performansınız daha var: Cohesion. Antik kültürlere referans veren ve amorf bir heykelsi yumurta formu var karşımızda. Fakat içerisinde delikli yapılar var ve buradan birlikte aslında izleyicilerle birlikte heykeli bir araya getirdiğiniz, halatlarla birlikte desteklediğiniz ve geliştirdiğiniz bir yapı var. Peki bundaki temel amacınız neydi?

Barbara Hepworth referansımdan önceydi, 2020’de. Aslında bir çocuk kitabından geliyor. Çocuklar için bir tür el gelişimi için yazılan bir kitap. İçinde iğneyle böyle deneyimler yapıyorsun. İşte arkadaşlarla oturuyorduk ve orada da bir arkadaşımın çocuğu vardı ve elinde o kitap vardı. Ben de baktım ve çocukların nasıl küçük yaştan beri öyle yetiştirildiğini gördüm. Dedim ki; bunu büyük düşünsem ve iğneyi de kocaman düşünsem o zaman nasıl olur? Fikir o yumurtayla başlamıştı. O zamanlarda bir heykel üretim önerisi almıştım. Zamanlaması tam denk geldi. Bakarsak yumurtanın önemli bir anlamı var: Hayat ilk yumurtayla başlıyor. Ben bu performansı halka açık olmadan, stüdyomda tek başıma yaptım ve sonra Türkiye’de ilk kez insanlarla yaptım. Önceleri yalnız yapıyordum bu işi ama sonra düşündüm ki insanlara da benimle beraber gelseler nasıl olur? Sonunda bir heykel ortaya çıktı ve zaten aslında bu sergi bütünüyle heykel üzerine odaklı. Bu benim için merak verici bir olgu. O iğne ile bir heykel ortaya çıktı. İlk yaptığımda enstalasyonu duvara astım ve bir tür rölyef gibi oldu.

Bu aslında bir tür zihinleri bir araya getirmek gibi. Bir taraftan beraberlik ama öbür tarafta da sınırların olduğu. Orada da bir kaos oldu. Beraberlik istiyoruz ama aynı zamanda sınırlarımız da var ve onu göstermeye çalıştım. Barbara Hepworth sergisinde bir performans gerçekleştirmek üzere Lehmbruck Müzesi’ne, Duisburg’a davet edildim Barbara Hepworth’ü araştırdım ve baktım ki o da delikler yapıyor. 1930’larda bir kadın sanatçı olarak ilk heykellerini delikli yapmış. O da Stonehenge’den etkilenmiş. Yani 4000-5000 yıl öncesinden. Bu benim dördüncü heykelim, bu şekilde delikli iğneyle işlenen. Farklı versiyonunda daha çok amorf ve büyük delikler de yaptım. Ama bunda öyle değil. Burada küçük delikler var. Biraz da 2021’de pandemi zamanını anımsatıyor. Herkes evde iğne, ip ve makineyle maske dikmeye başladı, zira maske yoktu. Ondan sonra ben de bir başka heykel yaptım. Maske ve eldiveni içeren.

Nezaket Ekici, Keşfin Boyutları sergisinden önceki performansı

Siz performansı sadece geçici bir performans olarak değil, aynı zamanda izleyici için bir deneyim olarak bırakmayı da seviyorsunuz. Şimdi tam da bu noktada üçüncü çalışmaya gelelim: Panta Rhei; yani her şey akar.

Bu performansı ilk defa Berlin’de yaptım, Panta Rhei, 2021 yılında Bröhan Müzesi’nde. İçinde mobilya ve porselenlerin de olduğu bir müze burası. Bu stil çok müze var ve onlar beni birkaç kere çağırmışlardı ve o yıl Bröhan Müzesi’nin 100. yılında Bröhan koleksiyon sergisi düzenlendi ve benden porselenden bir performans yapmamı istediler. Ben porselenle çalışmamıştım daha önce. Orada o fikir geldi aklıma ve videosu da gösteriliyor. Sergide beş heykelin üretimi beş saat sürmüştü. Orada beş renk çalışıyordum. Bir yanda renkler akarken, aslında su gibi, hayatımız da akıyor. Yani bir akış var ve o da işi beraber getiriyor sonunda. Her şey akıyor ya, hayatın da akışı var. En çok da heykel önplanda oldu benim için. Dediğim gibi onu yapmak istedim. O havlu kostümü de önemliydi. Havlu kostümünü yeni bir renk kullanmak için elimi temizlemem gerektiği için tasarladım ve adım adım havluyu renklendirdim. Hayat hem rengarenk ama aynı zamanda da bir karalık var orada. Hayatımız gibi: İyi zamanlar da var, kötü zamanlar da.

Ayrıca Pars Pro Toto’dan bahsetmek istiyorum. O da diğerleri gibi hayat üzerine olan bir çalışma. Doğuyoruz, yaşıyoruz ve ölüyoruz. Geliyoruz ve gidiyoruz. Buradayız ama bir gün olmayacağız. Buz da aynısı.. O performansı ben bir Türbin Fabrikası’nda yapmıştım. Buz aldım ve ütüyü kullandım. Sonra ayrıca bir de su ısıtıcısı kullandım. Böylece buz yavaşça erimeye başladı. Böylece heykeller ürettim ve onlar da hemen eridiler.

Performans sanatı günümüzde biraz daha sanki bir tür sahne şovuna dönüşmüş durumda. Bu açıdan aktüel durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Artık disiplinler bir araya geldi ve bu önceden böyle değildi. Her alanın bir disiplini vardı, yani tiyatro, sanat, müzik ve dans gibi. Ama artık interdisipliner bir dönemdeyiz. Ben de bazen müzik kullanıyorum, müzik içinde performansı ya da sahnede tiyatro sahnesinde yapıyorum. Dediğini kabul ediyorum. Ben de klasik performanstan geliyorum. Elbette mekanı doğru belirlemeli ve hissetmeli performansçı. Ben bazen 45 dakika performans yapıyorum ama o anın her anı o kadar içten ki sanki sekiz saat gibi hissediliyor. O kadar emek veriliyor ki o kısa zamanda, ama bu elbette bir şov değil.

Son olarak neler eklemek istersiniz?

Burada üçlü performans yaparak, her gün yeni bir enerji, her gün yeni bir konsept ve konsantrasyonla çalıştım. Her gün sıfırdan başlıyorsun. İnsanlar mekana girdiler ve birinci günden üçüncü güne kadar geldiler. Benimle performans yaptılar ve kuvvetimin sonuna kadar çalıştım. Daha belki daha çok da yapabilirdim ama yeterli oldu. İnsanlar onu da hissediyorlar.

Previous Story

Damien Hirst, Yanlış Tarihlendirmelere Devam

Next Story

Balondan Tavuklarla Grup Terapisi

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.