Hayatı boyunca estetik olanın izini süren bir zihindi Haşim Nur Gürel. Estetik değeri geçmişle bugünü birleştiren bir skala içinde benimseyen anlayışı, sanatsal üretimin türlü alanlarına atılımcı bir sükunetle iştirak etmesiyle görünerek entelektüel bir tutumun izlerini taşıyordu
İlk kişisel sergisini 1966 yılında gerçekleştiren, Sanat Çevresi, Türkiye’de Sanat ve Genç Sanat dergileri başta olmak üzere pek çok yayında makaleleri yayımlanan Haşim Nur Gürel, 1948’de İstanbul’da doğdu. Resim yapmaya 1959 yılında başladı. 1959-1967 yılları arasında Nuri İyem’den, ayrıca ‘Tavanarası Ressamları’ndan Seta Hidiş’ten resim dersleri alan Gürel, 1972’de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi; öncesinde Robert Academy’deki eğitimi sayesinde ciddi bir Batı uygarlığı müktesebatı edindi. Dolayısıyla Batı’yı tanıyor, Batı’nın ürettiği eserleri orijinal dilinden okuyabiliyor ve bunu günün şartlarıyla birlikte karşılaştırmalı bir düzlemde değerlendirebiliyordu; bu tanımla Haşim Nur Gürel’in yalnızca Batı’ya yakın olduğu sanılmasın, aksine kendisi evrensel değerleri ve Uğur Güracar’ın ifadesiyle tüm insanlığa ait birikimli bilgiyi yansıtabilen bir entelektüel duruşa sahipti. Gelenekle moderni uyarlayan çağdaşlaşma birikiminin temsilcilerinden ve uygulayıcılarındandı. Öte yandan 20. yüzyıl ortalarında dünyaya gelen kişilerin tanık olduğu toplumsal değişimin kazanımlarının yanı sıra kayıplarının hüznünü benliğinde taşıyordu. Sır üstü eserlerinde, yağlıboyalarında ve seramik üretimlerinde belki de hep bu nedenle yitip giden ânın peşinde koştu; ânı, ölü doğanın ve eviçlerinin güveninde ve durağanlığında Tanpınar’ın lirizmine benzeyen ama modernist bir üslupla kaydetti.
Ölüm gerçeği, nesneleri ‘söz uçar yazı kalır’ anlayışıyla tuvale, sıra veya seramiğe aktarmayı tetiklerken, Filiz Özdem’in Sevimce Sanat Galerisi tarafından yayımlanan Haşim Nur Gürel, Resimler: 1994-1998 adlı kitabında belirttiği gibi sanatçının resimlerindeki kaygı “Çevremizdeki nesnelere, odanın köşesinde duruveren bir koltuğa, boşluğun içerisinde göremediğimiz güneşin altında kuruyan bir deve dikenine, bir çiçeğin vazoda soluverişine bakarak, gözümüzün önünde akıp giden; ama gündelik olanın gürültüsünde yakalayamadığımız ‘süre’yi, ‘an’ı, hayatı, doğumun ve ölümün ortasındaki dirimin yitişini, sessizce ve bilgece yakalamasını” beraberinde getirdi.
Aynı kitaptan bu kez Gürel’in sözlerine kulak verdiğimizde sanatçının ânı kayıt altına almasının bir diğer motivasyonu da ortaya çıkıyor: “Çevremizi saran hareketli ve canlı yaşama gözlerimizi çevirmeliyiz. Görmenin önemini ön plana çıkarmak istiyorum. Bir sürü insanın görmeyerek resim yaptığını düşünüyorum. Bugün görmeyi bilmeyen de bir izleyici kitlesi var. Yani körlerle sağırlar birbirini ağırlar gibi bir durum var. Bu hem sanata hem de gündelik hayata sinmiş bir tavır. Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Basit şeylerden resim çıkarabilmek gibi bir tavrı önemsiyorum. (…) Dünya resmine baktığımızda görüyoruz ki, bütün önemli ressamlar günlük tutar gibi resim yapmışlar. Ben günlük tutmaktan samimi olmayı anlıyorum. Neyi seviyorsanız, neye önem veriyorsanız, ne hissediyorsanız, o ânı yakalamaya ve paylaşmaya çalışmak. Sade ve basit olmak.”
1980’li yılların başlarından itibaren sanat üzerine yazılar yazan Gürel’in ilk kitabı “Salyangoz Satıcılarının Seyir Defteri” 1992’de yayımlandı; onu “Türk Resminden On İki Örnek ile Portre”, “Sığ Sularda Sanat ve Siyaset” ve “Muhayyel Müze” isimli kitapları takip etti. Eczacıbaşı Sanal Müzesi’nin kurup, yürüterek, Türkiye’de sanal ortamda gezilebilen ilk sanat müzesi fikrinin uygulayıcısı oldu. Öte yandan İstanbul Modern Sanat Müzesi’nin kuruluşunda aktif sorumluluk üstlendi; Ali Akay ve Levent Çalıkoğlu ile birlikte müzenin kuruluşunda iç mekan düzenlemesinden eğitim bölümüne, katalogların içeriklerinin hazırlanmasından- müzenin açılışından sonra koleksiyonun eksiklerinin giderilmesine dek pek çok konuda müze kurucularına danışmanlık hizmeti verdi. İstanbul Modern’in ilk yıllarındaki birçok serginin küratör ekibinde yer aldı. Geçmişi ve geleceği sakilliğe düşmeden bir araya getirme çabası, kaybı umutla eyleme dönüştürme faaliyeti hem Sanal Müze’de hem de İstanbul Modern’de görülüyordu. Kaleme aldığı kitaplarının yanı sıra küratörlüğünü yaptığı sergiler Haşim Nur Gürel’in sanat aracılığıyla güzel olanı gösterme, estetik belleği bulma ve ona katkıda bulunma amacını işaret ederken bu şekilde toplumu, en önemlisi gençleri eğiten bir estetik birikimin göstergeleri haline geliyorlardı. Belki de bu nedenle ressamlığı, küratörlüğü ve yazılarına nazaran bir parça gölgede kaldı ve hâlâ keşfedilmeyi bekliyor.
Eleştirmenliğinin sanatına katkılarını ise olabildiğince çok resim görmesi ve zihnine imge nakşetmesiyle görünür hale geldiğini belirten Gürel, eleştirel bakış açısının ‘birçok imgenin üst üste binmesiyle, belli bir düşünceyle, disiplinle, bilgi ve bellek zenginliğiyle neyin iyi, kötü, doğru, yanlış, şaşırtıcı, sıradan olduğunun seçilmesiyle, sürekli sanatla iç içe yaşamayla, elemeyi öğrenmeyle ve sonucunda yetkin bir görme disiplini edinilmesiyle’ oluştuğunu söylerdi.
Haşim Nur Gürel resimleri, seramikleri, küratörlüğü ve yazılarıyla gerçek bir entelektüeldi. Küratörlüğünde ilkleri paylaştı, geçmişi ve günü aynı potada eritti. Resminde belirli tekniklerden ayrılmasa da küratörlüğünde gerek Sanal Müze’de gerek İstanbul Modern’de ve Elgiz Müzesi’nde farklı tekniklerde ve üsluplarda yapılmış işlere önem verdi.
Duruşunda sükûnetin çevrelediği bir aktivizm, kaygıyı bastıran bir umut vardı. Işığı, zamanı, sadeliği ve dengeyi önemsedi. Estetik bilincinde primitiflerden kavramsal sanata uzanan bir uzam vardı. Resimlerinde seçtiği palete sadık kaldı, renkten renge koşmadı. Bütün sanatsal faaliyetlerinde birbirini takip eden bir çizginin, belirli bir dünya görüşünün ve üslubunun yolundan ödün vermedi, az konuştu çok iş yaptı.