Serginizde dünyadaki gelişmeler, değişim ve güncel olayları anlattığınızı söyleyebilir miyiz?
Sergideki çoğu eserde her zamanki gibi gündelik hayattan beslendiğim konular üzerinde durdum. Sergiyi hazırlama sürecinde de yakın coğrafyamızda, Ortadoğu’da birçok olay, savaş gelişti. Şu an bakarsak, Yunanistan’ın dışında savaşın olmadığı bir yer yok çevremizde diyebiliriz. Sergide güncel yaşantıya dair birçok eser var. Örneğin dronelar, kripto para dünyası, savaşlar vs… Ve bu alanlarda güncel gelişmelerin hâlâ devam ettiğini görüyoruz. Bunları bir yıl öncesinde yapmıştım ama dönemin tanıklığıyla ilgili donmuş kareler diyebiliriz.
Sadece bu sergide değil, her sergide bu tür eserlerim var. Ben doğrudan atölyeye girip bir şey üreten bir sanatçı değilim. Gözlemlerimi hayatta karşıma çıkan durumlar, hepimizin gördüğü ve görmezden geldiği şeyleri bağlam değiştirerek ve bazen de küçük müdahalelerle tekrar izleyiciye sunuyorum diyebilirim. Böylece, izleyici biz bunu zaten yaşıyoruz ya da görmüştük diyor. Tüm eserlerim güncel ve hepsi de gündelik hayattan besleniyor.
Bir önceki serginizde gördüğümüz (Yapı Kredi Kültür Sanat – Abrakadabra adlı sergi) eserlerle bu eserler arasında da fark var… Çünkü, aslında bizim yaşadığımız sosyal alanda tecrübe ettiğimiz gündelik hayat da değişti.
Evet, çok farklı çünkü üzerimizden bir tür ‘silindir’ geçti. Pandemi tüm dünyayı değiştirdi. Bu arada bizim de sanatçı olarak alışkanlıklarımızı, birey olarak yaşantılarımızı, sosyal varlık olarak ilişkilerimizi farklı şekilde geliştirdi. Ne kadar kapalı kalacağımızı bilemeden üretim yapmaya devam ettik. Bu durum bizler için yeni kanallar açtı. Galeriler ve müzeler kapalıyken ben de 1 dakikalık videolar yapmaya başladım. Daha önce hiçbir videomu Youtube ya da sosyal medyada paylaşmazken, dijital ortamlar için hazırladığım bu videolar, tüm bu kapalılığa karşı aslında izleyiciyle buluşmamda platform haline geldi. Bu durum sanatçının yaratıcılığını devam ettirmesi için önemli bir etken. Bu şekilde kendimizi iyi hissetmek için bir yol bulduk.
Birçok sanatçı, desen çizdi ya da tuvallerle çalıştı. Ben öyle çalışmadığım için mimarlar, dijital sanatçılar, 3D sanatçılarla işbirliği yaptım ve farklı şeyler öğrendim. 20’ye yakın videom var ve bu sergide de bunların altısını sergiliyorum. İnsanlarla bir tür buluşma kanalı oldu bu kısa videolar.
Bu da büyük bir değişim aslında… Hiç tanımadığınız bir kitleye de ulaşabiliyorum diyebiliyor musunuz?
Evet, belki de hiç sergi gezmemiş, bu kısa videoları gördükten sonra sergi gezebilecek bir kitle olabilir ve benim için insanlarla tanışmak önemli. Çünkü, sanat dünyasındaki kitle bir döngü içinde ve çok büyümüyor. Belirli bir şekilde kendi içinde dönüyor. Yeni kanallar her zaman yeni izleyici demek ve form olarak da bu kısa video formundan hoşlandım.
İzleyici konusuna değindiğimiz anda, aklıma daha önce de söylediğiniz bir şey geliyor: Eser, izleyici ve sanatçı arasında kalan alana odaklanmayı seviyorsunuz ve bunu bir tür ‘gri alan’ olarak niteliyorsunuz…
Evet, bu kavram, 3rd space (3. Alan) Mika Hannula’nın kavramsallaştırdığı bir konu. Benimki o kadar kavramsal olamasa da, şöyle anlatabilirim: Bir küratör olarak da sergi kurgularken, eserleri hangi taraftan nasıl asarsam birbirleriyle ilişkisi farklılaşır ya da izleyici bir taraftan gelirken neler görecek ve eserleri ne derece birbiriyle ilişkilendirecek gibi sorularla yola çıkıyorum: Sağ taraftan gezerken izleyici ne görecek, soldan gelirken ne görecek ya da ortadan baksa göreceklerini hesaplıyorum.
Aslında bu serginizde birçok farklı konuyu ve temayı bir arada görüyoruz ve bu tür bir kurguyla karşılaşıyoruz diyebilir miyiz?
Bu sergiyi astıktan sonra da fark ettik ki, sergide aslında gizli bir tema var; “avlanma teması”. Bu farklı katmalarla ortaya çıkıyor. Çünkü, konular arasında farklı bir ayrışma var. Benim için üç yıl uzun bir dönem. Bu nedenle çok katmanlı bir sergi. Ama yine de av teması öne çıkıyor diyebilirim. Örneğin, bir eserimde bir kartalın drone yakalamış olduğunu görüyoruz. Sonra, başka bir tabloda Yavuz Sultan Selim dönemindeki timsah avını görüyoruz, Troya savaşının kaderini değiştirebilir miydi konusuyla yaptığım eserde ise yine avlanma teması var. Serginin merkezinde yer alan insansız silahlı araçlar görüyoruz, bu durum da yakın coğrafyamızdaki savaşlara bir tür gönderme diyebiliriz. Kısacası, siyasi, politik, teknolojik olarak bir tür avlanma kavramı öne çıkıyor.
Aslında sergideki çok katmanlı durum ‘göstergelerle’ izleyiciye ulaşıyor, örneğin minyatür sanatı ve Star Wars’un bir araya gelmesi gibi. Tarihsel olguları göstergeler kullanarak bir araya getiriyorsunuz.
Evet, Odisseia’dan çıkan ve Star Wars’a ulaşan, oradan bambaşka konulara giriş yapan, farklı göstergelerden bahsetmek mümkün. Ve elbette günümüze kadar gelen ekonomik, finansal yapılar (NFT, Kriptolar) var. Buna bir katman daha ekledim, 16. yüzyıldaki bir minyatür formunu kullanarak güncel bir durumu ifade ettim. Bu eserde yapay zekadan destek aldım. Star Wars askeri, 16. yy’da Osmanlı’da olsaydı, kıyafetlerinde nasıl motifler olurdu sorusundan yola çıktım ve bu eserde de bunu görüyoruz. Yapay zekadan aldığımız bilgileri elle yapılan bir minyatür esere dönüştürdüm. Bu şekilde küçük oyunlarla dolu eserler. Ve burada yine en başa gelecek olursak, izleyici ile eser arasındaki o bulanık alana dönüyoruz. Eserin neresini ben yaptım, neresinde yapay zekâ var gibi sorulara net bir cevap verilmiyor. Ben her şeyi birleştiriyorum. Senin de bahsettiğin 3. Alan yine anlam kazanıyor. Bu flu alan hoşuma gidiyor. Bir tür gerçeklikten bahsediyorum ama izleyicinin algısıyla da oynuyorum ve sanatımda bunu bir taktik olarak kullanıyorum. Bir tür şaşırtma diyebiliriz.
Bu kapsamda şunu da sormak gerek, sergi sizin portrenizle başlıyor. Siz eserlerinizde model olarak kendini kullanan bir sanatçısınız ama ilk defa kendi portrenizi yaptığınızı görüyoruz. Bu otoportre eserin altında bir eleştiri var mı?
Kendimi aralarda bu şekilde kullandığım eserlerim var. Mesela erken dönem eserlerimden, 1994’te yaptığım Hommage To Henri de Toulouse Lautrec. Lautrec, kendi portresini yapar. Fotoğrafın icadı sonrası ressamların kendi portrelerini nasıl ele aldığını anlatır. Bu eserin ismi Double Portrait of Toulouse Lautrec’tir. O dönemde aslında Lautrec da fotoğraf çekiyordu ama bu eser için arkadaşı Maurice Guibert ile birlikte çalışıyor ve kendini hem model hem sanatçı olarak fotoğraflıyor. Bunun altında da bir tür ironi var.
Burada ben de kendi kendimin portresini çizerken kendimi fotoğraflamıştım. Bu kendine mal etme (appropriation) kavramını öğrenmeden önce yaptığım bir eserdi.
Bu konuda yani kendimi kullandığım bir başka işim daha var, o da Hommage to Serge Gainsbourg. Bir fotoğrafta Gainsbourg’un kendi plağıyla sigarasını yaktığını görürüz. Bu kapsamda ben de o dönemde sanat dergisini yakarak kendi sigaramı yakıyordum. Bir anlamda dergideki tüm sanat tartışmalarını da yakıyordum. Ben o dönemde 301’den yargılanıyordum ve dergide mahkeme tutanaklarını da yayınlamıştık. Tabii bu otoportrenin ötesindeydi.
Bu sergideki eseri de ikonik bir kırmızı fon üstüne astım ve bir tür biraz müzedeki eserlere bakış olarak tasarladım. Burada benim portremde de tehditkâr bir bakış da var. Sergiye girerken bir tür ilk bakış gibi…
Bu şekilde yine büyük bir tablo ve bu tablonun üzerinde Der Spiegel dergisinin kapağı olarak sanatçı Joseph Beuys görüyoruz ve bu sizin dergi kapaklarını tuvale taşıdığınız bir seri aslında. Bu sanat tarihine eleştiri olarak okunabilir mi?
Ben medyada ortaya çıkan bazı görselleri resimleştirmeyi seviyorum. Daha önce de yaptığım bu şekilde kapaklar var. Hem popüler kültür hem de insanların hafızasına kazınmış konuları resimleştiriyorum. O dönemdeki değişimleri de ele alıyorum. Etherum’u yaratan Vitalik Buterin, Times’a kapak olmuştu. Dünyanın en uncool ve cool insanı olarak nitelendiriyordu. Aslında Times’a kapak olması, o dönemde değişen para değerlerini de ortaya koyuyor. Bu nasıl değişti, bizler neler gördük konusuyla ilgili bir eser ve gücün el değiştirmesini görüyoruz.
Sanatçı Joseph Beuys da uluslararası bir sanatçı olma yolunda hızla ilerlerken 1979’de Der Speigel “Bu bir şarlatan mı?” diye başlık atar. Ben de bunu tuval üzerine taşıdım. Bu durum şu an için de geçerli. Toplumların durumlara, sanatçılara bakış açısı sonradan tarihi olaylarla değişebiliyor. Beuys bugün dahi olarak nitelenen bir sanatçıdır ama o dönemde bir şarlatan olarak görülmüştü. Sanat tarihi açısından bunu izleyiciye hatırlatmak istiyorum.
Minyatür eserler, dokuma halı, ince ince işlenmiş portreler gibi oldukça geleneksel bir yapıya popüler kültürden figürler, karakterler hatta olaylar yerleştiriyorsunuz. Bu kadar popüler figür arasında geleneksel şeyler kullanmak sizi zorluyor mu?
Halı, sanatta kullanılması açısından kaçınılan malzemedir. 80’lerde sanatçıların “Yurtdışındaki sanat ortamı bizden resim beklerken aslında halı motifi bekliyor” gibi söylemleri vardı. Oldukça geleneksel ve otantik olduğu düşünülüyor. Sanatçılar, “biz bu değiliz, çağdaş üretimler yapıyoruz” derlerdi. Bu eser de yine otantik bir eser ama sadece malzemesi açısından otantik, ben içine yapay zeka desteği ve güncel konulardan figürler ekledim.
Sanat tarihine bakışı ya da değerlendirmeyi de bir şekilde ti’ye alıyorsunuz diyebilir miyiz? Halı kullanımı, Joseph Beuys (Der Speigel) portresi, minyatür çalışmalarını bu şekilde değerlendirebilir miyiz?
Minyatür, bugün İsmek’te bile kurs olarak veriliyor. Kopyanın kopyasının dışına çıkamayan bir tür. Genelde de kitsch ve yozlaşmış olarak görüyoruz. Orijinalliği yok. Ama günümüzde daha çağdaş figürler ve farklı kavramlarla minyatüre iade-i itibar da yapılıyor. Sanat türlerine kavramsal olarak baktığında sürekli yenilenen bir yönü var. Tuval de öldü diyorlar ama tuval asla ölmez. Kavramsal olarak farklı durumlarda ifadesini yeniden buluyor.
2011 de bir tuvale barkod çizmiştim ve barkod okunduğunda benim portrelerim çıkıyordu. Bu da mesela tuval çalışmasının daha güncel ve farklı şekilde kavramsallaşmış çalışmasıydı.
Eserlerde değişimleri sadece toplumsal açıdan değil, sanatın yapısı olarak da görüyoruz. Sizce bir sanatçı her zaman bu değişimleri ele almalı mı?
Bazı sanatçılar içe kapanır ve kendi ruh halini ve iç dünyasıyla çalışır, kimisi el emeğini önemser, kimisi paralel birçok eser üretir. Ama bence üretim tekniğinin ötesinde sanatçının ortaya ne koyduğu ve ne söylediği önemlidir. Başarı karşısında yetinmek en tehlikeli şeydir sanat dünyasında. Bu yüzden her zaman yenilenmeli ve değişebilmeli.
“VASAT DÜNYA VASAT SANAT” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Maurizio Cattelan, İsimsiz, 2001
Kapak Uygulaması: Burcu Ocak