Altı yılın ardından İstanbul serginizi gerçekleştiriyorsunuz. Bundan önceki eserlerinizde toplumsal olaylarla, bu olaylara bağlı hikâyeleri konu etmiştiniz. Bu sergide ne tür bir üretim pratiğine odaklandınız?
Lise ve üniversitede resim bölümlerinde okudum. Üniversiteden mezun olduktan sonra resim yapmaya devam ettim. Zaman içerisinde pratiğim hem teknik hem içerik anlamında çok başka yerlere evrildi. Hayat gibi. Yaşadıklarım, karşılaştıklarım pratiğimde de belirleyici olmaya başladı. İşlerim ilk dönemlerinde bana dair referanslar içeriyordu. Sonra kendimden uzaklaşmaya, izleyiciyle ilişkilenmeye başladı. İşlediğim konu yine bana referans veriyordu, ama işlerime eşlik eden bakır malzemeler izleyiciyi yansıtıyordu. Bir denge kurmaya başladım, daha doğrusu çabaladım. Sonrası içerisinden çıkamadığım toplumsal olaylarla şekillenmeye başladı. 15 Lira isimli işim bir göç hikâyesini, buyurgan sessizlik serisi 2015’te hep birlikte yaşadığımız yıkımı, ‘Living even so’ ev kavramını, …buradaydı Ani’deki tahribatı, soyut yalanlar – yalanlar ve manipülasyonu işliyor, bu kavramlar ve hikâyelere dair farklı deneyimleri yan yana getiriyordu. Bu sergide güvencesizlik ve utanç kavramını anlamaya, bu kavramlara dair sorular sormaya çalışıyorum.
Eserlerinizde genellikle utanç ve utanç konusunun toplumsal olarak ifade ediliş biçimiyle karşılaşıyoruz. Bu konuyu ele almanızın nedeni nedir?
Ben hızlı ve fazla üreten bir sanatçı değilim. Üretime geçmek, geçebilmek için bir nevi sebeplerim oluyor. Özellikle geldiğim noktada herhangi bir şeyi yapmış olmak için yapmıyorum. Sıkıntı ve stres uzun süredir sanatsal hareket alanımın merkezinde bulunuyor. Karşılaştığım olayları sindirmek ve sindirmemekle başlıyor biraz üretim sürecim. Zihnimden atamadığım bir olaya tanıklık ettiysem, üzerine gitmeye, anlamaya çalışıyorum. Konu ve kavram bende yer ettikçe bu fikirleri açabileceğim yol arkadaşları arıyorum. Yazar, küratör, akademisyen ya da duyguma hakim olan başka sanatçılar… 2019’da karşılaştığım bir olay, utançla ilgiliydi. Hayatlarımız için belirleyici olan bu kavramı anlamaya çalıştım, içine girdikçe ne kadar sinsi ve derin etkileri olan bir kavram olduğunu gördüm. Sonra neden ilgi duyduğumu düşünmeye başladım. O noktada aslında yaşadığım şeyler yerlerini bulmaya başlamıştı. İçimden çıkarmak istediklerim sebeplerini bulmuştu yani, başkasının stresi benim tetikleyicim olmuştu, anladım. Kendi utancımı keşfetmek, geriye dönmek, kendime bakmak kolay olmadı. Ama, bir şekilde kendimle buluşabildiğim noktada her zaman ileriye yürümem gerektiğini biliyorum.
Sanat pratiğinizde bir cümleyi ya da farklı söylemleri (kısacası anlambilimi) kullanmayı tercih ediyorsunuz (örneğin Terapi Apartmanı adlı eseriniz). Son eserlerinizde de aynı eğilimi görebiliyor muyuz?
Aslında dil çoğu zaman içinden çıkamadığım meselelerde araç oluyor bana. … person/action/situation… serisinde temas ettiğim kişilere utançla ilgili üç soru soruyorum, gelen cevapları kendi deneyimlerimle işlediğim bir süreç geçiriyorum. Her bir utanç vakası, hikâyesi bir nesneye dönüşüyor, bir kişiyi temsil ediyor. Gelen cevaplardan birkaçı bu seride kadın bedeniyle ilişkiliydi. Benim deneyimlemediğim bir beden, anlayamadığım bir duyguyu işlemem zor oluyor, bu tür durumlarda alıntıların ya da kelimelerin varlığına sığınıyorum.
Güven Sitesi serisi, çocukluğumun geçtiği siteye referans veren apartmanlardan oluşuyor. Sitede 25 apartman bulunuyordu. Her apartman 10 katlı, her kat 4 daire, 5.000 kişilik bir site. Beş yaşında girdiğim bu siteden 16 yaşına geldiğimde ayrılmıştık. Güven Sitesi’nde 10 yılım geçti, karakterimin şekillendiği yıllardı. Serinin ilk işi 10 katlı apartman annem ve annem üzerinden hayatıma giren 10 kadının, komşularımızın isimlerinden oluşuyordu. Bu serinin son işlerinden bahsettiğin Terapi Apartmanı ise 2020’de başladığım terapi notlarımdan 10 tanesini kapsıyor, iki katmandan oluşan bu baskı işimin arka kısmı Güven Sitesi’nin Google haritadaki ekran görüntüsü.
Spot Işığı (2021) ve Kişi, Eylem, Durum serileri (2019-2024) ile İsimsiz heykel serisi (2015), utanç, umutsuzluk, depresyon, öfke ve melankoli gibi bir dizi mahrem duyguyu ele alıyor. Tüm bu duyguları tasvir ederken kuir kimliğe de bu açıdan yaklaşıyorsunuz diyebilir miyiz?
Bu çok zor bir soru benim için. Duyguları, kavramları pratiğimle, deneyimlerimle işlemeye varım ama tanımlamaya çok mesafeliyim. Aylin Kuryel’in Cogito için hazırladığı Utanca Bakmak sayısının önsözü, sergime eşlik eden metinlerden birisi. Bu metin bu sorunuzu çok doğru noktalarla açıyor. Buraya taşıyabileceğim alıntı şu olur: Kişisel olan politiktir.
Özellikle utanç, öfke, depresyon gibi duyguları merkeze alan bu sergide kişisel deneyimlerinize de yer verdiniz mi? Sizin utanç ve öfkeyi deneyimlemeniz nasıl oldu bir sanatçı olarak?
Pratiğimde geldiğim noktada kendime dair olmayan bir şey ortaya çıkmıyor. Karşılaştığım olaylar tetikleyici ya da belirleyici oluyor fakat belli ki üzerini kapatmaya çalıştığım duygular aralık bulmaya çalışıyor. Bulunca benim üretim sürecim devreye girmiş oluyor. Utancım geçmişime gidiyor, dünyayı algılamamla ilişkileniyor, sonrasında yüzleşmek bana iyi geliyor. Bazen çok sık karşıma çıkıyor, sanatın iyileştirici gücü diye bir kavram kullanılıyor. Ben sanatın böyle bir gücü olduğunu sanmıyorum. Karşılaştığımız sanat eserleri, işler bize iyi gelir, keyif alırız, estetik algımızı geliştirir, öğretir, anlamlı buluruz ya da hiçbiri olmaz ama bizi iyileştirmez. Ben utancı tanımlamıyorum, yüzleşmemiz, yaklaşmamız ve anlatmamız gereken bir kavram olarak üzerine gidiyorum. Tabii ki bu benim kişisel deneyimim, bunun altını çizmem gerek, yaşadıklarıyla yüzleşmek herkesin tercihi olmayacaktır. Altını çizdiğiniz diğer kavram öfkeye gelince, genç yaşlarda öfkemin arkasına bakmazdım. Yaşlandıkça öfkemin sebeplerini kurcalamaya başladım, bu kurcalamalar travmalarıma referans vermeye başladı. Bu karşılaşmalar kimse için kolay değil. Sadece anlamaya ve günlük hayatımı etkilemesine izin vermemeye çabalıyorum. Oldukça zor bir dünyayı anlamak ve anladığım, kavradığım kadarıyla üretmekle geçiyor yani…
Utanç ve öfke aynı zaman kişinin kişisel alanına yapılan bir müdahale sonucunda ortaya çıkıyor. Siz “Kişisel olan politiktir” sloganını nasıl pekiştiriyorsunuz sergide?
Utançta – öfke de geldiğimiz yerle ilgili, kişisel bir noktadan hem bana ait hem değil. Toplumla direkt ilişkili. Yaşadığın ülkeyle-devletle direkt ilişkili. Ailenle, anne – babanla direkt ilişkili. Sorunuzu yine Aylin Kuryel’in bahsettiğim metninden bir alıntıyla açayım: “Utanılacaklar listesi herkes için aynı değildir. Kadınların utanılacaklar listesi erkeklerinkinden, LGBTİ+’larınki heteroseksüellerden, yoksullarınki üst sınıflardan çok daha kapsamlıdır; sakatlık, yaşlılık, şişmanlık, norm-dışılığın türlü çeşidi yer bulur bu listelerde.” Bağlamam gerekirse pekiştirdiği tek nokta üzerinde durduğumuz bu kavramları farklı deneyimler ve kendi deneyimlerimle açmaya çabalamak oluyor.
Utancın bir şekilde kimlik inşasında tartışma alanı ve kişinin benlik algısını da etkilediğini söylüyorsunuz. Sizce bu duygu eserlerinizde (özellikle hangilerinde) bir tartışma alanı açıyor?
Kimliğimizin bir parçasına dönüşüp, iletişim şekillerimizde belirleyici olduğunu üretim sürecimde yakından görebildim. Bahsettiğim gibi bu süreci soru sorduğum kişilerle işledim. Farklı kültürlerden, farklı yaş aralıklarından, ekonomilerden ve coğrafyalardan kişilere utancı sordum. 40’a yakın kişiyle utancı konuştum. Kimi açabildi, kimi açamadı. Kimi önemsedi, kimi önemsemedi. Bu süreç bile bana çok fazla fikir verdi. İzleyici sergiye dair kavramları sergiye eşlik eden metinlerde bulabilecek. Bu metinler Zehra Begüm Kışla’ya, Ekin Coşkuner’e, Aylin Kuryel’e ve Banu Karaca’ya ait. Bu sebeple tartışma alanını izleyicinin kendisine bırakıyorum.
Utanç ve öfkeye aynı zamanda akademik bir alandan da bakıyorsunuz. Bu alandan bakınca toplumsal alanda daha çok kadın kimliği ya da kuir kimliğine dair eserler üretiyorsunuz ya da bu kimlikler daha çok utanca maruz kalıyor diyebilir miyiz?
Aslında akademik zeminde paylaşımlar için, akademisyenleri davet ediyorum üretim sürecime. Üretim sürecim derken, üretimlerime eşlik etmesi için farklı metinler ya da kaynakları bir araya getiriyorum. Pratiğimin birden fazla zemine yayılmasını ya da genişlemesine olanak sağladığımı düşünüyorum. Aynı zamanda bana da hareket alanı sağlıyor.
Aylin Kuryel’den yaptığım altındaki gibi aslında ama kadınlar ve kuirlerin doğal olarak benim üretim sürecimde önceliği var. Annemin beni tek başına yetiştirmesi, onun mücadelesine tanıklık etmem/yaşamam ve kuir bir kişi olmam bu önceliğin temelini atıyor.
Hiçbirimiz Güvende Değiliz
Tüm bu olumsuz duyguların ardında güvencesizlik var aslında ve siz de sergideki eserlerle ve serginin başlığıyla tüm bu güvencesiz alanın paylaşım, samimiyetle iyileşebileceğini anlatıyorsunuz diyebilir miyiz?
Duyguları kategorize etmemeyi terapistim sayesinde görmeye başladım. Başarabiliyor muyum? Emin değilim ama en azından nasıl bakmam gerektiğine dair uyarıcılarım var diyebilirim. Maalesef güven önce ailede başlıyor. Yetiştiğimiz alanda güven olmazsa temelsiz bir inşaat oluyor, devrilmeye çok meyilli oluyoruz. Sonrası kişisel meselelerle ilerliyor. Herkes yetiştiği alanla mücadele edemeyebilir, direnç gösteremeyebilir, bunu unutmayarak buraya taşımak istiyorum. Kimse kimse kadar güçlü olmak durumunda değil. Ama genetiğimize işlemiş birçok yanlış var. En azından takıldığımız noktaların üzerine gitmeyi öneriyorum. Güvencesizlik bu duygulardan biri. Durumumu tespit etmek kişisel çıktılarla bana iyi geliyor, tekrar ediyorum herkes için aynı sonucu vermeyebilir. Ama en azından sergi başlığına taşıdığım ‘hareket’ benim de alanımı belirliyor. Bu alanın hemen ardından yaşadığım yer geliyor. Ben zaten dezavantajlı bir gruptan geliyorum. Bu ülkede yok sayılıyorum, kime nasıl güvenebilirim? Kişisel hesaplaşmamı yine geçtim. Ben kendimi güvende hissetmiyorsam hiçbirimiz güvende değiliz. Ya da sen kendini güvende hissetmiyorsan hiçbirimiz güvende değiliz. Bu tünelin sonunda ışık yok demek değil benim baktığım yerden. Yalnız olmadığımı biliyorum, hissettiğim duyguları bu yüzden başka profesyonellerle açmayı doğru buluyorum.
6. MARDİN BİENALİ “GELECEĞE” Sayısı
ArtDog Istanbul basılı dergi satış noktalarını görmek için tıklayın.
Kapak Görseli: Halil Altındere, “Star Wars: Mardin,” 2024, 3D animasyonlu video, 3D Generalist: Utku Turan
PİLOT Galeri’nin izniyle