Güneş Terkol’un kolektiflerle, performatif bir pratikle ürettikleri A Song to the World isimli iki yeni pankart eseri, 60. Venedik Bienali’nde Adriano Pedrosa’nın küratörlüğünü üstlendiği Yabancılar Her Yerde (Foreigners Everywhere) başlıklı sergide izleyici ile buluştu. CO.GE.S don Lorenzo Milani ve Casa Punto Froce kolektifleri ile birlikte çalışarak Ukraynalı, Afrikalı, Afgan kadınların ortak kaygıları, yaşam anlatıları üzerinden bir fikirdaşlık ve gençlerle görme, kabul etme gibi birçok farklı kavramın irdelendiği seri, yaklaşık bir buçuk aylık bir süreçte üretildi. Hikâye anlatımları, gerçek öykülerin paylaşımı, hoşgörü, sevgi, eşitlik, özgürlük ve birliktelik seslerinin kulakları doldurduğu bu yoğun atölye çalışmaları ardından eskizler ve buluntu, biriktirme kumaşların bir araya getirilişi ile bir bütünün parçalarını oluşturmaya başladı. Tıpkı birlik inancında olduğu gibi.
Güneş Terkol’un iki kolektif ile birlikte anlatılar ve gerçekler eşliğinde hazırladığı bienale özgü pankartları, 17 Nisan sabahında San Marco Meydanı’ndan Arsenale’deki ana sergi alanına bir sevgi, hoşgörü yürüyüşü olarak kuş flütleri ve düdükleri çalan hem kolektifin katılımcıları hem de İstanbul’dan ve kentten çeşitli katılımcılarla gerçekleştirildi. Güneş Terkol’un iki kolektif ile süreci deneyimleme, şifalı bir iyileşmeye odaklanan pankartları dünyaya bir sevgi, saygı, eşitlik ve adalet arzusunu iletirken, fısıltılı bir sesten yükselen coşkulu bir kantoya dönüşüyor. Adriano Pedrosa küratörlüğündeki 60. Venedik Bienali, 24 Kasım 2024’e kadar ziyaret edilebilir.
Uzun zamandır bireysel üretimleriniz yanında katılımcı pratiklerde projeler üreten, kolektif üretimi çok katmanlı noktalardan ele alan bir sanatçı olarak devam ediyorsunuz. 60. Venedik Bienali’nde ise Adriano Pedrosa tarafından kolektif üretim ile birlikte hareket ettiğiniz A Song to the World adlı pankart eserleriniz sergileniyor. Davet sürecinden üretime geçen bu yolculuktan kısaca bahsedelim isterim.
Geçen yaz Adriano Pedrosa tarafından bienale davet aldım. O dönemden beri yoğun bir çalışma dönemine de girmiş oldum. Gerek bienal ekibi gerek Saha Derneği sürecin iyi geçmesi için desteklediler. 2010’dan beri devam ettirmiş olduğum kadınlarla pankart atölyeleri serisinden iki yeni çalışma ürettim. Eskizler, malzeme seçimi ve tasarımı ise Venedik’e gelmeden önce hazırladım.
İki pankart tasarladım. Birinci pankartta gondollarda ilerleyen anonim kadın figürlerinin su üstünde güneşli bir Venedik fonunda ilerleyen görüntüsü, diğerinde ise kayan yıldızlarla dolu bir gecede San Marco Meydanı’nda görünen anonim figürler yer alıyor. Görseldeki konuşma balonları ve karakterlerin tasarımları atölye çalışmaları esnasında katılımcılar tarafından ortak üretim ile tamamlandı.
San Marco’da yer alan bienal binasındaki atölyede CO.GE.S don Lorenzo Milani ve Casa Punto Froce ile bir ay boyunca buluşmalar gerçekleştirdim. Çok dilli bir atölye süreci oldu. Çevirmen Grace Hanım ve Terzi Carmen Hanım bizlere eşlik etti. Aynı zamanda performans programında yer aldığım için heyecanlı bir süreç geçirdim.
Bugüne kadar birbirinden farklı kişilerle, farklı bölgelerde bu pankart eserlerinizi üretmiştiniz. Bu kez 60. Venedik Bienali için farklı kişiler ve kolektifler ile bir üretim süreci oldu. Bu işbirliği sürecinden, birlikte çalıştığınız kişiler ve inisiyatiflerden söz eder misiniz?
İlk buluştuğum kadınlar CO.GE.S don Lorenzo Milani, “Seni önemsiyorum” misyonu ile çalışan bir dernek üyesiydi ve 1995’ten beri aktif olan bir dernek. Göçmenlere, çocuklara, bağımlılık tedavisi görenlere, sorunlu ailelere ve yardıma ihtiyacı olanlara destek veriyorlar. Atölyeye ise o derneğe üye olan farklı yaşlardan Ukraynalı, Afgan ve Afrikalı kadınlar katıldı.
Diğeri ise Queer Collective Casa Punto Froce üyesi gençlerden oluşuyordu. Atölyeler hikâye anlatımcılığı yöntemiyle ilerledi. Farklı konumları görme, kabul etme ve öğrenme üzerine güven ortamı içinde taleplerini, hayallerini dikişlere aktardılar.
Kâğıtlara yapılan eskizler diğer günlerde kumaş kolajlara, renkli kompozisyonlara dönüştü. Şiirler ve alıntılar eklenerek tamamlandı, her biri de kendi karakterini görselleştirdi. Kompozisyonda yanyana geldiler.
CO.GE.S don Lorenzo Milani ve Casa Punto Froce kolektifleri ile çalıştığınız sürecin bir sonucu olarak pankartlar bienalde yer alıyor. Buradaki çalışma sürecinde karşınıza ne gibi feminist yaklaşımlar çıktı? Dünyada olan binlerce konudan hangisini derinleştirmeye odaklandınız?
Genellikle kadınların, kalıplaşmış cinsiyet ve sınıf ayrımlarına direnmesi ve kendi kimliklerini savunmak için buldukları yolları inceliyorum. Bu atölyelerde de benzer şekilde ilerledi. Katılımcılar yaşadıkları zorlukları, şehirden taleplerini, direnme yollarını ve kişisel hikâyelerini dile getirdi.
Genel olarak dil bariyeri, bürokratik engeller, kendini yabancı hissetme, özgürlük alanları açmak için öneriler, şehirden talepler, katılımcıların gelmiş oldukları yerler ve bedenleri ile olan bağları üzerine konuştuk.
Bu anlatılar akabinde pankartlar bienalde Arsenale’ye yerleştirilmeden önce bienalin açılış günü San Marco Meydanı’ndan birlikte ürettiğiniz katılımcıların da yer aldığı bir yürüyüş ile sergilendiği yere doğru yola çıktı. Kentin ana meydanından, dar ara sokaklardan, halkın içinden geçerek izleyicilerin de performansın bir parçası olduğu kuş sesleri çıkaran flütler ve düdükler ile de bir yürüyüş olarak gerçekleştiren bu performansa katıldıkları eylemsellik dahilinde pankartlarda ne gibi anlatımlar paylaşılıyordu?
Bienal açılış gününde katılımcılar, açık çağrıya gelenler ve İstanbul’dan dostlarla beraber yaklaşık bir saat boyunca pankartlarla ve müziğimizle yürüyerek Venedik sokaklarına karıştık. Güneşli bir sabahtı ve şehrin kalabalığında kendimize alan açmak çok keyifliydi. Şehirde ötüşen kuşlara ve insanlara selam vererek köprülerden geçtik. Bir yandan da kuş düdükleri ve flütler çalarak bir an için dünyaya bir şarkı sunmuş olduk.
Yürüyüşümüz sonunda işleri Asenale’deki sergi alanına asarak katılımcılarla beraber tüm geçirmiş olduğumuz süreci kutlamış olduk.
Halk ile direkt buluşan bu performansta pankart eserler, kamusal alanla etkileşimini nasıl şekillendiriyor ve bu etkileşim kitlelerin toplumsal dönüşümdeki rolünü nasıl güçlendiriyor? Nasıl bir farkındalık ve paylaşım yaratıyor?
Uzun süre atölyede el emeği ve sohbetlerle hazırlanan iki pankartın sürecinde en önemli anlardan biri sokağa taşan performansımız oldu. Ayrıca iki kolektifin ilk defa tanıştığı önemli bir andı. Düşüncelerimizi, hayallerimizi, taleplerimizi ve barış dileklerimizi taşıdık. Performansımız bir merak uyandırdıysa, günlük hayatın içinde bir anlık farklılık yaydıysa, ne mutlu.
Siz üretimlerinizde çoğu zaman atık kumaşlar kullanıyorsunuz ve bunları organik malzemeler ile renklendiriyorsunuz. Bu kez pankartları hazırlarken malzemeleri nereden edindiniz? Renkli kumaşlar, iplikler ve birlikte bir dikim süreci gerçekleşti. Bu malzemelerin nerelerden geldiği, çalıştığınız kolektifler-kişilerle nasıl biçimlendiği, anlatıya olan etkisi, katkısı nedir?
Atölye malzemeleri, farklı ülkelerden yıllar boyunca biriktirdiğim kumaş parçaları oldu. Örneğin önceki işlerimden kalan bir tül veya Özgür Kazova Tekstil Kolektifi’nden üretilmiş bir dokuma parçası, severek sakladığım kuş desenli bir eteğin parçası, Venedik’ten aldığım türlü renkte kumaşlardan oluşan bir dağımız vardı. Ayrıca bazı katılımcılar gelirken kendi sevdikleri kumaşları getirdiler. Hatta anneannesinin el yapımı dantellerini kullanan bir katılımcı oldu. İstanbul’da hazırladığım arka planda kullandığım kumaş ise renkli ve pamuklu tülbent kumaşıydı. Bazen bir kumaş deseni veya dokusu tasarımı yaparken yön verebiliyor. Bu anlamda malzemede çeşitlilik olması, çok daha yaratıcı bir sürece yol açabiliyor. Her iki atölyede de çok renkli tasarımlar ortaya çıktı.
Pratiğinizde birçok göçmenle, yerinden edilmiş kadınlar ile gerçekleştirilmiş olan pankart üretimleriniz mevcut. Burada çoğu zaman sosyo-politik bir aktarım ile feminist bir çağrı hep birlikte inşa ediliyor. Üretim süreci sıklıkla kadınların deneyimlerini merkeze alırken, kadınların yanı sıra LGBTQ+’lar, göçmenler veya toplumun diğer marjinal gruplarının deneyimlerini de nasıl temsil ediyor ve bu imge temsilleri toplumsal farkındalıkta nasıl bir etki yaratıyor?
Temsilden ziyade çok sesli ve sözlü bir koro olduğumuzu düşünüyorum. Herkes kendi karakterinden kendi solo şarkısını dile getiriyor. Finalde hep beraber şehre ait bir dekorda ortak bir sese dönüşüyoruz. Şehre, kamusal alana karıştığında var olmaya duyulmaya devam ediyoruz. Her bir atölye süreci, şehrin o dönemdeki damarını tutuyor gibiler. Katılımcılar ile yaptığımız sohbetlerde atölyelerin bir araya getiren, cesaret veren, tanımaya ve karşındakini anlamaya, duymaya, görmeye motive etmesi önemli bir yer tutuyor.
Tüm üretim sürecinde ortaya çıkan ortak anlatı nedir? Başından sonuna katılımlarla, kolektiflerle üretimi ve paylaşımı sürdürülen pankartlar, hangi toplumsal dönüşüm taleplerini ifade ediyor?
Hepsi barış talebinde bulunuyor. Hoşgörülü, sevgi, saygı, eşitlik ve adaletin olduğu bir dünya arzu ediyor.
Son olarak Adriano Pedrosa’nın kurduğu ana tema altında Yabancılar Her Yerde başlığı ve konusu üretimleriniz ile oldukça kapsamlı biçimde örtüşüyor. Bu bağlamda Venedik’te bienal için ürettiğiniz pankart eserleri, toplumsal hareketliliği ve politik aktivizmi nasıl destekliyor? Sanat, sosyal değişim ve dönüşüm süreçlerinde hangi rolü oynuyor ve pankartlar bu süreçte nasıl bir etkileşim yaratıyor?
İçimizde hiç bitmeyen yabancılık hissi ile toplum içinde ötekileştiklerimiz ile ilişkimizi yeniden gözden geçirdiğimiz bir sergi olduğunu düşünüyorum. Sanat farklı bakış açılarına sahip farklı her kesimden kişileri bir araya getiriyor. Çok geniş bir yelpazeden insanlık hallerimize bakıyoruz. Kendimizden kurtulup başkalarının dünyalarına kulak kesiliyoruz. Performanslar bu etkileşimi arttırıyor, şehre sızıyor ve yayılıyor. Sanat ve hayat arasındaki sınırları sorgulatıyor.