İstanbul Modern, uzun bir aradan sonra Türkiye’de kapsamlı bir sergiyle izleyici karşısına çıkan Ali Kazma’yı ağırlıyor. Aklın Manzaraları başlıklı sergi, sanatçının kitaplar, yazı, düşünce ve üretim süreçleri etrafında şekillenen on beş yılı aşkın sürelik pratiğinden besleniyor. Hem yazının somut dünyasına hem de zihinsel manzarasına odaklanan bu çok katmanlı sergi; edebiyatla görselliğin kesiştiği alanları araştırırken, Kazma’nın arşivlerden matbaalara, yazarların zihninden kütüphane raflarına uzanan üretim hattını izleyiciyle buluşturuyor. Sergi, İstanbul Modern’de 1 Şubat 2026 tarihine kadar görülebilecek. Aklın Manzaraları’nın düşünsel arka planını, serginin küratörlerinden Demet Yıldız Dinçer’le konuştuk.
Aklın Manzaraları sergisi, Ali Kazma’nın uzun yıllara yayılan üretim sürecinden besleniyor. Bu sergi fikri ilk nasıl ortaya çıktı?
İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nin ev sahipliği yaptığı Aklın Manzaraları sergisi, Ali Kazma’nın on beş yıl önce kendine sorduğu, aynı zamanda bir sergisinin de başlığı olan Bir Şair Nasıl Filme Alınır?’dan ve yazarın zihinsel dünyasını bir manzara resmi metaforu aracılığıyla görünür kılma arzusundan yola çıkıyor. “İnsanla ilgili her şeyin şiirsel bir arşivi” olarak tanımlanabilecek Kazma’nın üretimi, o güne dek zanaatkârlar, sanayiciler ve işçiler gibi dünyayı fiziksel olarak inşa eden özneleri odağına almıştı. Ancak sanatçının en çok ilgilendiği alanlardan biri olan ve sanatçının “insan uğraşlarının en ulaşılmazı” olarak nitelendirdiği bu soyut üretime dair çalışmaları ancak 2010’lu yıllarda ortaya çıkmaya başladı.
Aklın Manzaraları, Kazma’nın kitaplara ve edebiyata duyduğu ilgiyi merkezine alan çalışmalarını bir araya getirme fikrinden ortaya çıktı. Sergi, yazarların mekânları, yazma süreçleri ve bu süreci mümkün kılan araçların yanı sıra; matbaalar, kütüphaneler ve kitapçılara odaklanan video, fotoğraf ve efemeralardan oluşuyor. Sanatçının insan faaliyetlerine dair sorgulamalarını bu kez edebiyat ve yazı üretimi üzerinden sürdürdiğü, izleyiciyi, video ve fotoğrafın görünmeyeni görünür kılma potansiyeli üzerine düşünmeye davet ettiği çalışmalarını bir araya getiriyor. Aklın Manzaraları aynı zamanda Kazma’nın uzun bir aradan sonra Türkiye’de gerçekleştirdiği ilk büyük ölçekli müze sergisi olma özelliğini taşıyor.
Sergide yer verilen arşiv, matbaa, kütüphane gibi mekânlar yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda belleğe, bilgiye ve üretime dair güçlü sembolik anlamlar taşıyor. Küratöryel yaklaşımınızda bu mekânları nasıl konumlandırdınız?
Ali Kazma, 2010 yılında açtığı Bir Şair Nasıl Filme Alınır? başlıklı serginin ardından, üretiminin bir sonraki durağı olacağını öngördüğü bir dönemde kitaplara odaklanmaya başlıyor. Bu süreçte bir sanatçı kitabı hazırlamak üzere Take5 Editions yayıneviyle bir araya geliyor. Kitapların üretildiği, saklandığı, satıldığı, yazıldığı, onarıldığı, tasarlandığı, okunduğu, unutulduğu ve toplandığı mekânların yanı sıra; Heidelberg baskı makineleri, ilk baskılar, kütüphaneler, okuma odaları, kitapçılar, dizgi makineleri, monotipler ve mürekkep lekelerini fotoğrafladığı bu dönem, sanatçının kitaplara ve onların dünyasına adım attığı ilk proje olan Recto Verso ile sonuçlanıyor. Ancak Kazma, bu süreçte temel sorusundan sapmadan yazarın zihnine giden bir yolu da aramaya Hat (2013), Okul (2013), Baskı Atölyesi (2011), Oyun (2014) gibi üretimleri boyunca devam ediyor. Aklın Manzaraları, Kazma’nın hareketli görüntüyle birlikte durağan görüntüye de yer verdiği üretimini bir araya getiriyor. Sanatçının matbaa, kütüphane ve kitapçı gibi kitaplara ev sahipliği yapan mekânları belgelediği fotoğraflar, videolarla birlikte izleyiciye sunuluyor. Aklın Manzaraları, aynı zamanda Kazma’nın video üretimlerinin ardındaki kurgu süreçlerini görünür kılmayı hedefliyor. Lineer zamanı küçük parçalara ayırarak yeniden kurduğu video kurgularının defterlerine sergi alanında yer vererek, sanatçının zihinsel süreçlerini izleyiciyle paylaşıyor. Tıpkı sergide yer alan videoların özneleri Orhan Pamuk ve Alberto Manguel’in yaratım süreçlerine şahit olduğumuz gibi, bu sergi, Kazma’nın üretimini de serginin bir bileşeni haline geliyor. Sergide ayrıca sanatçının Recto Verso kitabı, Alberto Manguel’e ait kuklalar ve suluboya defterleri, Kazma’nın son çalışması Sumi’yi konu olan Japon mürekkebi ve hat kamışları gibi çeşitli nesneler de yer alıyor. Bu nesneler, videolarda akan zamanın maddesel izlerini izleyiciyle buluşturuyor.
Hayal Gücü ve Gerçeğin Düşünce Mekânı
Yazı ile görsellik, farklı anlam üretim dillerine sahip. Ali Kazma’nın bu iki dili buluşturan pratiğini sergi bağlamında nasıl ele aldınız? Bu bağlamda, sizce izleyiciye nasıl bir anlatı açılıyor?
Bu soruyu sergide yer alan çalışmalardan biri üzerinden açmak gerçekten anlamlı olabilir. Örneğin, Alberto Lizbon’da adlı video, ilk etapta bir kütüphanenin taşınma sürecini belgeleme amacıyla yola çıkıyor. Ancak zamanla, yazar ve kitapsever Alberto Manguel’in kitaplarla kurduğu yaşamın izini süren, bu yaşamın dünyadaki karşılıklarına dair incelikli bir portreye dönüşüyor. Bu çalışma, Kazma’nın yazının yalnızca fiziksel bir üretim olmadığını; aynı zamanda hayal gücüyle gerçeklik arasında kurulan bir düşünce mekânı olduğunu gösterme çabasının bir parçası. Sanatçının ifadesiyle, Manguel’in zihni bir tür dönüşüm portalı gibi çalışıyor: fikirler kitaplara, kitaplar da yeniden dünyaya açılan maddi nesnelere dönüşüyor. Kazma’nın kamerası bu dönüşüm sürecini hem görsel hem de kavramsal düzeyde görünür kılıyor. Yazı, fikir ve hayalin izini süren bu çalışmalar, izleyiciye yalnızca belge sunmuyor; aynı zamanda metin ile görüntü arasındaki geçişkenliği sorgulayan, düşünsel olanla maddesel olan arasındaki ilişkiyi açan bir anlatı kuruyor. Bu bağlamda sergi, izleyiciye hem bir zihnin nasıl işlediğini hem de o zihnin dünyada bıraktığı izleri takip etme imkânı sunuyor.
Mürekkep Evi çalışmasında Orhan Pamuk’un kişisel arşivi ve yaşam alanı merkeze alınıyor. Edebiyatın maddi varlığına odaklanan bu yapıtı serginin genel kurgusu içinde nasıl konumlandırdınız?
Mürekkep Evi’nin ortaya çıkışı, Nobel ödüllü yazarın Ali Kazma’ya kitapları, koleksiyonları ve elyazmalarından oluşan arşiviyle ilgili bir çalışma yapıp yapmak istemediğini sormasıyla başlıyor. Kazma, yazma edimi üzerine çalışmak için ihtiyaç duyduğu tüm malzemeyi karşısında görünce bu zorlu sürece adım atıyor. Sanatçı, yazarın Cihangir’daki ev ve arşivinde sakladığı 25.000’den fazla sayfadan oluşan elyazması müsveddelerinden Kara Kitap’a odaklanıyor. Bu kitap aracılığıyla yazarın şekillendirip içinde yaşadığı karmaşık ve asıl manzarayı gözler önüne sermeyi amaçlıyor; zira yayımlanan kitap aslında yazarın okurlara iletmeyi seçtiklerini içerirken bu müsveddeler serginin adında yer alan ve yazarın düşüncelerinin ortaya çıktığı “manzara”ya işaret ediyor. Tabii o sırada bu arşiv-evden görünen Boğaziçi’ni, balkona gelen martıları, vapurları, yazara ait günlükleri, yazar için önemli Osmanlı’nın asker ressamların çalışmalarını, İran minyatürlerini, Pamuk’un arkadaşlarıyla dışarı çıktıktan sonra boyadığı ve üzerine yazılar yazdığı akordeon defterleri kısacası Pamuk’un etrafındaki manzarayı da filme alarak bu çalışmayı ortaya çıkarıyor; sanatçının deyişiyle Pamuk’un “kararlılık, niyet ve sıkı çalışmayla inşa ettiği öz”ü daha görünür hale getirmeye gayret ediyor. Böylelikle salt bir arşivin belgesi olmasının ötesinde, video bir zihnin haritasına dönüşüyor. Ayrıca sanatçı videonun kurgusu aracılığıyla insanların düşünme biçimini yansıtan karmaşık bir mekanizma inşa etmeye çalışıyor; sergi de aynı bu kurgu gibi, farklı malzemeleri yan yana getiriyor. Bu sebeple de yazma edimi ve onun maddi yansımalarına odaklanan Mürekkep Evi’nin, serginin de etrafında şekillendiği en önemli çalışmalardan biri olduğunu söyleyebiliriz.
Sumi adlı videoda Japonya’daki 400 yıllık mürekkep yapımı geleneği belgeleniyor. Bu iş üzerinden bakıldığında, Kazma’nın zaman, zanaat ve hafıza arasındaki ilişkiye yaklaşımını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ali Kazma, yazı ediminin en temel malzemesi olan mürekkebe, 2013 tarihli Hat ve Dövme videolarının ardından yeniden döndüğü Sumi adlı çalışmasında, bu üretim sürecini sadece belgelemekle kalmıyor; aynı zamanda mürekkebin maddeselliği üzerinden geçmişle kurulan tarihsel ve düşünsel bağı görünür kılıyor. Zaman, emek ve hafıza gibi kavramlarla her zaman yakın ilişki kuran Kazma, bu kez bu üçlü ilişkiyi, geleneksel Japon mürekkep yapımı aracılığıyla yeniden ele alıyor. Sergi, Japonya’nın Nara kentinde yüzyıllardır ustadan çırağa aktarılan bu zanaatı ve geleneği hem video hem de fotoğraf yoluyla izleyici ile buluşturuyor.
Bitkisel ve hayvansal yağ bazlı malzemelerin birleşimiyle elde edilen kurumun, elle yoğrulup kalıplarda şekillendirilmesi, ardından aylar süren kurutma ve dinlendirme süreçlerinden geçmesiyle ortaya çıkan mürekkep, yalnızca yazı için bir araç değil, aynı zamanda bir kültürel aktarım nesnesi olarak da anlam kazanıyor. Her aşaması sessiz bir odaklanma, bedensel bir ritim ve kuşaklar boyunca aktarılan bilgiyle örülü bu üretim biçimi, Kazma’nın pratiğinde sıkça karşılaştığımız iş, emek ve ustalık kavramlarının somutlaştığı bir zemin sunuyor. Bildiğiniz gibi Kazma’nın çalışmaları çoğu zaman sıradan erişimin mümkün olmadığı mekânlara ve süreçlere odaklanıyor. Sumi bu yaklaşımın bir devamı olarak, somut bir üretim biçimi aracılığıyla yazının oluşumunu arka planda ele alıyor. Son olarak heyecanlı bir detayı okurlarla paylaşmak isteriz: Sumi izleyici ile ilk kez bu sergide buluşacak.