Bu sezonun merakla beklenen sahne prodüksiyonlarından biri, geçtiğimiz günlerde Zorlu PSM sahnesinde prömiyerini yapan, “Afife” oyunu kuşkusuz… Afife gibi, geçtiğimiz sezonun önemli yapımları arasında ismi yer alacak, ayrıca “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”, “Aşık Shakespeare”, “Yaşamak m Yoksa Ölmek mi?” gibi oyun ve müzikallerin yanı sıra “Atatürk”, “Kulüp” gibi iddialı dönem yapımlarının da dekor ve kostüm tasarımcısı olan Gamze Kuş ile, tüm bu iddialı yapımların tasarım süreçlerini konuştuk…
Bu sezonun merakla beklenen yapımlarından biri olan “Afife” ile başlayalım. Afife Jale Türk Tiyatrosu’nda çok kuvvetli temsiliyeti olan önemli bir karakter. Oyunun sahne ve kostüm tasarımından bahseder misin? Tasarım sürecinde neleri gözettin?
Afife Jale Türk Tiyatrosu’nda kadınların sahneye çıkabilmesinin önünü açan ilk Müslüman kadın oyuncumuz. Bununla birlikte eşitlik savaşçısı. Oyunda da bunu lafı geçiyor; “kadınlar fabrikada çalışıyor, cephede savaşıyor, bir tek sahneye mi çıkamıyor” diye. Oyun çok akışkan bir çatıya sahip. Dolayısıyla dekor tasarımında bu akışkanlığı sekteye uğratmayacak bir tasarım anlayışını gözettim. İkili döner sahne ve hareketli dekor parçaları tercih ederek oyunun kesintisiz bir şekilde akmasına yardımcı olmaya çalıştım. Oyunun plastik anlayışında ise kendi zamanını taşıyan bir üslubu tercih ettim. Kostümlerle de biraz döneme göz kırptık.
Geçtiğimiz sezonun en önemli yapımları arasında yer alan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”, “Yaşamak mı Yoksa Ölmek mi?”, “Aşık Shakespeare” gibi oyun ve müzikallerin sahne ve kostüm tasarımlarını çalışmıştın. Her biri farklı tasarım dilleriyle öne çıkan yapımlar. Ancak hepsinde sahne ve kostüm tasarımı bütünsel anlatımın çok önemli bir unsuru olarak öne çıkıyor. Özellikle “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”ndeki dinamik tasarım yapısı oyunun bütünü açısından önemli. Bu açıdan bakınca sahne ve kostüm tasarımının anlatının bütünündeki rolünü nasıl değerlendiriyorsun? Ve etkisi izleyici tarafında nasıl karşılığını buluyor sence?
Sahne tasarımı oyunun çok büyük bir parçası. Seyirciye oyunla, oyunun yorumu ile ilgili ilk ipucunu veren ve seyircinin izleme yolculuğuna yardımcı olan, aynı zamanda da tüm dünyasını tanımlayan unsur. Ben bir seyirci olarak da durağan, tanımı keskin ve baskın tasarımlardan hoşlanmadığım için kendi tasarımlarımda herkesin hayal gücüne fırsat tanıyacak, akışkan ve hareketli bir tasarım dilini tercih ediyorum ve uygulamaya çalışıyorum. Genelde dekor ve kostümü birlikte tasarladığım için de kostüm, yaratmaya çalıştığım resmin tamamlayıcısı oluyor. Kostüm tasarımında oyuncu ile işbirliği yapmayı çok seviyorum. Onun hayal ettikleri ile benim hayal ettiklerim birleşip provalar boyunca şekilleniyor. Seyircinin sadece dekor ve kostüme takılmayıp, “güzel” ya da “çirkin” demeden oyunu beğenmesini, sahne üzerindeki tüm unsurların homojenize olmasını başarı olarak görüyorum.
Tiyatro, müzikal, film ve dizi gibi çeşitli alanlarda bu üretimi uzun yıllardır gerçekleştiren biri olarak kendi çalışma pratiğinden bahseder misin?
Tümünü yapabilmek uzun yıllarımı aldı. Şehir Tiyatroları sanatçısı olmam, sahne tasarımı ve kostüm tasarımı konusunda beni hep dinamik tuttu ve orası büyük bir okul oldu. Bu büyük bir şans benim için. her yıl 4-5 büyük prodüksiyonun tasarımını yapmak insanı her daim sıcak tutuyor. Sinema, tiyatro ve televizyon alanında dekor ve kostüm tasarımı birbirinin benzeri gibi görünse de çok ayrı dinamikleri ve disiplinleri olan işler. Her birini çok severek yapıyorum. Aktif olarak her birinde tasarım yapmak, her biri için ayrı ayrı besliyor beni. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü yaparken sinemadaki deneyimimden, “Kulüp”ü tasarlarken de tiyatrodaki tecrübelerimden faydalandım mesela…
“Atatürk” ve “Kulüp” gibi kostüm tasarımlarını yaptığın işlerde belirgin ve üstelik çok önemli bir dönem anlatımı olması belirleyici unsurların başında geliyor diye düşünüyorum. Bu tip kritik dönem anlatımlarında tasarımcı olarak yine de bir tasarım dili ve özgün bir alan yaratabiliyor musun?
Yine aynı şeye değinmiş olacağım ama “Atatürk” ve “Kulüp”ü tasarlarken yine aslen tiyatrocu olan kimliğimden çok fazla yararlandım. Dönem işlerinin en büyük handikapının, dönem gerçekliğine takılıp kalıp, drama ve karekteri biraz atlayıp, belgesel kurallarına hapsolmak olduğunu düşünüyorum. Bense dönem gerçeğini, çalışmaya başlamadan önce hatmedip, karakterlere dalıp, tiyatrodaki gibi o dönemin dokusu ve renkleriyle yeni bir dünya yaratmaya çalışıyorum. Özgün dönem işlerinin de böyle yapılabileceğini düşünüyorum.
Çalışmalarında anlatı ve harekete mekansal ve tasarımsal bağlamda nasıl alan açıyorsun? Hikayede sahne, mekan, kostüm tasarımı üzerine düşünürken ne öncelikli?
Bir oyuna başladığımda, yönetmenle uzun masa başı toplantıları yapıyorum. Yönetmenin kafasının içine ne kadar girebilirsem, o kadar iyi işliyor sahne. Sahne tasarımında da arkada bir fon gibi duran, durağan, ilişki kurulamaz parçalardan kaçıyorum. Hareketli, oyuncunun oyununa yardım edecek aksesuarları provayla birlikte sahneye getirince, oyuncu da ilişki kuracak zamanı yaratmış oluyor kendisine. Aslında dekor ve kostümü birer oyuncak gibi düşünürsek, oyuncu ne kadar çabuk oyuncağını alırsa eline, bize o kadar çok izleyecek şey sunuyor bu oyun.
Yıllar içinde tasarım, sahneleme, performans gibi yaratıcı üretimin çeşitli alanlarını doğrudan etkileyen teknolojik gelişmeler oldu, olmaya da devam ediyor. Teknoloji tasarımlarını ve çalışma pratiğini nasıl etkiliyor?
Teknoloji yaşadığımız dönemin olmazsa olmazı… Ben de elimden geldiğince faydalanmaya, merak edip tecrübe ettiğim her bir gelişmeyi işlerimde kullanmaya çalışıyorum. Gerisi demodelik oluyor zaten… Bu gelişmeler her alanda olduğu gibi sahne tasarımında da hız, estetik yoğunluk ve gerçekliğe yaklaşmada yardım sunuyor bize.
Sahne ve özellikle kostüm tasarımı benzer alanlar arasında dünyada da kadınların yoğun şekilde üretim yaptığı ve öne çıktığı -nadir- alanlardan biri gibi görünüyor. Öyle mi gerçekten?
Sahne tasarımında, önceki kuşağımızda kadınlar kostüm tasarlar, erkekler dekor tasarlar gibi -neredeyse- bir dayatma vardı. Bu bizim kuşağa da neredeyse şöyle sirayet etmişti; kadınsan kostüm tasarlarsın. Ben bu zihniyetle başından beri kavga edip, ikisini bir yaptım hep. Benim yaşadığımı tüm dünyadaki kadın tasarımcıların yaşadığına inanıyorum. Çağ artık yaratıcı gücün cinsiyetin ötesinde bir şey olduğunu kabul etmek zorunda bırakıyor, her alanda olduğu gibi… Yol ve yolculuk kadınlara hep daha zor! Ama umutluyuz!
Yaptığın işte birikimin, çok katmanlı bir okuma yapmanın, geçmişe hakim olmanın çok önemli olduğunu ve ortaya çıkan tasarımda da fark yarattığını düşünüyorum. Ayrıca yapılan tüm bu işlerin geleceğe aktarımı açısından arşivleme de önemli bir konu. Sen bu birikim bilinci, araştırma ve arşivleme konularında ne düşünüyorsun?
Araştırma, okuma, izleme, donanma olmazsa olmaz bu işlerde… İnsan zihni ve yaratıcılık ilhamla, görerek, duyarak, okuyarak, gezerek, iletişim kurarak gelişiyor. Kendimden daha genç tasarımcı ve tasarımcı adaylarına hep çok gezmelerin, çok okumalarını, çok izlemelerini söylüyorum. Arşiv elbette olmazsa olmaz. Ben çalışma tempomdan kendi arşivimi net tutamıyorum ve bu söylediğimiz kötü bir şey olduğunu biliyorum. Neyse ki artık her şeye daha kolay ulaşıyoruz…
Son olarak masanda heyecan verici başka neler var?
Şu anda masada Şehir Tiyatroları için iki güzel oyun var. Sinema için Murat Menteş’in “Dehşet Bey” çizgi romanının uyarlaması bir filmin prodüksiyon tasarımı var. Şu anda bir diğer heyecanım, halen devam eden “bir Netflix projesi “Geleceğe Mektuplar”ı izlemek…