Ethos 'Bir Başka' Mıdır? - ArtDog Istanbul

Ethos ‘Bir Başka’ Mıdır?

//

Öğlene doğru WhatsApp yazışmaları sebebiyle uyandım. Birçoğunuzun olduğu gibi benim de şu mesajlaşma grupları ile başım dertte.

Arkadaşlar Bir Başkadır dizisini izlemiş ve bu konuda spoiler içerebilecek mesajlaşmalara başlamıştı. “Konu bir dizi olunca benim için hava hoş. Yerli veya yabancı pek dizi izlemediğim için spoiler olsa ne olur olmasa ne olur?” diyordum.

ArtDog İstanbul, gündeme oturan bu dizi hakkında yazmamı isteyince işler değişti. Emir büyük yerdendi, yazmam gerekiyordu. Henüz kahvemi içmeden, senaristi ve yönetmeni Berkun Oya‘nın olduğu Bir Başkadır‘ı aramaya koyuldum. Fransa Netflix’te böyle bir içerik yoktu. Halbuki diziyi izlemiş dostlarım da Fransa’da yaşıyordu. O zaman onlar nasıl bu diziye ulaştılar? Hemen bana bir link yollamalarını istedim. Gelen linki tıklayınca Netflix’in arama kısmına yanlış anahtar kelime yazmış olduğumu anladım. Bir Başkadır uluslararası izleyici için aslında Bir Başkadır değil. Dizinin ismi buralarda Ethos olarak geçiyor.

Peki “Ethos ne olaki acep?” Hıımmm… Bir Yunan mitolojisi, bir felsefe kokusu alıyorum. Nerden biliyorum ben bu kelimenin ne anlama geldiğini? Efendim, ethos Eski Yunan’da “ethikos” kelimesinin kökünü oluşturur. “Karakter, ahlaki fıtrat” gibi anlamlara gelir.

Global Netflix izleyicisinin temelde filozoflar değil sıradan dizi izleyicisi olduğu gerçeği ile yüzleşerek işin Aristo retoriği içinde ne anlama geldiğine ise girmeye hiç gerek yok. Ben kelimenin sözlük anlamı sınırları içinde kalayım: Ethos, bağlamına göre “inançlar, dünya görüşü, değerler sistemi, ruh ve ortam” anlamına geliyor.

Diziyi izleyip de bu yazıyı okuyanlardan bir “hımmmm” sesi duyar gibiyim. Şimdi Bir Başkadır biraz daha netleşti, öyle değil mi? Diziyi izlememiş olanlara gelince baştan söyleyeyim bu yazı dibine kadar “spoiler” içerecek, ona göre. Spoiler içermeyen bir eleştiri, bahsettiği filmin, kitabın, tiyatro oyununun, dizinin vs analizini yapamaz. Benim buradaki çabam ise bir analiz ortaya koymak olduğundan spoiler vermekten kaçınmayacağım.

Retro Tonlarla Bir Yeşilçam Havası

Gurbet ellerde adı Ethos ama öz yurdunda Bir Başkadır olan dizi daha en başta, isim seçimi ile bize ne demek istiyor? Yer yer kullandığı yakınlaşma hareketi (zoom), jeneriğin rengi ve fonu, müzikler ve arşiv görüntüleri ile hipsterların çok sevdiği retro tonlarla bir Yeşilçam havası barındıran yapım acaba “Bir Başkadır Benim Memleketim” gibi içeriye popülist sinyaller mi veriyor? Ya da Ethos diyerek dışarıda daha cesur bir sesle “efendim esasen herkes bir şeye inanıyor ve bu inançlar üzerinden bizi ön yargılarımız yönetiyor” gibi bir cümle kurma derdi mi var?

Bu soruların cevabını filmin yaratıcı ekibiyle yapılmış ya da yapılacak röportajlara bırakıyorum. Öbür türlüsü fal bakmak olur.

Filmlerle ilgili okuduğum eleştirilerde sinemanın sosyolojisini, felsefesini vs yapan bir kalemle karşılaşınca hemen oradan kaçarım. Sinemayı sinemanın kendi dili ve ölçülerinde değerlendiren yazılara ise çok şey öğrenebileceğimi düşünerek sarılırım. Bu sebeple kendim yazdığım vakit de sinemanın kendi dili ve imkanları içinde bir eleştiri yapma gayreti içindeyim. Bu tutum bir dizi eleştirisi yazdığımda da değişmiyor.

Efendim, “Başlangıçta söz vardı. Bu kadim ifade işi hikâye anlatımı olan her sanatta, yapısı bir şekilde klasik dramadan geçmek zorunda olan her işte aranması gereken ilk ilke.

Siz bu ilkeyi görsel sanatlarla ilgili entelektüel tartışmalarda “Sözü ne? Cümlesi ne ?” diye de duyarsınız, sıradan bir kahve muhabbetinde “konusu ne, bir konusu yok” şeklinde de ifade edildiğine şahitlik edersiniz. Her iki durumda da aslında dile getirilmek istenen, daha teknik bir biçimde “önermesi nedir?” sorusudur.

Dizinin Net ve Açık Bir Önermesi Yok

Bu sebepten Bir Başkadır dizisini izlerken ve izledikten sonra cevabını aradığım ilk ve en temel soru “Önermesi nedir?”oldu. Aldığım cevap ise maalesef pek net değil. Sekiz bölümlük dizinin net ve açık bir önermesi yok. Ne demek istediğimi açıklayacağım.

Peki iş önerme ile bitiyor mu? Elbette hayır. Karakterler? Kim ya da kimler pratagonist? Kim ya da kimler antagonist? Kahramanın ya da kahramanların istekleri ve karşılarına çıkan engeller neler? Bu istekler için karakterleri aksiyona iten motivasyon nedir? Engellere karşı verilen mücadeleye zemin hazırlayan çatışmalar var mı? Mümkünse her bölüm ya da sezonun sonunda ulaşmamız gereken arınma yani katarsis var mı? Kahramanımız değişti mi yoksa hâlâ aynı kadın ya da adamla mı karşı karşıyayız? Eğer öyleyse biz bu kadar saat neden bu diziyi izledik?

Yukarda sorular üzerinden bahsettiğim unsurlar bir film ya da dizinin “hikâye” kısmına bakıyor. Meselenin oyunculuk, görüntü, ses, kostüm, dekor gibi yanları ise bambaşka alanlar. Bir de belkide tüm bunların en kapsayıcı başlığı, yönetmenliğe bakan “mis en scene” yani “sahneye konuluş” konusu var. 

Ben bu eleştiride daha çok hikâye üzerinden giderken diğer başlıklara yeri geldikçe değineceğim.

Öyleyse biz hikâyeyle başlamışken hikâyeyle devam edelim. Ethos ya da Bir Başkadır, İstanbul’un dışında, Beykoz’un köylerinden birinden çıkıp ev temizliğine gittiği adamın evinde bayılan Meryem’in iş yolu sekansıyla açılıyor. Yani bir bölümü 45-50 dakika olan dizinin ilk 5 dakikası Meryem’in abisi, yengesi ve yeğenleri ile birlikte yaşadığı evinden çıkıp çalıştığı yere gelmesi.

Sinema ya da diziler gibi “audiovisuel” işler gösterdikleri ile göstermediklerini hayal ettirirler. Zihnimiz,  gördüklerimizi kullanarak görmediklerimizi üretir ve tamamlar. Söz gelimi karakteri evinden çıkarken görürüz. Bir sonraki planda çalıştığı mekanda ise “oraya nasıl gitti?” diye sormayız. Zihnimiz bu kısmı tamamlar ve bu geçişi mantıklı kabul eder. 

Elbette dizinin başında kahramanın yaşadığı rutin dünyayı göstermek, İstanbul ve taşrası arasındaki doku farkının altını çizmek için böyle bir açılış sekansı tercih edilebilir. Ancak ilk gösterdiği imajlar bütünü ile seyirciyi koltuğuna çivilemeyen işler etrafı milyonlarca seçenekle çevrili, sabrı tükenmiş modern bireyi uzaktan kumandasına götürecektir.

Hikâyeye Hizmet Etmeyen Yığınla Sahne

Bu açılış sekansında olduğu gibi dizinin ilerleyen bölümlerinde de “sanat yapmak” için çekilmiş ancak hikâyeye hizmet etmeyen yığınla sahne var. Özellikle üçüncü bölümden sonra sıkça Netflix’in bir nimeti olan ileri sarma tuşuna parmağınız uzanacak ve hikâyeden hiç bir şey kaçırmış olmayacaksınız.

Şimdi tekrar Meryem’e dönelim. Esas kızımız sebebini anlamadığımız bir şekilde bayılır. Derken bir yıl geriye gideriz. Tesettürlü Meryem başı açık “modern” kadın psikiyatristin karşısındadır.

Ta taaa! Bir Türkiye klişesine hoş geldiniz!

Ethos’da Türkiye’nin özellikle 19. yüzyıl Osmanlısı ve daha da öncesinden miras aldığı kabaca doğulu olma ya da batılı olma çatışması baş örtüsü sembolü üzerinden hikâyemizin zeminini oluşturuyor. Dizinin erkeklerden oluşan yaratıcıları, senaristi ve yönetmeni Türkiye’deki kadınları son derece yüzeysel bir sınıflandırmaya tabii tutarak türban takanlar ve başı açık olanlar şeklinde bir birinden ayırıyor.

Beyler, Lütfen Biraz Kenara Çekilin

Burada yeri gelmişken şunu da söyleyeyim “Me Too” ve “Time’s Up” hareketleri sonrası kadın hikâyelerini kadınların anlatması özellikle Hollywood’da neredeyse kurallaşmaya doğru giderken Netflix Türkiye’nin kadınların erkekler tarafından anlatıldığı Bir Başkadır’ı önümüze sunması beni şaşırttı. Yazının ilerleyen kısımlarında tekrar bahsedeceğim gibi ataerkilliğe karşı bir sözü varmış gibi duran bu yapım, daha başlangıcında kadınların erkekler tarafından anlatılması, tanımlanması yani belirlenmesi durumu ile aslında kendisi ataerkillikten çıkamıyor. Bu durum dünyalı olmaya çalışırken adeta dünyadan kopukluğun resmi. Türkiye’de kadın senarist de var yönetmen de. Lütfen beyler, biraz kenara çekilin de kadınlar hiç olmazsa kendi hikâyelerini kendileri anlatsın.

Bir Başkadır’da türbanlı ya da baş örtülü (benim için ikisi de aynı şey olsa da Türkiye’de bu kelimeleri tercihin ideolojik bir yansıma olarak varlığının farkındayım. Siz hangisini isterseniz o kelimeyi tercih edebilirsiniz.) kadınlar dizide dört ana karakter üzerinden toparlanmaya çalışılıyor. Bunlar genç türbanlı kız Meryem (Öykü Karayel), onun depresyondaki yengesi Ruhiye (Funda Eryiğit), imamın üniversite öğrencisi kızı Hayrunisa (Bige Önal) ve zengin Kürt kadın Gülan (Derya Karadaş).

Başı açık olan kadınlar ise Meryem’in psikiyatrı Peri (Defne Kayalar), Peri’nin arkadaşı, psikiyatrı ve Gülan’ın kız kardeşi Gülbin (Tülin Özen), Peri’nin yogada tanıştığı oyuncu Melisa (Nesrin Cavadzade) ve Peri’nin annesi Feray (Nur Sürer).

Dizideki önemli erkek karakterler ise çabuk sinirlenen, bir barda güvenlik görevlisi olarak çalışan Meryem’in dindar abisi Yasin (Fatih Artman), ne iş yaptığı bilinmeyen, parayı nereden nasıl kazandığı açıklanmayan, tek işi önüne gelen kızla yatmak olan, Meryem’in aşık olduğunu sandığımız, Gülbin ve Melisa ile ilişkisi olan Sinan, her şeyin danışıldığı cami imamı Ali Sadi (Settar Tanrıöğen), Meryem’e aşık, genç ve görece entelektüel, imam mı yoksa sadece dindar bir cami cemaati mi olduğu pek anlaşılamayan Hilmi’den (Gökhan Yıkılkan) oluşuyor. Elbette bu isimler dışında kalan, asıl kahramanların hikâyelerine yerleştirilmiş başka karakterler de mevcut Bir Başkadır’da. Onlara yeri geldikçe değineceğim.

İlginizi çekebilir:  Nicole Kidman "Hope" Dizisiyle Dönüyor

Dizinin henüz girişinde Meryem’in psikiyatrı Peri’nin karşısına geçtiğini söylemiştim. Bu sahne hemen aklıma bir çokları tarafından televizyon tarihinin en başarılı drama işi sayılan The Sopranos’u getiriyor. ABD’nin New Jersey eyaletindeki İtalyan asıllı bir mafya ailesinin hikâyesini konu alan The Sopranos’da “Baba” Tony Sopranos tıpkı Meryem gibi gizlice psikiyatra gitmektedir. Tony’nin kendisi gibi İtalyan asıllı bir Amerikalı olan psikiyatrı Doktor Jennifer ile yaptığı seanslar bize “Baba”nın annesi ile olan ilişkisine freudyen bir perspektiften bakma imkanı sunar. Jennifer ve Tony arasındaki seanslar statik değil dinamiktir. Dizinin kahramanı Tony’nin de Jennifer’ın da değişmesine hizmet ederler.

Tony’yi, Meryem karakteri gibi pat diye psikiyatrın önünde bulmayız. Tony, içinde bulunduğu vahşi dünyada ona sevgiyi yeniden keşfetme, mutlu bir aileyi gözlemleme imkanı sunan yabani ördeklerin bahçesinden uçup gidince bilincini kaybedip bayılmaya başlar. Dizi ilerledikçe bir mafya babasının bile İtalyan aile geleneklerinde çok güçlü bir yeri olan anne figürünün narsistik versiyonu karşısında çocuksu zayıflığı ile yok olup gidebileceğini görürüz. Hem hikâye hem de kahraman güçlü iç çatışma sonucu derinleşir. Tony’nin annesi onun antagonisti olarak karşımıza çıkar.

Ethos da ise Meryem’in neden bayıldığı iki psikiyatr arasında geçen, hiç kimsenin anlamadığı teknik terimlerle hemencecik çözülmüş gibi yapılır. Seyirciye ise Meryem’in evine temizliğe gittiği Sinan tarafından taciz edilmiş olabileceği şüphesi verilir. Sonraları cami imamı ve dindar abi figürü üzerinden “Bu kız din baskısı sebebiyle bayılıyor olabilir mi?” sorusu sordurulur. Meryem’in karşısında antagonist olarak belki de bir kişi değil bir anlayış, bir zihniyet vardır. Acaba bu zihniyet ataerkillik olabilir mi?

Dizinin başı ve sonunda gördüğümüz sahne yavaş yavaş açılınca anlarız ki Meryem, Hilmi’nin evlenme teklifi sayılabilecek hediyesi sonucu bayılmıştır. Öykü Karayel’in yüzündeki ifade Meryem’in bayılmasının mutluluktan olabileceği hissini güçlendirir.

Bu hikâyede Meryem’in isteklerine ulaşmasına engel olan, ona meydan okuyan, mücadele ettiği bir antagonist yoktur. Abisi bir ara “psikiyatra gitmeyeceksin” dese de ne hikmetse buradan bir çatışma doğmaz ve Meryem, Peri’yi görmeye devam eder. Bu durumu her şeyi danıştıkları Ali Sadi Hoca’ya sorduklarında da bir çatışma doğmaz. Hatta hoca, dizinin başında beklentiye sokulan seyirciyi yanıltarak bu durumu umursamaz bile. Bu iki olaya bakınca Meryem’in karşısında ataerkillik de yoktur aslında. Çünkü hoca da, otoriter ve dindar abi Yasin de “özünde” iyi insanlardır, iyi “erkekler”dir aslında. Tek derdi kadınlarla yatmak olan Sinan’a gelince o bırakın “kötü adam” olmayı adeta bir mağdurdur. Sinan’ın hikâyesi açıldıkça anlarız ki onu ölen babasının yerine koyan, komşunun oğlunu, Sinan’dan daha çok benimseyen bir anne, bir kadın yaratmıştır bu hedonist ve narsist canavarı. Bu haliyle Sinan’ın annesi sanki Tony’nin derinlemesine işlenmiş annesinin bir karikatürüdür.

Kendisi ile aynı toplumsal sınıftan olmayan Sinan’a aşık olan Meryem de zaten dünya görüşleri ve ekonomik sınıfları aynı olan Hilmi’de aradığını bularak özüne döner adeta. En azından ilk sezon için.

Meryem’in bileklerini kesecek kadar derin depresyonda olan yengesi Ruhiye’nin hikâyesi ise eleştirelim derken erkek şiddetine ve ataerkilliğe yapılmış bir övgüye dönüşür.

Meryem aralıksız doktorunu görürken bunun faydalı olduğuna da inanır. Ama nedendir bilinmez “Yengemi de psikiyatra götürmeliyiz” demez. Kendisi ile baş başa kaldığında bile bunun bir saniye vicdani hesaplaşmasını yapmaz. Üstelik Meryem’in görünürde yengesi ile alıp veremediği bir mesele de yoktur.

Ataerkil Kodlar Yeniden Üretiliyor

Ruhiye kocasını ve çocuklarını sever. Kocası da onu sever ama Ruhiye yaşayan bir ölüdür. Ruhiye’nin derdi kadınların nefes almasına izin verilmeyen erkek egemen evin dışındadır. Başka bir yerdedir. Ruhiye evlenmeden önce, küçük yaşta tecavüze uğramıştır. Ruhiye’nin bu travması bilmediğimiz bir sebepten tetiklenir. Ruhiye sonunda çözümü tecavüze uğradığı köye dönmekte bulur. Ruhiye’nin tecavüze uğradığı mekanı neden tekrar görmek istediği bir meçhuldür. Ancak orada beklenmedik bir şey olur. Ruhiye tecavüzcülerinden biriyle karşılaşır. Bana Eşkiya filminin başındaki bir sahneyi hatırlatan olayda tecavüzcüsü Ruhiye’ye “Al bu silahı bana sık da bende kurtulayım sen de” der. Bu sırada tecavüzcüsü Ruhiye’ye kocası Yasin’in köye gelerek kendisini herkesin içinde dövdüğünü anlatır. Bu bilgi Ruhiye’nin iyileşmesine yeter. Ruhiye tecavüzcüsünü affeder ve onu döverek intikamını alan “erkeğine” mutluluklar içinde geri döner. Bir Başkadır da tecavüze uğramış kadın “erkeği” bu suçu işleyen kişiyi dövünce iyileşir. Böylece ataerkil kodlar ve erkek şiddeti kınanmış gibi yapıldığı yerde yüceltilir, yeniden üretilir.

Meryem’in psikiyatrı Peri, The Sopranos’un Jennifer’ı gibi kendi psikiyatrına hastasından bahseder. The Sopranos’da Jennifer, Peri’nin yaptığı gibi ilk görüşmeden hemen sonra koşa koşa psikiyatrına hastasından bahsetmez. Bu durumun yaşanması belli olaylara bağlanır. Böylece seyirci ikna olur ve inandırıcılık artar.

Peri de Jennifer gibi hastası için nefret ve sevgi arasında gidip gelen duygular hissetmektedir. Bu durum bize semboller üzerinden kemalist, laik ve seküler oldukları mesajı verilen Peri’nin ailesinin ona çocukluğundan beri verdiği eğitimden kaynaklanır. Peri’nin Meryem’i ötekileştirirken bilmediği şey ise doktoru Gülbin’in de başörtülü bir ablası olduğudur. Gülbin doğulu muhafazakar bir aileden gelmektedir. Gülbin ve Peri önceden beri arkadaş olsalar da ne hikmetse Gülbin hiç ailesinden ya da nereden geldiğinden Peri’ye bahsetmemiştir. Neticede Gülbin ve Peri’nin arası bozulur ve Peri kendi söküğünü kendisi diker. Ağzından kaçan bir isimle bilinç altında Meryem’i baş örtüsü sebebi ile hizmetçisi gibi gördüğünü fark eder.

Buradan bakıldığında Ethos’un en elle tutulur sözü, Türkiye’deki otoriter laiklere karşı söylenir. Bir Başkadır, Peri üzerinden “gizli faşistliği bırakın” der. Ancak dizinin bu sözü, Türkiye’de yıllardır islamcı bir parti iktidardayken ve sekülerlerin yaşam alanı daralırken söylüyor olması oldukça düşündürücü.

Dizide emekli cami imamı olması sebebi ile (eğer yanlış anlamadıysam) resmi dini temsil eden Ali Sadi Hoca ise karakterler arasındaki en “demokrat” kahraman. Ali Sadi Hoca, Bir Başkadır’ın lezbiyen olup olmadığını net bir şekilde ortaya koyma cesaretini gösteremediği üvey kızı Hayrunisa’nın baş örtüsü takmayı terk etmesini olgunlukla karşılar. Böylece ikiye bölünmüş bir Türkiye portresi çizen Ethos her iki taraftan da alkış toplama potansiyeli güçlendirir.

Dizi ile ilgili değinecek çok konu var ama ben yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. Sadece hikâye dışında kalan bir iki başlık ile ilgili bir kaç laf edeyim.

Türkiye’de yapılan “arthouse” filmlerde ya da bazı dizilerde taşra sahnelerinde Nuri Bilge Ceylan’ın yurt dışında yakaladığı başarılardan sonra çokça taklit edilmesinden bir izleyici olarak oldukça yoruldum. Hiçbir şey yapamıyorsanız lütfen şu taşrada sesi uzaktan gelen köpek unsurundan vazgeçin. Bu iş öyle bir noktaya geldi ki… Taşra sahnesinde uzaktan köpek sesi gelen filmleri, Ceylan’ın işi değilse artık izlemeye tahammülüm kalmadı.

Hırkalı, Baş Örtülü Ev Kadını Profili 

Bir de üzerinden hırkası eksik olmayan ve öğlen saatlerinde evdeki çekyatta uyuyan baş örtülü ev kadını profili var. Bunu da nerede görsem üstat Zeki Demirkubuz’a (Üçüncü Sayfa filmi vs.) özentilik olarak değerlendiriyorum. Yönetmenler, sanat yönetmenleri ve kostümcüler Allah rızası için şu hırka ve yarım bağlanmış başörtüsünden vazgeçin. Yaratıcı olun.

Filmin ritmine gelelim biraz. 45-50 dakikalık bir bölümü bize 3 saatmiş gibi hissettirmek marifet değil. Sanat hiç değil. Bir Başkadır’ın Melisa karakteri üzerinden aşağıladığı “totale yapılan diziler” 2 saat oldukları için değil her sahnede güçlü bir çatışma olmadığı için ağır. Bir Başkadır yani Etos da aşağı gördüğü ve görmekte haklı olduğu bu diziler kadar ağır ilerliyor. Çünkü kavgası tam ama çatışması eksik. Hikâyeye ritim veren sadece kurgusu değil çatışma ve dinamik, değişen karakterler.

Sıkıcı ve Klişe Diyaloglar

Ethos’da akılda kalıcı hiçbir oyunculuk performansından söz edemem. Burada oyunculara da yüklenebilir miyim, bilmiyorum. Aksaklıklarla dolu senaryonun yanı sıra son derece sıkıcı ve klişe diyaloglar barındıran bir hikâye. Buradan iyi bir oyunculuk çıkması da mucize olurdu zaten. Ancak şu “köylü şivesi” meselesine biraz değinmek isterim. Meryem ve Yasin iki kardeş. Yani aynı yöreyi konuşmaları gerekir eğer illaki bir ağız farklılığı olacaksa. Belki ben yanılıyorum ama neden hangi yöre olduğu da pek belli olmayan bir birinden farklı iki aksanla konuştu bu iki karakter? Ali Sadi Hoca’ya gelince, başlarda biraz aksanlı olan dili karavan yolculuğu sonrası tamamen İstanbul Türkçesi’ne döndü. İnşallah karavan hocayı bozmamıştır. Bana göre dizideki en iyi oyuncu ise hocanın en sonda misafir ettiği adam. Çok doğal. Muhtemelen oyuncu da değildir zaten.

İyi seyirler dilerim.

Previous Story

Meryl Streep’li “Let Them All Talk”tan İlk Fragman Geldi

Next Story

Vatikan Kütüphanesi Hackerlara Karşı Siber Güvenlik Şirketiyle Çalışıyor

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.