Dünya Bir Akıl Hastanesine Döndü - ArtDog Istanbul
Parti koreografi Fotoğraf: Emre Çelebi

Dünya Bir Akıl Hastanesine Döndü

Yaklaşık 20 yıldır profesyonel olarak sahnede olan, bunun yarıdan fazlasını Modern Dans Topluluğu (MDT) bünyesinde geçiren dansçı, eğitmen ve koreograf Canberk Yıldız ile duygu, beden ve kolektif üretimin birleştiği çağdaş dansa ve yeni projelere dair konuştuk.

//

En baştan başlayalım. Dans yolculuğunuz nasıl başladı?

Dans yolculuğum Düzce’de başladı. Baba tarafı Çerkez kökenli bir çocuk olarak, annemin de etkisiyle, oradaki derneklerde ve belediyenin etkinliklerinde, tiyatrolarda sahne deneyimi yaşadım. Komedi olarak sahnelenen bir oyunda yaptığım bir espriye aldığım reaksiyon, hep aklımda kalan bir andı… Sonrasında bu dernek hayatı hep devam etti. Bundan sonra başlayan Almanya yolculuğunda gittiğimiz ve etkileşimde bulunduğumuz okul aile birlikleri ve halk dansı toplulukları etkili oldu. Lise döneminde İstanbul’a döndüm ve Ridade Kafkas Halk Dansları Topluluğu’na geçtim. Burası kırılma, birleşme noktası oldu.

Hangi yıllara denk geliyor?

O dönem Türkiye’de de Anadolu Ateşi, Hürrem Sultan gruplarının yükseldiği zamanlardı. Abhazya’da devlet sanatçısı olan ve çok fazla topluluk da yönetmiş Valeri Tanya isimli hocamın ısrarları ve yönlendirmesiyle toplulukta dans etmeye başladım. Lise biter bitmez de Hürrem Sultan topluluğunun seçmelerine girdim ve kazanıp 14 Kasım 2004’te profesyonel hayatıma başladım. Sonrasında Anadolu Ateşi ve Magic Ney topluluklarında da yer aldım. Profesyonel hayatımdaki bu ilk iki sene zarfında beraber çalıştığım kişilerle çağdaş dans ile tanıştım. Topluluğun içindeki ifade şekli artık bana yetmediği için iki senenin sonunda bırakıp, 2006’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Çağdaş Dans Bölümü’ne başladım.

Okullarda o zaman halk danslarından gelenlere karşı “devam edecekler mi acaba” diye bir çekince vardı. Halk dansları, çağdaş dansı çok besleyen bir alan sağlıyordu halbuki. Mimar Sinan’da teknik dışında kendi farkındalığımıza yönelik doğaçlama derslerimiz çok fazlaydı ve bizim dönemimizde bunu yurtdışından katılımlarla besledikleri için, 1. sınıftan itibaren sınıf arkadaşlarımızla birlikte kendi projelerimizi üretmeye başladık.

Çağdaş dansa tam olarak ne zaman başladınız?

Çağdaş dansın içine tam olarak girişim de, bir yandan projeler üretirken bir yandan da kendi alanımızı değiştirmeye çalıştığımız bir dönemde, Şafak Uysal ile Bedirhan Dehmen’in Güneşli Pazartesi projesinin seçmelerine katılmamla oldu. 3. sınıftayken seçmeleri kazanıp, yönümü tamamen değiştirdim. Garaj İstanbul’la çalışmaya başlamışken ve bir yandan da kendi solo projelerimizi üretip, Şafak Uysal ve ODTÜ Çağdaş Dans Topluluğu ile beraber Kayıp Çocuklar Şehri isimli, hikaye anlatımlı bir dans tiyatrosu projesi ürettik. O sene, 2010’da Beyhan Murphy, Modern Dans Topluluğu (MDT) kuracağını dile getirdiğinde, ben de tam bağımsız bir sanatçı olma peşindeydim. Beyhan Hoca’nın Avrupa Kültür Başkenti kapsamında CRR’de düzenlediği festivalde Kayıp Çocuklar Şehri’ni sahneledik ve arkadaşlarımın beni iteklemesi, Beyhan Hoca’nın da beni adeta sıkıştırmasıyla MDT İstanbul hayatım başladı ve devam ediyor.

13 yıldır MDT kadrosundasınız. Profesyonel olarak dans etmeye başladığınız ve MDT bünyesine ilk katıldığınız yıllardan bu yana bu alanda neler değişti?

Çok şey değişti… Bu alanda aktif bölümlerden biri olan Yıldız Teknik Üniversitesi Modern Dans Bölümü kapandı. Ankara Devlet Konservatuvarı da kendi aktif olma halini şu anda biraz minimalize etmiş durumda. Mimar Sinan (MSGSÜ Çağdaş Dans Bölümü) bir şekilde hâlâ ana damarı sağlamaya çalışıyor. En önemli etken, o dönem yaptığımız gibi halk danslarıyla ve profesyonel hayatla birlikte dönüşüm sağlamak isteyen bir grubun, 2014 civarında, Türkiye’nin yaşadığı büyük değişimle beraber yavaş yavaş yok olmaya başlaması oldu. O dönemde meydana gelen olaylarla birlikte İstanbul’un kendi denklemi değişti. Biz yaklaşık 130-140 kişi her sene bölümlerin sınavlarına girerken, 2014 sonrasında bu sayı azalmaya başladı. O dönemde İ-Dans Festivali gibi çok fazla festival de yapılıyordu. Bir yandan projeler üretip, bir yandan aktif olarak iş yapabiliyordunuz. Şu anda her şey ticari işlere kalmış durumda. Şu anda fikir üretimi yerine aktif olarak geniş kitlelere hitap eden işler üretmeye çalışıyoruz. Eskiden fikir üretilip oradan proje çıkardı ve aynı zamanda bunun dağıtımı sağlanırdı.O zamanda verilen maddi destekler de kaybolmaya başladı. Şu anda bizden daha genç olanlara söylediğimiz şey, mekânlarda yapabildikleri kendi üretimlerini bir şekilde göstermeye çalışmaları. 2013 öncesinde fikrini sunup buna kaynak sağlayabileceğin çok yer vardı. Şimdi bir araya geldiğim kişilerle beraber etraflıca konuştuğumuzda, Arter, Sabancı Müzesi, HOPE Alkazar, Akbank Sanat, DasDas, Zorlu PSM gibi mekânların varlığıyla birlikte nasıl bir kaynak sağlayabiliriz diye uğraşıyoruz. Çünkü sanatçı beslenmezse, okullar da beslenmemeye başlayacak ve biz gelişimimizi tamamlayamayacağız. Sürekli karşılıklı buluşmaya ihtiyaç var. Yalnızca teknikten ziyade, beslenme alanlarının, üretim ve proje alanlarındaki etkileşimin gelişmesi gerekiyor.

Güldestan, Koreografi Beyhan Murphy, Fotoğraf: Volkan Erkan

Bahsettiğiniz bu beslenme alanlarının içinde “sokak” da var. Son yıllarda sokağın da yaşam alanı ve kültür olarak form değiştirmesiyle birlikte sokaktan çıkan üretimler daha fazla dikkat çekmeye başladı. Sokak müziği, sokak dansı olarak tarif ettiğimiz pratikler ve anlatımlar çoğaldı, gelişti. Çağdaş dans bu bağlama biraz mesafeli kalıyor mu sizce? Siz sokağı üretiminize dahil ediyor musunuz?

İlginizi çekebilir:  Türkiye'nin Geleceği 'Kültür Sanat'ta

Çağdaş dansı devam ettirmek isteyen insanların zaten bu durumdan kaçmaması gerektiğini düşünüyorum. Yapısal olarak belli bir teknik öğrenilse de, bunun içinde şu anda kullandığım beden formunda “popping”ler var. Yer seviyesinde yaptığımız “animal flow” hareketlerinin içinde aslında “break dance” var. Bu değişimleri, dönüşümleri bir şekilde beden formlarına eklemeye çalışıyoruz, çünkü ifade etmeye çalıştığımız hikayenin geneli orada anlatılıyor.

Ben halk danslarından geldiğim için oradan da kendi koreografilerime bir parça ekliyorum.Yapısal olarak halk danslarına uygun çizgiler ve formlar kullanıyorum. Örneğin sahne üstünde kurulan düzlemin içinde çok uzun kalmıyorum, çok daha hızlı değişkenler ekliyorum. Bu döngüleri nasıl devam ettireceğimize bakmak için uğraşıyoruz. Çağdaş dans üretenlerin seyirciyle mesafeli olma hali soruna gelince, dansçılar mesafeli olup olmamayı düşünmeden üretmeliler. Mesafeyi düşündüğün zaman, üretim olarak nereye gidecek diye düşüncelerini yoğunlaştırdığın anda, çağdaş dansın içinde kendini sınırlandırmış olursun. Üretim aşamasında hikaye seni sınırlandırabilir ama yapısal form kendi içinde nereye gideceğini prova alanında gösterebilir.

Dans, içinde bedenin, duygunun olduğu çok kişisel bir anlatım. Diğer yandan üretimin kendisine baktığımızda çok kolektif bir hikayenin parçası haline geliyorsunuz. Birlikte üretmek, uyumlu olmak durumundasınız. Bu çok katmanlı halde siz bu ilişkiyi nasıl buluyorsunuz?

Kolektif bir şeyin parçası olmak fedakârlık gerektiriyor bir dansçı için. Çünkü kendinden ödün vermen gerekiyor. Bu bir yerden sonra öğretici de oluyor. MDT’de en çok konuştuğumuz ve en fazla uygulamaya çalıştığımız alan bu. Bir seçme açtığımızda “bizde şu anda eksik olan ne var ve bu eksikliği, rengi, aramıza katılacak kişiyle nasıl doldurabiliriz?” diye soruyoruz. Günümüzden bütün yapının içindeki en önemli unsurlardan birisi de bu. Dansçı olarak o renk kartelasının içinde kendinden bir parçayla beraber bütünün dinamiğine nasıl bir etki sağlayabiliyorsun sorusu önemli. Burada çağdaş dansta en güzel anlatılardan bir tanesi, hikayeleştirme. Dansçı hikayenin içinde durduğu yere kendiyle alakalı bir unsur koyduğunda, bu onun hikayeye daha fazla ait hissetmesini sağlıyor.

Yine de insanları bir bütünün parçası olmaya doğru çekmek kolay olmuyor. Sahnenin üstünde birleştirmen gereken bazı teknik unsurlar var. Örneğin adımın aynı anda atılması veya ritmik olarak verdiğin bir altyapıyı en azından kendi biçiminde duyabilmesi. Yeter ki aynı noktaya bir şekilde ulaşmaya çalışabilsin herkes. Burada artık çoğunlukla farklılık olduğunu görmeye başladık ve bunu nasıl dönüştürebiliriz diye uğraşıyoruz. Genelleme yapmak istemiyorum ancak sanırım bu, günümüzdeki dijitalleşmenin getirdiği varoluş şeklinden oluyor. Çünkü herkesin artık kendini var edebildiği bir dijital ortamda bulunuyoruz. Ve bu noktada dansçıların çoğunun, grup dinamiğine katmak istediği eylemi bir neden olarak göremiyorum. Tabii burada Türkiye’deki mevcut dönemsel yapı parçası eksikliğinden de bahsedebiliriz. Az proje çıkması, tek kalmak gibi sıkıntılar söz konusu. Bir yerden sonra insanı besleyen alanlar olmamaya başlıyor. Halbuki kendini karşılaştırabileceğin, devam eden bir yapı taşına ihtiyaç var. Bu dansçılar için de geçerli. Ayrıca anlatım biçimleri de değişti. Yapısal, düşünsel olarak net ve “ben varım” diyen bir anlatım var ama etki olarak nelere dokunduklarını görmüyorlarmış gibi geliyor bana. Buna kendini o alana karşı sorumlu hissetmek de dahil. Yapısal olarak çeşitlilik olmadığından kaynaklanıyor bunların hepsi. Hâlâ fikirlerin çokça anlatılmasına ihtiyacımız var gibi hissediyorum.

Son olarak, yeni dönemde heyecanlı neler var?

Schumann’ın bir yazarla beraber ürettiği aşk üzerine yazılmış bir librettoyu, Viyana’dan tanıştığım mezzo sopranoyla birlikte, günümüzde varolan veya olamayan aşk haliyle nasıl bütünleştirebiliriz diye dramatize ettiğimiz bir proje var. Bunu elektronik müzikle bütünleştirmek üzere bir fikir ortaya attık ve yavaş yavaş oluşmaya başladı.

Ayrıca sahneye koymak istediğim Delirium isimli bir çağdaş dans gösterisi var. Sosyokültürel olarak dünyayı ve yaşadığım alanı bir akıl hastanesi olarak görüyorum. Psikolojik bozuklularımızın biraz daha normalleştiği ve travmalarımızı da artık rahat yaşadığımız bir ortamdayız. O zaman burası bir akıl hastanesine döndü dediğim noktada Delirium projesini kafamda çalışmaya başladım. Bir yandan da Cem Yıldız, Mihran Tomasyan ve Bedirhan Dehmen ile beraber yaptığımız Biz projesi devam ediyor, turneleri var. Bir de iki senedir üzerine çalıştığım, moda sektöründeki kültürel yağmacılık üzerine hazırladığım bir hareketli fotoğraf projesi var. Hayatımın en büyük parçalarından biri de MDT İstanbul. Onun ilerlemesi ve gelişmesi için her gün konuşup çalışıyoruz.

Previous Story

“Nekrosen’den Önce Son Çıkış’’ KUN Art Space’de

Next Story

“Sahnede 90’lar”, Kunstverein in Hamburg’da

0 0,00
02_ArtDog_CD_Logo_RGB_Black

BÜLTEN

Türkiye ve dünyadan haftalık kültür-sanat haberleri, inceleme yazıları, sergiler ve etkinlikleri takip et.

Bülten aboneliğinde ArtDog Istanbul’un gizlilik sözleşmesini kabul etmiş olursunuz.