Doğa ve Kültür Arasında - ArtDog Istanbul
Seçil Büyükkan “Kutsal Ağaçlar Serisi”, 2025, Amerikan Bezi Üzerine Linol Baskı 340x110 cm

Doğa ve Kültür Arasında

EArt Galeri’nin Dilara Güven’in küratörlüğündeki karma sergisi Kırılma Hattı, insan müdahalesinin doğada yarattığı izleri ve doğa - kültür sınırını sorguluyor.

/

On sanatçının özgün üretimlerini bir araya getiren Kırılma Hattı sergisini küratörü Dilara Güven “Sergi, doğa ve kültür arasındaki kırılganlığı görünür kılarken hem geçmişin izleriyle hem de geleceğin onarım ihtimali üzerinden tartışan bir küratöryel yaklaşımın ürünü,” sözleriyle özetliyor. Dilara Güven ile EArt Galeri’de 25 Mayıs’a dek görülebilecek sergiyi konuştuk.

Doğa ile insan arasındaki ilişki günümüzde sıkça tartışılan ve sanatta da geniş yer bulan bir konu. Kırılma Hattı sergisi bu ilişkiye hangi perspektiften yaklaşıyor ve nasıl bir tutum ortaya koyuyor?

Kırılma Hattı, doğa-insan ilişkisini yalnızca eko-kırılımsal endişelerle değil, kültürel, ontolojik ve estetik düzeylerde de ele almayı, sorgulamayı, hafızayı tetiklemeyi amaçlayan bir sergi. Doğanın insana, insanın doğaya olan müdahalesi arasındaki ince çizgiden bakarak bir diyalog alanı yaratmayı hedefledim. Doğa, romantize edilen bir bütünlükten ibaret değil, aksine müdahale edilmiş, yeniden şekillendirilmiş ve bazen bastırılmış ama direnç gösteren aktif bir varlık ve sergide de bu bağlamda konumlandırılıyor. İnsanın doğa ile kopan bağlarına rağmen, doğadan aldığı ilhamı yeniden görünür kılmayı amaçlıyoruz. Küratöryel metnimde de belirttiğim gibi, doğayı pasif bir arka plan olarak konumlandırmıyor; onunla birlikte düşünebildiğimiz, ilişki kurabildiğimiz bir özne olarak konumlandırmak niyetiyle hareket ediyoruz. Bu bakış, salt eko-kırılıma odaklanarak işaret etmekle birlikte, sanat eseri aracılığıyla parmak sallamaktan ziyade, doğa ile kurduğumuz bağların yeniden sorgulanması ve bu bağların hafızamızda bıraktığı izlerin okunmasına dayalı bir perspektif sunuyor.

Seçkiyi oluştururken önceliğiniz neydi? Sergideki işlerden de yola çıkarak detaylandırır mısınız?

Küratör olarak, seçkide her eserin kültürel erozyon ve doğa-kültür kopuşu teması üzerinden, salt bir temsil olmanın ötesinde, kavramsal ve hafızayı tetikleyen, deneyimsel bir alan yaratacak şekilde ele alınmasını hedefledim. Doğayı ya malzeme, ya izlek ya da düşünsel bir muhatap olarak kabul eden farklı disiplinlerden sanat eserlerini bir araya getirmek önceliğimdi. Abdulvahap Uzunbay, insan müdahalesinin doğadaki düzen-düzensizlik çatışmasını ironik bir şekilde sorgularken, Ayşenaz Ayral dijital aktarım süreçlerindeki bozulmaları doğanın pürüzlü yüzeyiyle buluşturarak mekânsal bir gerilim yaratıyor. Başak Çolak, ağaç figürleri üzerinden doğaya yapılan müdahalelerin varoluşsal kırılmalarını işlerken, Delal Eken suyun veya toprağın altındaki kaybolmuş yapıların “sessiz hafızasını” açığa çıkarıyor. Eylül Civelek, içsel filizlenme ve kimlik arayışını doğayla örerek, şiirsel bir dilde bir dönüşüm sunuyor. Hüseyin Güler, kent yaşamının dışında kalan sessiz ekosistemleri belgeleyerek, insan etkisinin görünmeyen yüzüne ışık tutuyor. Kaan Sümer, doğanın kapalı bir sistemdeki entropik dönüşümünü görselleştiriyor. Nisan Talaz, formdan yoksun kilin doğadan alınıp yeniden şekillendirilmesiyle, her bir parçada doğayla uyum içinde fakat özgün bir şekilde yeniden doğan bir anlayış sunuyor. Seçil Büyükkan, varoluşun kesintiye uğramış bağlarını ve yeniden birleşme gücünü işlerken, Şafak Kocaoğlu, uydu görüntülerinden esinlenerek altın madenciliğinin doğaya kazıdığı kalıcı izleri ahşap yüzeyler üzerinde yeniden yorumluyor. Bu çeşitlilik, serginin kavramsal önceliklerini yansıtacak şekilde planlandı ve her eser, temaya farklı bir bakış getirerek bütünlüklü bir anlatı oluşturuyor.

Eylül Civelek “Dünyayla Benim Aramda”, Seramik, 2025

Sergideki eserlerde doğanın, pasif bir arka plan olmaktan çıkarılıp aktif bir özneye dönüştüğünü vurguluyorsunuz. Sanatçılar doğayı üretimlerinde nasıl bir bilinçle temsil ediyor ve izleyiciyi ne tür bir etkileşime çağırıyor?

Bu ifade sergideki ana vurgulardan biri. Sanatçılar bilinçli bir şekilde doğaya özne statüsü kazandırıyor; doğayı yalnızca temsil eden eserler üretmekle kalmıyor, onunla bir tür ortaklık kuruyorlar. Bu ortaklık bazen malzeme üzerinden gerçekleşiyor, bazen de doğa, anlatının kırıldığı ve yeniden başladığı bir eşik olarak devreye giriyor. Doğanın insana, insanın ise doğaya olan müdahalesini sıklıkla vurgulanırken, doğanın kendi başına var olan bir gerçeklik olduğunu da unutmuyoruz. Eserler, doğanın bozulmuş ya da tahrip edilmiş öğelerini onun dokusuyla harmanlayarak; onunla diyaloga geçmeyi gerektiren bir partner olarak sunuyorlar. Eserler, izleyiciyi sadece seyirci değil, hafızasını tetikleyen, anımsama ve bir anıya gitmeye davet eden bir katılımcı konumuna çağırıyor.

Kültürel erozyonun ve bireysel kopuklukların temsili sergideki üretimlerde nasıl somutlaşıyor? Örneğin, Delal Eken’in sessiz hafıza vurgusu ile Eylül Civelek’in içsel filizlenme temaları arasında nasıl bir anlatı köprüsü kurulabilir?

Bu temalar, mecaz ve imgelerle somutlaşıyor. Delal Eken’in eserlerinde, doğa ile kültürel hafıza arasında sıkışmış yapıları merkezine alırken, görmezden gelinmiş ve silinmeye mahkum edilmiş varlıkların, halkların, yapıların parçalı izlerini sunuyor. Suyun ve toprağın altına gömülmüş yapıların ‘sessiz hafızası’nı metaforikleştiriyor. Bu izler, yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda zihinsel ve tarihsel bir unutulma durumuna da işaret ediyor. Eylül Civelek’in şiirsel anlatısı ise, bu unutulma hâlinin bireydeki karşılığını arıyor: kendi köklerini arayan, içsel çiçeğini büyütmeye çalışan bir varlığın hikâyesi. Bu iki üretim arasında kurulan anlatı köprüsü hem kolektif hafızanın hem de bireysel benliğin doğayla kurduğu bağı yeniden yapılandırma ihtiyacına dayanıyor. Biri dışsallaşan hafızayı, diğeri içselleşen dönüşümü temsil ediyor; biri geçmiş, biri gelecek arasında diyalog kuruyor.

Kırılma kavramı, sergide hem fiziksel hem de metaforik bir düzlemde ele alınıyor. Bu çok katmanlı “kırılma” anlatımı, izleyicinin geleceğe dair tahayyüllerini nasıl dönüştürmeyi amaçlıyor?

Küratöryel metinde, kırılma noktalarını “bir son değil; dönüşümün ve yeni başlangıçların habercisi” olarak tanımlıyorum. Kırılma burada, olasılıklar penceresi olarak öneriliyor. Yeniden düşünme, yeniden kurma ve yeniden bağ kurma ihtimalinin kurgusunu yapıyoruz. Alternatif gelecek senaryoları üzerine sorumlu bir pozisyon önermek değil; yalnızca bu ihtimali hatırlatmak, altını çizmek. Kolektif olarak yaşadığımız kırılmaların üzerinde durmaktansa, “kırılma” anlarını bilinciyle “iyi” ve “iyileştirici” bir yeniye kapı aralamayı hatırlatmayı amaçlıyoruz.

Previous Story

İlyada’dan İlhamla “Emanet/Troya” 

Next Story

INODYSSEY Londra’da

0 0,00